EBRD Çevresel ve Sosyal Politikaları

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), finanse ettiği projelerin ekonomik kalkınmayı desteklerken çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik ilkelerine uygun olmasını sağlamak amacıyla Çevresel ve Sosyal Politikalar Çerçevesi’ni (Environmental and Social Policy – ESP) oluşturmuştur. Bu politika, EBRD’nin yatırım yaptığı tüm projelerin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerine uyumlu olmasını ve insan haklarına saygılı bir şekilde yürütülmesini zorunlu kılar. EBRD, sadece finansal kazanç sağlamayı değil, aynı zamanda projeler aracılığıyla sosyal kalkınmayı teşvik etmeyi, iklim değişikliği ile mücadeleyi desteklemeyi ve doğal kaynakların korunmasını amaçlamaktadır.

EBRD, faaliyet gösterdiği bölgelerde çevreye duyarlı, sosyal olarak kapsayıcı ve iyi yönetişim ilkelerine dayalı bir kalkınma modeli oluşturmayı hedeflemektedir. Banka, finanse ettiği projelerin yerel topluluklar, doğal ekosistemler ve sosyal yapılar üzerindeki etkilerini değerlendirmek için kapsamlı bir çerçeve sunar. Bu çerçeve, projelerin tasarım aşamasından başlayarak, inşaat, işletme ve kapanış süreçlerinde çevresel ve sosyal etkilerin yönetilmesini gerektirir. Böylece, sadece ekonomik büyümeye değil, aynı zamanda uzun vadeli toplumsal faydalara ve ekolojik dengeye katkı sağlanması hedeflenir.

EBRD’nin çevresel ve sosyal politikaları, biyoçeşitliliğin korunması, doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi, iklim değişikliğiyle mücadele, iş sağlığı ve güvenliği, toplumsal cinsiyet eşitliği, yerli halkların haklarının korunması, kültürel mirasın sürdürülebilirliği ve paydaş katılımı gibi geniş kapsamlı konuları içermektedir. Projelerin bu politikalara tam uyum sağlaması beklenirken, bu süreçlerin şeffaf, katılımcı ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla yürütülmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, EBRD’nin çevresel ve sosyal politikaları 10 ana gereklilikten oluşmaktadır. Bu gereklilikler, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeyi, yatırım yapılan projelerin çevresel ve sosyal etkilerini en aza indirmeyi, paydaş katılımını artırmayı ve topluluklarla etkin bir diyalog kurulmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Her gereklilik, projelerin farklı çevresel ve sosyal boyutlarını ele almakta ve bunların yönetilmesi için belirli kriterler sunmaktadır.

EBRD’nin çevresel ve sosyal politikalarının temel ilkeleri doğrultusunda hazırlanan bu çalışma, söz konusu 10 gerekliliği detaylandırarak, projelerin bu çerçeveye nasıl uyum sağlayabileceğini ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda nasıl yönetilmesi gerektiğini ele almaktadır. Bu gerekliliklerin her biri, sadece yatırımcılar için değil, aynı zamanda toplumlar, yerel yönetimler ve ekosistemler için de uzun vadeli değer yaratmayı amaçlayan kapsamlı stratejileri içermektedir.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 1: Çevresel ve Sosyal Risklerin Değerlendirilmesi ve Yönetilmesi

EBRD’nin 2024 Çevresel ve Sosyal Politikası kapsamında yer alan Çevresel ve Sosyal Gereklilik 1 (Environmental and Social Requirement 1), EBRD tarafından finanse edilen projelerin çevresel ve sosyal risklerinin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi ve yönetilmesi için oluşturulmuş bir çerçevedir. Bu gereklilik, projelerin çevresel ve sosyal etkilerinin tanımlanmasını, önlenmesini, en aza indirilmesini, azaltılmasını ve gerektiğinde telafi edilmesini sağlamayı amaçlar. Aynı zamanda, projelerin iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kirlilik, doğal kaynak kullanımı ve topluluk sağlığı gibi önemli küresel sürdürülebilirlik konularına uyumlu hale getirilmesini teşvik eder.

EBRD, finanse ettiği projelerin sadece ekonomik büyümeye katkıda bulunmasını değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal sorumlulukları yerine getirmesini ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine uyumlu olmasını talep eder. Bu nedenle, her proje belirli bir risk değerlendirme sürecinden geçer ve uygun yönetim planları oluşturularak uygulanır. Çevresel ve sosyal risk yönetimi, bir projenin tüm yaşam döngüsünü kapsayacak şekilde planlanmalıdır; yani proje tasarım aşamasından başlayarak, inşaat, işletme ve kapanış aşamalarına kadar uzanmalıdır. Bu süreçte, şirketlerin paydaşlarla etkili bir şekilde iletişim kurmaları, şeffaf bilgilendirme mekanizmaları oluşturmaları ve tüm etkilenen tarafların katılımını sağlamaları beklenmektedir.

EBRD’nin finansal desteğinden yararlanacak olan proje sahipleri, çevresel ve sosyal risklerin belirlenmesi için kapsamlı bir değerlendirme yapmalı ve belirlenen risklere karşı uygun önlemleri almak için bir yönetim planı oluşturmalıdır. Bu kapsamda, her projenin doğası, ölçeği, konumu ve sektörel özellikleri dikkate alınarak farklı düzeylerde analizler gerçekleştirilir. Örneğin, büyük ölçekli ve çevresel etkileri yüksek olan projelerde kapsamlı bir Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirmesi (Environmental and Social Impact Assessment – ESIA) yapılması zorunludur. Daha düşük çevresel ve sosyal risk içeren projelerde ise uygunluk değerlendirmesi, risk azaltma planları ve sektöre özel analizler uygulanır.

EBRD tarafından finanse edilen projelerin çevre dostu ve sosyal açıdan sorumlu bir yaklaşımla yönetilmesi için proje sahiplerinden çevresel ve sosyal yönetim sistemleri kurmaları beklenmektedir. Bu sistemler, işletme süreçlerinin çevresel sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik tedbirleri, kirliliğin önlenmesini, su ve hava kalitesinin korunmasını, doğal ekosistemlerin zarar görmemesini ve toplum sağlığının olumsuz etkilenmemesini garanti altına almalıdır. Proje sahipleri, çalışanlarının, tedarikçilerinin ve taşeronlarının da bu standartlara uymasını sağlamak için gerekli eğitimleri vermeli ve uygun yönetişim mekanizmaları oluşturmalıdır.

Paydaş katılımı ve şeffaf iletişim, çevresel ve sosyal risk yönetiminin temel bileşenlerinden biridir. Proje sahipleri, yerel topluluklarla açık diyalog kurmalı, projeyle ilgili bilgileri zamanında ve anlaşılır bir şekilde paylaşmalı, toplumun endişelerini dikkate almalı ve şikayet mekanizmaları oluşturarak geri bildirimleri etkin bir şekilde yönetmelidir. EBRD, projelerin çevresel ve sosyal etkileri konusunda yerel toplulukların, sivil toplum kuruluşlarının ve diğer paydaşların görüşlerinin dikkate alınmasını teşvik eder ve bu sürecin sürekli bir diyalog içinde yürütülmesini ister.

Çevresel ve sosyal risklerin yönetimi yalnızca proje başında değil, proje süresince devam eden bir süreçtir. Bu nedenle, proje sahiplerinin periyodik olarak çevresel ve sosyal performanslarını izlemeleri, düzenli denetimler yapmaları ve bağımsız uzmanlardan oluşan denetim ekiplerine rapor sunmaları gerekmektedir. EBRD, finanse ettiği projelerdeki ilerlemeyi takip eder ve gerekirse ek önlemler alınmasını talep eder. Ayrıca, proje sahiplerinin acil durum senaryolarına karşı hazırlıklı olmaları, olası çevresel veya sosyal krizleri önleyici mekanizmalar geliştirmeleri ve bu krizlere hızlı ve etkili bir şekilde müdahale etmeleri beklenir. Bu doğrultuda, çevresel kirliliği, iş sağlığı ve güvenliği risklerini, insan hakları ihlallerini ve diğer kritik sosyal etkileri önlemek için detaylı kriz yönetimi planları hazırlanmalıdır.

EBRD, projelerin uluslararası çevresel ve sosyal standartlara uygunluğunu sağlamak için bağımsız denetim mekanizmaları oluşturur ve finansman sağladığı projeleri düzenli olarak değerlendirir. Her proje, çevresel ve sosyal performans açısından belirlenen kriterlere göre denetlenir ve uygunsuzluk tespit edilirse proje sahiplerine iyileştirici aksiyonlar almaları için belirli süreler verilir. Eğer bir proje belirlenen çevresel ve sosyal gerekliliklere uzun vadede uyum sağlayamazsa, EBRD finansmanı kesebilir veya projeyi desteklemekten vazgeçebilir. Bu denetim süreci, EBRD’nin şeffaflık ilkesine uygun olarak kamuoyuyla paylaşılır ve bağımsız gözlemciler tarafından takip edilir.

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilik 1 politikası, finanse edilen projelerin yalnızca ekonomik fayda sağlamasını değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal sürdürülebilirliği desteklemesini zorunlu kılar. Bu politika, iklim değişikliğiyle mücadele, biyolojik çeşitliliğin korunması, insan haklarının gözetilmesi ve sosyal eşitsizliklerin azaltılması gibi küresel önceliklere katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, proje sahiplerinin yalnızca mevzuat gerekliliklerini yerine getirmesi değil, aynı zamanda en iyi uluslararası uygulamaları benimseyerek sorumlu bir işletme politikası geliştirmesi gerekmektedir.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 2: İşgücü ve Çalışma Koşulları

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereksinimi 2 (ESR 2), iş gücü ve çalışma koşullarının uluslararası standartlara uygun hale getirilmesini amaçlayan kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Bu gereksinim, EBRD tarafından finanse edilen projelerde çalışan herkesin temel haklarını güvence altına almayı, iş yerlerinde insan haklarına saygıyı teşvik etmeyi, ayrımcılığı önlemeyi ve iş sağlığı ile güvenliği en üst düzeye çıkarmayı hedefler. İşçilerin haklarının korunması, yalnızca sosyal bir sorumluluk değil, aynı zamanda iş gücünün verimliliğini artıran ve projelerin uzun vadeli başarısını destekleyen kritik bir unsurdur. Bu nedenle, ESR 2, proje sahiplerinin, alt yüklenicilerin ve ilgili tüm tarafların iş gücü standartlarına titizlikle uymalarını zorunlu kılar.

Bu gereklilik, çalışanların adil ve etik bir ortamda çalışmasını sağlamaya yönelik politikalar geliştirilmesini zorunlu hale getirir. İşverenlerin, çalışanlarına eşit fırsatlar sunmaları ve çalışma koşullarını sürekli olarak iyileştirmeleri beklenir. ESR 2, özellikle çalışan haklarının korunması, insan onurunun gözetilmesi, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin alınması, örgütlenme özgürlüğünün tanınması ve iş yerinde şeffaflığın sağlanması gibi temel ilkelere dayanır. Çalışanların sendikal haklarının tanınması, toplu iş sözleşmelerine saygı duyulması ve çalışma saatlerinin adil bir şekilde düzenlenmesi de bu kapsamda değerlendirilmektedir.

Çalışma koşullarının iyileştirilmesi açısından en önemli faktörlerden biri, işçilerin çalışma saatlerinin uluslararası ve ulusal yasalara uygun olarak düzenlenmesi ve fazla mesai uygulamalarının istismar edilmemesidir. ESR 2’ye göre, işverenlerin çalışma saatleri ve fazla mesai konusunda adil uygulamalar benimsemesi ve işçilerin fiziksel ve zihinsel sağlığını korumaya yönelik düzenlemeler yapması gerekmektedir. Fazla mesai, çalışanların rızasına dayalı olmalı, aşırı çalışma saatlerinden kaçınılmalı ve işçilerin yeterli dinlenme sürelerine sahip olmaları sağlanmalıdır. Ayrıca, işçilerin adil bir ücret karşılığında çalışmalarını sağlamak için maaşların belirli periyotlarla ödenmesi, ücret kesintilerinin keyfi olmaması ve ücretlerin yerel piyasa koşullarına uygun olması gerekmektedir.

Bu gereklilik, işçi hakları konusunda daha geniş bir perspektif benimseyerek cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi konuları da içermektedir. Kadın çalışanların iş yerinde ayrımcılığa uğramaması ve eşit fırsatlara sahip olması için işverenlerin aktif politikalar geliştirmesi beklenir. Çalışanların işe alım süreçlerinde, maaş politikalarında ve terfi süreçlerinde ayrımcılığa uğramaması sağlanmalı, kadınların liderlik pozisyonlarına yükselmeleri teşvik edilmelidir. ESR 2, aynı zamanda mülteciler, göçmen işçiler, etnik azınlıklar, engelli bireyler ve genç çalışanlar gibi hassas grupların iş gücüne adil bir şekilde katılımını destekleyen önlemlerin alınmasını gerektirir. İşverenlerin, çeşitlilik politikalarını uygulamaları ve çalışanlarının farklılıklarını gözeterek onlara eşit fırsatlar sunmaları teşvik edilmektedir.

Örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı da ESR 2’nin önemli unsurlarından biridir. Çalışanların bağımsız sendikalara üye olma hakkına sahip olmaları, işverenlerin sendikal faaliyetlere müdahale etmemesi ve toplu pazarlık süreçlerine katılımın desteklenmesi zorunludur. İşverenlerin, çalışanların bu haklarını kullanmalarını engelleyecek veya sendikal faaliyetlere katılan işçileri cezalandıracak herhangi bir uygulama yapmamaları gerekmektedir. Sendikalar veya çalışan temsilcileri, iş yerindeki çalışma koşullarının iyileştirilmesi için işverenlerle iş birliği içinde çalışmalıdır. EBRD, finanse ettiği projelerde sendikal faaliyetlerin engellenmesini ve çalışan haklarının ihlal edilmesini kabul edilemez bir durum olarak değerlendirmektedir.

İş sağlığı ve güvenliği, ESR 2’nin en kritik bileşenlerinden biridir. İşverenlerin, çalışanların güvenliğini sağlamak için gerekli tüm tedbirleri almaları ve iş yerinde kazaları önleyici önlemler uygulamaları gerekmektedir. İş yerinde kullanılan ekipmanların uluslararası güvenlik standartlarına uygun olması, çalışanların düzenli iş güvenliği eğitimleri alması ve tehlikeli işlerde çalışan işçilerin uygun koruyucu ekipmanlarla donatılması gerekmektedir. Ayrıca, iş kazalarının önlenmesi için düzenli risk analizleri yapılmalı ve iş sağlığı ve güvenliği politikaları sürekli olarak gözden geçirilmelidir. İş kazalarının meydana gelmesi durumunda, işverenlerin hızlı ve etkili bir şekilde müdahale etmesi, mağdur olan çalışanların tazminat haklarını güvence altına alması ve olayın tekrarlanmaması için gerekli önlemleri alması beklenir.

Ayrıca, ESR 2, çalışanların iş yerinde maruz kalabileceği fiziksel, psikolojik ve cinsel tacize karşı korunmalarını sağlamak için işverenlerin açık politikalar oluşturmasını ve bu tür ihlallerin önlenmesi için eğitim programları düzenlemesini zorunlu kılar. Çalışanların güvenli ve saygılı bir ortamda çalışmaları sağlanmalı, iş yerinde taciz veya kötü muameleye uğrayan işçilerin başvurabilecekleri güvenilir mekanizmalar oluşturulmalıdır. İşverenler, bu tür olaylara karşı sıfır tolerans politikası benimsemeli ve ihlallerin önüne geçmek için etkili disiplin süreçleri geliştirmelidir.

Göçmen işçiler ve taşeron işçiler de ESR 2’nin koruma alanına dahildir. Göçmen işçilerin, yerel iş gücüne dahil olan çalışanlarla eşit haklara sahip olması ve hiçbir ayrımcılığa uğramaması sağlanmalıdır. İşverenler, göçmen işçilerin sosyal güvenlikten yararlanabilmeleri için gerekli önlemleri almalı ve bu çalışanların sözleşmeli olarak istihdam edilmelerini sağlamalıdır. Benzer şekilde, alt yükleniciler tarafından istihdam edilen işçiler de ESR 2 kapsamına girmektedir. Ana yüklenici firmalar, alt yüklenicilerin iş gücü standartlarına uygun hareket etmelerini sağlamakla yükümlüdür.

ESR 2 çerçevesinde işverenlerin, çalışanların haklarını güvence altına almak ve iş gücü yönetiminde şeffaflığı sağlamak için bağımsız denetimler ve düzenli raporlamalar yapmaları gerekmektedir. İşçi haklarına ilişkin politikalar, işçilerin erişimine açık olmalı ve düzenli olarak gözden geçirilmelidir. Çalışma koşullarında ciddi ihlaller tespit edilirse, işverenlerin bu ihlalleri gidermek için gerekli iyileştirme planlarını oluşturması ve uygulaması beklenir. EBRD, bu süreçleri izleyerek, gerekli görüldüğünde projelerdeki ihlalleri gidermek adına ek önlemler alınmasını talep edebilir.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 3: Kaynak Verimliliği ve Kirliliğin Önlenmesi

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereksinimi 3 (ESR 3), kaynak verimliliğini artırmak, kirliliği önlemek ve kontrol altına almak amacıyla geliştirilen kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Bu gereksinim, çevresel zararların önlenmesi için en iyi uluslararası uygulamaların benimsenmesini zorunlu kılar ve projelerin çevresel etkilerini en aza indirecek stratejilerin uygulanmasını teşvik eder. Kaynakların verimli kullanılmasını sağlamak, atık üretimini en aza indirgemek ve kirleticileri kontrol etmek, bu gerekliliğin temel hedefleri arasında yer alır. Projelerin, faaliyetleri sırasında oluşturduğu çevresel baskıyı en aza indirecek şekilde tasarlanması ve uygulanması gerekmektedir.

Bu politika, önleme hiyerarşisi olarak adlandırılan prensibe dayanır. Bu prensip, çevresel zararların mümkün olan en erken aşamada tespit edilmesini ve kaynağında önlenmesini esas alır. Öncelikle kirliliğin tamamen ortadan kaldırılması hedeflenir; eğer bu mümkün değilse, azaltıcı önlemler devreye sokulur. Son çare olarak, telafi edici yöntemler kullanılarak ortaya çıkan çevresel zararların dengelenmesi sağlanır. Bu hiyerarşi, enerji tüketimi, su kullanımı, atık üretimi ve sera gazı emisyonları gibi çevresel etkilerin yönetilmesine yardımcı olur. Ayrıca, “kirleten öder” ilkesi benimsenerek, çevresel zararların maliyetinin proje sahipleri tarafından karşılanması gerektiği vurgulanır. Kirliliğin insan sağlığı, ekosistemler ve özellikle kadınlar, çocuklar ve diğer kırılgan gruplar üzerindeki olumsuz etkileri dikkate alınmalıdır. Projelerin çevresel etkileri yalnızca yerel seviyede değil, küresel ölçekte de değerlendirilmelidir.

Kaynak verimliliği, projelerin malzeme tüketimini optimize etmesini, enerji kullanımını azaltmasını ve atık üretimini en aza indirmesini gerektirir. Proje sahipleri, doğal kaynak tüketimini sınırlamak için yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmalı ve enerji tasarrufu sağlayan teknolojilere yatırım yapmalıdır. Su kullanımının minimize edilmesi de kaynak verimliliğinin önemli bir bileşenidir. Projeler, su çekiminin yerel su kaynakları üzerindeki etkilerini değerlendirmeli ve sürdürülebilir su yönetimi stratejileri geliştirmelidir. Yüksek su talebi olan projelerde, detaylı bir su dengesi oluşturulmalı ve düzenli olarak güncellenmelidir. Su geri dönüşümü ve yeniden kullanım stratejileri uygulanarak, temiz su kullanımının azaltılması sağlanmalıdır. Su kaynaklarının yönetimi, yalnızca proje sahasında değil, bölgesel ekosistemler üzerindeki etkileri de göz önünde bulundurularak planlanmalıdır.

Bu gereksinim, döngüsel ekonomi ilkelerini benimseyerek, atık üretimini azaltmayı ve kaynak geri kazanımını teşvik etmeyi hedefler. Atıkların oluşumunun en baştan önlenmesi esastır; eğer bu mümkün değilse, atıkların yeniden kullanımı ve geri dönüşümü sağlanmalıdır. Tehlikeli atıklar için özel yönetim planları geliştirilmelidir ve bu atıkların bertarafı sıkı düzenlemelere tabi olmalıdır. Tehlikeli kimyasalların ve pestisitlerin kullanımı mümkün olduğunca azaltılmalı ve aşamalı olarak sonlandırılmalıdır. Tek kullanımlık plastiklerin kullanımını sınırlayan politikalar uygulanmalı, biyolojik olarak parçalanabilir ve geri dönüştürülebilir alternatifler tercih edilmelidir. Endüstriyel süreçlerde ortaya çıkan yan ürünler ve atık malzemeler, başka sektörlerde hammadde olarak değerlendirilebilir. Atık yönetiminde yenilikçi çözümler benimsenerek, sanayi süreçlerinde kapalı döngü üretim sistemleri teşvik edilmelidir.

Kirlilik kontrolü, projelerin hava, su ve toprak üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmesini gerektirir. Proje sahipleri, kirleticilerin emisyonlarını en düşük seviyeye çekmek için gelişmiş teknolojileri kullanmalı ve düzenli izleme sistemleri kurmalıdır. Hava kirliliğini azaltmak amacıyla, sanayi tesislerinde gelişmiş filtrasyon sistemleri kullanılmalı ve sera gazı emisyonlarını düşürecek önlemler alınmalıdır. Su kirliliği kontrol altına alınarak, atık suyun arıtılması ve geri kazanımı sağlanmalıdır. Toprak kirliliğini önlemek için ise, sanayi tesislerinden kaynaklanan kimyasal atıkların doğru şekilde bertaraf edilmesi gerekmektedir. Gürültü kirliliği de çevresel bir sorun olarak ele alınmalı ve projelerin çevrede yaşayan topluluklar üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirecek ses yalıtım önlemleri alınmalıdır.

İklim değişikliği ile mücadele, bu gerekliliğin temel bileşenlerinden biridir. Proje sahipleri, sera gazı emisyonlarını azaltmak için düşük karbonlu teknolojilere yönelmeli ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmalıdır. Karbon ayak izi hesaplamaları yapılarak, projelerin iklim üzerindeki etkileri düzenli olarak izlenmelidir. Enerji verimliliğini artıran teknolojiler, işletme maliyetlerini düşürmekle kalmaz, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliği de destekler. Projeler, iklim değişikliğinin yaratabileceği uzun vadeli riskleri analiz etmeli ve iklim değişikliğine uyum stratejileri geliştirmelidir.

Tehlikeli kimyasalların yönetimi, insan sağlığı ve çevre açısından büyük önem taşır. Projeler, kimyasalların güvenli bir şekilde saklanmasını, taşınmasını ve kullanılmasını sağlayacak prosedürler geliştirmelidir. Kimyasal maddelerle çalışan personelin düzenli olarak eğitilmesi ve acil durum planlarının oluşturulması gerekmektedir. Tehlikeli maddelerin sızıntı yapması veya yanlış yönetilmesi durumunda, acil müdahale ekiplerinin hızlı bir şekilde harekete geçebilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Radyasyon gibi özel kirlilik türleri için de belirli güvenlik standartları benimsenmelidir.

Bu gereklilik kapsamında, çevresel yönetim sistemleri oluşturulmalı ve bu sistemler düzenli olarak gözden geçirilmelidir. Proje sahipleri, çevresel performanslarını sürekli olarak değerlendirmeli ve çevresel etki raporlarını kamuoyuyla paylaşmalıdır. Düzenli denetimler yapılarak, çevresel etkilerin minimize edilmesine yönelik önlemlerin etkinliği izlenmelidir. Çevresel risklerin yönetimi, yalnızca yasal gereklilikleri yerine getirmekle sınırlı olmamalı, aynı zamanda projenin çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmasını sağlayacak bütünsel bir yaklaşımı benimsemelidir.

EBRD tarafından finanse edilen projelerde, kaynak verimliliğini artırma ve kirliliği önleme hedefleri yalnızca proje sahipleri için değil, aynı zamanda yatırımcılar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları için de kritik bir konudur. Çevresel etkilerin etkin bir şekilde yönetilmesi, projelerin toplumsal kabulünü artırarak, yerel halk ve paydaşlarla daha güçlü ilişkiler kurulmasına katkı sağlar. Kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılması, ekonomik fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda çevrenin korunmasına da katkıda bulunur. Bu nedenle, ESR 3, çevresel ve sosyal açıdan sorumlu projelerin geliştirilmesini teşvik eden bir çerçeve sunmaktadır. Bu gerekliliklerin yerine getirilmesi, yalnızca yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda gelecekteki çevresel krizlerin önlenmesine yönelik bir yatırım olarak değerlendirilmelidir.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 4: Sağlık, Güvenlik ve Emniyet

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilikler çerçevesinde belirlediği sağlık, güvenlik ve emniyet politikası, hem proje çalışanlarının hem de projeden etkilenen toplulukların sağlık, güvenlik ve emniyetle ilgili risklerinin yönetimini ele almaktadır. Bu gereklilik, yalnızca doğrudan projede çalışan işçilerin değil, aynı zamanda proje sahasında bulunan taşeron işçilerin, ziyaretçilerin ve etkilenen toplulukların da korunmasını amaçlar. Proje faaliyetleri sırasında ortaya çıkabilecek kazalar, meslek hastalıkları, güvenlik tehditleri ve halk sağlığını etkileyebilecek durumlar dikkate alınarak, projeye özgü risklerin belirlenmesi ve etkin bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir.

Bu gereklilikler, EBRD tarafından finanse edilen tüm projelere uygulanmaktadır ve iş sağlığı ve güvenliği konusunda uluslararası iyi uygulamaları rehber almaktadır. İş sağlığı ve güvenliği politikalarının belirlenmesi ve uygulanması, projelerin çevresel ve sosyal yönetim sistemlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. İşverenler, proje faaliyetleriyle bağlantılı sağlık ve güvenlik risklerini en aza indirgemek için etkili yönetim sistemleri oluşturmalı, çalışanlarına güvenli bir çalışma ortamı sunmalı ve tüm paydaşları bu süreçlere dahil etmelidir. Proje sahipleri, sağlık ve güvenlik önlemlerini yalnızca yasal düzenlemeleri yerine getirmek için değil, aynı zamanda çalışan refahını artırmak ve operasyonel verimliliği sağlamak amacıyla bütüncül bir yaklaşımla uygulamalıdır.

Proje faaliyetleri, ekipmanları ve altyapıları, çalışanların ve toplulukların sağlık, güvenlik ve emniyet risklerine maruz kalma olasılığını artırabilir. Özellikle proje sürecinin çeşitli aşamalarında, örneğin mobilizasyon, inşaat, devreye alma, işletme, bakım, devreden çıkarma ve kapanış gibi durumlarda riskler ortaya çıkabilir. Proje sahasında çalışanların makine ve ekipman kullanımı, yüksekten çalışma, kapalı alanlarda çalışma, kimyasal maruziyet, yangın ve patlama riskleri gibi sektörlere özgü tehlikeler dikkate alınarak önleyici tedbirler alınmalıdır. Ayrıca, acil durumlara karşı hazırlıklı olunması için projeye özgü acil durum müdahale planlarının oluşturulması ve periyodik olarak güncellenmesi gerekmektedir.

EBRD politikası, işverenlerin ve proje sahiplerinin çalışanlarına güvenli ve sağlıklı çalışma ortamları sunma yükümlülüğünü vurgulamaktadır. Aynı zamanda, proje çalışanlarının da işverenleriyle iş birliği yaparak kendi sağlıklarını ve güvenliklerini korumakla sorumlu oldukları belirtilmektedir. Bunun yanı sıra, ilgili kamu otoritelerinin halk sağlığını ve güvenliğini koruma rolü kabul edilmekle birlikte, proje sahiplerinin de projeden etkilenen toplulukların sağlık, güvenlik ve emniyet risklerini yönetme yükümlülüğü bulunmaktadır. Projelerin halk sağlığı üzerinde yaratabileceği olası etkiler değerlendirilmeli ve özellikle çevrede yaşayan topluluklar için hava, su, gürültü kirliliği, yol güvenliği ve diğer sağlık tehditlerine karşı önleyici tedbirler alınmalıdır.

Bu çerçevede, projenin tüm yaşam döngüsü boyunca sağlık, güvenlik ve emniyet risklerinin tanımlanması, değerlendirilmesi ve yönetilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu, sadece olağan faaliyetleri değil, beklenmedik olayları ve acil durumları da içermektedir. Bu nedenle, sağlık ve güvenlik riskleri, daha projenin tasarım aşamasından itibaren dikkate alınmalıdır. Proje sahipleri, iş sağlığı ve güvenliği politikalarını operasyonlarına entegre etmeli ve iş süreçlerinde bu ilkeleri aktif bir şekilde uygulamalıdır. Risklerin önlenmesi için teknik ve organizasyonel önlemler alınmalı, iş yerinde koruyucu tedbirlerin sürekli olarak iyileştirilmesi sağlanmalıdır.

Sağlık ve güvenlik yönetiminin bir parçası olarak, iş kazaları, yaralanmalar, taciz (cinsiyet temelli şiddet ve taciz dahil) veya sağlık problemlerinin meydana gelmesi durumunda, olayların kayıt altına alınması, analiz edilmesi ve gelecekte benzer olayların yaşanmasını önlemek için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde, yetkililere bildirimde bulunma ve iş birliği yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Eğer projeden kaynaklanan yaralanmalar veya sağlık problemleri söz konusuysa, mağdur kişilere finansal tazminat ve destek sağlanmalıdır. İş kazalarının önlenmesi için güçlü bir raporlama sistemi kurulmalı ve kaza analizleri sonucunda proaktif önlemler alınarak tekrarlanması engellenmelidir.

İş sağlığı ve güvenliği açısından, proje çalışanlarına güvenli bir çalışma ortamı sağlanmalıdır. Bunun için sektöre özgü tehlikeler ve riskler göz önünde bulundurulmalı ve olası tehlikeleri belirleyen bir risk değerlendirmesi yapılmalıdır. Projeye özgü iş sağlığı ve güvenliği planı oluşturularak, bu planın etkinliği düzenli olarak gözden geçirilmelidir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini koruma amacıyla, mühendislik kontrolleri gibi kolektif koruma önlemleri öncelikli olarak uygulanmalı ve gerektiğinde kişisel koruyucu ekipmanlar temin edilmelidir. Kişisel koruyucu ekipmanlar, yalnızca bir önlem olarak değil, son çare olarak değerlendirilmelidir. Öncelikli olarak, iş süreçleri tasarlanırken güvenlik önlemleri entegre edilmeli, güvenlik ekipmanları kullanımının gerekliliği azaltılmalıdır.

İş sağlığı ve güvenliği konusunda çalışanların bilinçlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, proje sahipleri, çalışanlarına sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu önlemler ve acil durum prosedürleri hakkında düzenli eğitimler vermelidir. Eğitimlerin yalnızca teorik değil, aynı zamanda pratik uygulamalar içerecek şekilde düzenlenmesi ve çalışanların olası risklere karşı nasıl hareket edeceklerini öğrenmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, proje kapsamında çalışanların güvenliğini sağlamak için sürekli izleme ve raporlama sistemleri oluşturulmalıdır. İş güvenliği eğitimleri, her seviyedeki çalışana yönelik olmalı ve iş süreçlerine entegre edilerek sürekli bir gelişim süreci içinde yürütülmelidir.

Son olarak, projelerde güvenlik yönetimi kritik bir öneme sahiptir. Proje sahasında güvenlik tehditlerine karşı koruyucu önlemler alınmalı, güvenlik personeli ve güvenlik sistemleri devreye sokulmalıdır. Güvenlik yönetimi sırasında insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi için özel güvenlik birimlerinin etik davranış standartlarına uygun hareket etmesi sağlanmalıdır. Güvenlik personelinin yerel halkla ilişkileri dikkatlice yönetilmeli ve orantısız güç kullanımına karşı önlemler alınmalıdır. Güvenlik riskleri, proje operasyonlarına ve yerel halk üzerindeki olası etkilerine göre analiz edilmeli ve proaktif önlemler geliştirilmelidir.

EBRD’nin sağlık, güvenlik ve emniyet gereklilikleri, projelerin tüm aşamalarında iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasını, risklerin önlenmesini ve toplulukların korunmasını hedeflemektedir. Bu doğrultuda, proje sahipleri ve işverenler, sağlık ve güvenlik yönetimi konusunda yüksek standartları benimsemeli ve uygulamalıdır. Sağlık, güvenlik ve emniyet önlemlerinin yalnızca yasal gereklilikleri yerine getirmek için değil, aynı zamanda iş verimliliğini ve çalışan memnuniyetini artırmak için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, iş sağlığı ve güvenliği politikalarının sürekli geliştirilmesi, güvenlik yönetim süreçlerinin denetlenmesi ve uluslararası en iyi uygulamaların takip edilmesi kritik öneme sahiptir.

:evresel ve Sosyal Gereklilik – 5: Arazi Edinimi ve Arazi Kullanımı

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilikler çerçevesinde belirlediği Arazi Edinimi, Arazi Kullanımı Kısıtlamaları ve Zorunlu Yeniden Yerleşim politikası, projelerin arazi edinimi süreçleriyle bağlantılı olarak ortaya çıkabilecek fiziksel ve ekonomik yerinden edilme durumlarını kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Bu politika, arazi edinimi süreçlerinin yalnızca ekonomik ve çevresel açıdan değil, aynı zamanda sosyal adalet ve insan hakları çerçevesinde de değerlendirilmesini öngörmektedir. Arazi edinimi ve yeniden yerleşim süreçleri, etkilenen bireylerin ve toplulukların rızası alınmadan yürütüldüğünde, sosyal açıdan olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, proje sahiplerinin, arazi edinimi ve yeniden yerleşim sürecini titizlikle yöneterek olası zararları en aza indirmeleri, etkilenen bireylere adil ve sürdürülebilir çözümler sunmaları beklenmektedir.

Bu gereklilik, iki temel yerinden edilme türünü kapsar:

  • Fiziksel yerinden edilme, insanların yaşadıkları konutlardan veya topraklarından taşınmak zorunda kalmalarını içerir.
  • Ekonomik yerinden edilme, bireylerin veya toplulukların geçim kaynaklarını, arazilerini veya doğal kaynaklarını kullanma imkanlarını kaybetmeleriyle ortaya çıkar.

Bu tür durumlar, çoğu zaman doğrudan proje faaliyetlerinden kaynaklanır ve özellikle altyapı projeleri, madencilik, enerji üretimi, yol yapımı ve sanayi yatırımları gibi büyük ölçekli projelerde yaygındır. Bu tür projeler, bazen geniş arazilere ihtiyaç duyduğu için doğrudan kamulaştırma veya özel arazi satın alımı yoluyla arazi edinimini gerektirebilir. Bunun yanında, bazı projeler arazi kullanımı üzerinde kısıtlamalara neden olarak dolaylı şekilde geçim kaynaklarının kaybına yol açabilir.

EBRD’nin politikası, mülkiyet hakkı, yaşam hakkı ve uygun konut hakkı gibi temel insan haklarını gözeterek uygulanmaktadır. Projeler kapsamında gerçekleştirilecek arazi edinimi ve yeniden yerleşim süreçlerinde, insanların geçim kaynaklarının korunması, alternatif gelir kaynaklarının oluşturulması ve yeni yerleşim yerlerinin uygun standartlara sahip olması sağlanmalıdır. Yalnızca resmi mülkiyet sahipleri değil, geleneksel veya geçici mülkiyet haklarına sahip olan bireyler ve topluluklar da bu süreçte korunmalıdır. Yerel halkın geleneksel haklarının tanınması, topraklarına erişimlerinin ve ekonomik kaynaklarının güvence altına alınması büyük önem taşımaktadır.

Zorunlu yerinden edilmenin uygun şekilde yönetilmemesi, etkilenen topluluklar için uzun vadeli yoksulluk, geçim kaynaklarının kaybı ve sosyal eşitsizlikler gibi ciddi sonuçlar doğurabilir. Yeniden yerleşim politikalarının kötü uygulanması, insanların ekonomik güvencelerinin zayıflamasına, topluluklar arasında sosyal gerilimlerin artmasına ve proje sahiplerine karşı toplumsal tepkinin yükselmesine neden olabilir. Bu tür olumsuz sonuçların önüne geçmek için, proje sahipleri mümkün olduğunca arazi edinimini ve yerinden edilmeyi en aza indirecek alternatif proje tasarımlarını değerlendirmeli ve bu süreçlerin ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerini kapsamlı bir şekilde analiz etmelidir.

Arazi edinimi kaçınılmaz olduğunda, etkilenen bireyler ve topluluklar için adil ve sürdürülebilir telafi mekanizmaları geliştirilmelidir. Bu mekanizmalar, yalnızca arazi veya konut karşılığı tazminatı değil, aynı zamanda ekonomik destek programlarını, alternatif istihdam fırsatlarını ve sosyal altyapıya erişimi de içermelidir. Etkilenen topluluklarla doğrudan diyalog kurulmalı ve karar alma süreçlerine dahil edilmeleri sağlanmalıdır. Proje sahipleri, etkilenen bireylerin ekonomik ve sosyal durumlarını değerlendirerek, geçim kaynaklarını sürdürebilmeleri için gerekli destekleri sağlamalıdır.

Cinsiyet eşitliği ve hassas grupların korunması da arazi edinimi süreçlerinde dikkate alınması gereken önemli konulardır. Kadınlar, yaşlılar, çocuklar, engelliler, göçmenler ve etnik azınlıklar gibi hassas grupların özel ihtiyaçları gözetilmeli ve bu grupların sosyal ve ekonomik hakları korunmalıdır. Kadınların ekonomik bağımsızlığına zarar verebilecek arazi edinimi uygulamalarının önüne geçilmeli, yeniden yerleşim süreçlerinde kadınların da karar alma süreçlerine dahil edilmesi sağlanmalıdır.

EBRD tarafından desteklenen projelerde, yerinden edilen toplulukların yaşam standartlarının sadece korunması değil, aynı zamanda iyileştirilmesi hedeflenmelidir. Bu doğrultuda, proje sahipleri, yeniden yerleşim politikalarını sosyal uyumu teşvik edecek şekilde planlamalı ve uygulamalıdır. Projelerin hayata geçirilmesi sürecinde, yeniden yerleşim gerekliliği ortaya çıktığında, etkilenen topluluklara adil ve uygun alternatifler sunulmalıdır. Güvenli ve sürdürülebilir yeni yerleşim alanları sağlanmalı, altyapı hizmetleri geliştirilerek eğitim, sağlık, temiz su ve elektrik gibi temel hizmetlerin kesintisiz sağlanması garanti altına alınmalıdır.

Yerinden edilen bireylerin yalnızca konut ihtiyaçları değil, ekonomik geçim kaynakları da dikkate alınmalıdır. Tarım, hayvancılık, ticaret gibi geçim kaynaklarına dayalı topluluklar için yeni yerleşim alanları belirlenirken bu faaliyetleri sürdürebilecekleri alanlar oluşturulmalıdır. Alternatif geçim kaynakları sağlanmalı ve etkilenen bireyler için istihdam fırsatları geliştirilmelidir. Eğitim ve meslek edindirme programları, bu toplulukların ekonomik olarak bağımsız hale gelmelerini sağlayacak şekilde planlanmalıdır.

EBRD tarafından finanse edilen projelerde, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri esas alınarak, yerinden edilme süreçlerinin nasıl yönetildiği sürekli olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir. Proje sahipleri, etkilenen bireylerin ve toplulukların haklarının korunması için bağımsız denetim mekanizmalarını devreye sokmalı ve bu süreçleri uluslararası iyi uygulamalara uygun şekilde yürütmelidir. Yeniden yerleşim politikalarının başarısı, yalnızca fiziksel olarak yeni bir yere taşınmayla değil, yerinden edilen bireylerin yaşamlarını sürdürebilecekleri uygun ortamların sağlanmasıyla ölçülmelidir.

Proje sahipleri, yerel ve ulusal yönetmeliklere ek olarak, Dünya Bankası’nın Zorunlu Yerinden Edilme Politikası, IFC Performans Standartları ve BM İnsan Hakları İlkeleri gibi uluslararası iyi uygulamalar çerçevesinde hareket etmelidir. Yerinden edilen bireyler ve topluluklar için geliştirilen telafi ve yeniden yerleşim politikalarının etkinliği düzenli olarak gözden geçirilmeli ve eksiklikler giderilmelidir.

EBRD’nin bu politikası, projelerin yalnızca ekonomik veya altyapısal kazanımlar elde etmesini değil, aynı zamanda toplulukların refahını artırmasını, sosyal adaleti sağlamasını ve insan haklarına tam uyumu garanti altına almasını hedeflemektedir. Uzun vadeli sürdürülebilirlik açısından, proje sahiplerinin topluluklarla etkili bir iletişim kurmaları ve yerel halkın projeye aktif katılımını sağlamaları büyük önem taşımaktadır. Yerinden edilme süreçleri ne kadar iyi yönetilirse, projenin başarısı ve sosyal kabulü de o kadar güçlü olacaktır. Bu nedenle, EBRD projelerinde arazi edinimi ve zorunlu yeniden yerleşim süreçleri, sosyal sorumluluk bilinciyle ele alınmalı ve bu süreçlerin adil, şeffaf ve sürdürülebilir bir yaklaşımla yönetilmesi sağlanmalıdır.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 6: Biyoçeşitliliğin Korunması

EBRD’nin Biyoçeşitliliğin Korunması ve Yaşayan Doğal Kaynakların Sürdürülebilir Yönetimi politikası, ekosistemlerin korunmasını, biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir kullanımını ve doğal kaynakların yönetimini kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Bu gereklilik, yalnızca ekosistemlerin korunmasını değil, aynı zamanda insan refahı, ekonomik büyüme ve çevresel sürdürülebilirlik arasındaki dengenin sağlanmasını hedeflemektedir. Biyolojik çeşitlilik, dünya genelinde yaşamın temelini oluşturur ve ekosistemlerin sunduğu hizmetler, insan yaşamının devamlılığı için kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda, EBRD tarafından finanse edilen projelerin, biyoçeşitlilik üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmeleri ve doğal kaynakları sorumlu bir şekilde yönetmeleri gerekmektedir.

Biyoçeşitlilik kaybı, küresel ölçekte bir kriz haline gelmiş olup, ormansızlaşma, habitat parçalanması, iklim değişikliği, aşırı avlanma, su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlenme gibi faktörler nedeniyle hızlanmaktadır. EBRD, bu politikasıyla Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG’ler) ve Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası sözleşmelerle uyumlu hareket etmeyi taahhüt etmektedir. Bu bağlamda, projelerin yalnızca çevresel etkilerini en aza indirmekle kalmayıp, aynı zamanda ekosistemleri iyileştirici ve biyoçeşitlilik üzerinde olumlu katkı sağlayan bir yaklaşımla yönetilmesi teşvik edilmektedir.

Biyolojik çeşitliliğin korunması ve ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilir kullanımı için önleme, etkiyi en aza indirme, telafi etme ve iyileştirme ilkelerini içeren azaltma hiyerarşisi yaklaşımı benimsenmektedir. Önleme aşaması, projelerin tasarım aşamasında çevresel etkilere neden olabilecek unsurların tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır. Eğer bu mümkün değilse, etkileri en aza indirme stratejileri geliştirilmelidir. Etkilerin kaçınılmaz olduğu durumlarda, habitatları ve ekosistemleri eski haline getirmek için telafi edici önlemler alınmalı, en son aşamada ise biyoçeşitliliği destekleyici ek tedbirler uygulanarak ekosistemlerin daha da güçlendirilmesi sağlanmalıdır.

EBRD’nin biyoçeşitliliği koruma politikası, biyolojik çeşitlilik açısından kritik alanlar, hassas ekosistemler ve nesli tükenme tehlikesi altındaki türlerin korunmasını öncelikli olarak ele almaktadır. Bu nedenle, proje sahipleri, faaliyet gösterdikleri alanlarda biyoçeşitlilik açısından önemli ekosistemleri belirlemeli ve bunlar üzerindeki potansiyel etkileri analiz etmelidir. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından belirlenen tehdit altındaki türlerin korunması, nesli tükenme tehlikesi altındaki türlerin yaşam alanlarının güvence altına alınması ve ekolojik bağlantılılığın korunması zorunludur.

Özellikle büyük ölçekli altyapı projeleri, madencilik, enerji üretimi, su yönetimi ve tarım projeleri gibi sektörlerde faaliyet gösteren firmaların, çevresel ve sosyal etki değerlendirmesi (ÇSED) süreçlerine biyoçeşitlilik değerlendirmelerini entegre etmeleri gerekmektedir. Bu tür projelerin, orman alanları, sulak alanlar, mercan resifleri, mangrov ekosistemleri, çayırlar ve diğer doğal habitatlar üzerindeki etkileri detaylı bir şekilde analiz edilmelidir. Ayrıca, habitat kaybını önlemek için yeşil altyapı çözümleri, doğaya dayalı çözümler ve sürdürülebilir arazi kullanım planları geliştirilmelidir.

Biyoçeşitliliğin korunmasına yönelik projeler, ekosistemlerin sunduğu hizmetleri desteklemeli ve doğrudan zarar vermekten kaçınmalıdır. Ekosistem hizmetleri, dört ana başlık altında değerlendirilir: arz hizmetleri (gıda, su, yakıt gibi doğal kaynaklar), düzenleyici hizmetler (hava ve su kalitesinin korunması, iklim düzenlemesi), kültürel hizmetler (rekreasyon, turizm, manevi değerler) ve destekleyici hizmetler (toprak oluşumu, besin döngüsü gibi ekosistem süreçleri). Projelerin, bu hizmetlerin sürdürülebilirliğini destekleyecek şekilde tasarlanması gerekmektedir.

Proje sahipleri, biyoçeşitlilik üzerindeki etkileri en aza indirmek amacıyla çevresel ve sosyal yönetim planları geliştirmeli ve bu planların etkinliğini sürekli olarak izlemelidir. Bu planlar, biyoçeşitliliğin korunmasına yönelik spesifik hedefleri, izleme ve raporlama süreçlerini, yerel halkın katılımını ve ilgili paydaşlarla iş birliği mekanizmalarını içermelidir. Yerel toplulukların bilgi ve deneyimlerinin, doğal kaynak yönetim süreçlerine entegre edilmesi teşvik edilmektedir. Özellikle yerel halkların geleneksel bilgi birikimi, ekosistemlerin sürdürülebilir şekilde yönetilmesinde önemli bir rol oynayabilir.

Doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimi, yalnızca doğa koruma amaçlı değil, aynı zamanda ekonomik sürdürülebilirliği de destekleyen bir yaklaşımı benimsemektedir. Ormancılık, tarım, balıkçılık ve su kaynakları yönetimi gibi sektörlerde faaliyet gösteren firmaların, doğal kaynakları sorumlu bir şekilde yönetmeleri beklenmektedir. Orman yönetimi politikaları, sürdürülebilir kesim oranlarını, habitat bütünlüğünü ve karbon depolama kapasitesini dikkate almalıdır. Tarım sektöründeki projelerde, sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilmeli, kimyasal gübre ve pestisit kullanımının azaltılması sağlanmalıdır. Balıkçılık sektöründeki projelerde ise, aşırı avlanmanın önüne geçmek ve deniz ekosistemlerini korumak amacıyla uluslararası standartlar benimsenmelidir.

EBRD’nin politikası, biyoçeşitliliğin korunmasına yönelik stratejilerin yanı sıra, iklim değişikliğinin biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkilerini azaltmayı da kapsamaktadır. İklim değişikliği, habitat kaybı, türlerin göç desenlerindeki değişiklikler ve okyanus asitlenmesi gibi faktörler aracılığıyla biyoçeşitlilik üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle, proje sahipleri, faaliyet gösterdikleri bölgelerde iklim değişikliğine uyum sağlamak için doğaya dayalı çözümler geliştirmeli ve ekosistem dayanıklılığını artırmaya yönelik stratejiler oluşturmalıdır.

EBRD, proje sahiplerinin uluslararası biyoçeşitlilik politikaları, Dünya Bankası’nın doğal kaynak yönetimi standartları, IUCN’nin tür koruma politikaları ve Ramsar Sözleşmesi gibi küresel sözleşmelere uygun hareket etmelerini beklemektedir. Bu politikaların uygulanabilirliğini artırmak için projelerin yaşam döngüsü boyunca düzenli olarak çevresel izleme ve değerlendirme faaliyetleri yürütülmeli, biyoçeşitlilik hedeflerine ne ölçüde ulaşıldığı düzenli olarak raporlanmalıdır.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 7: Yerli Halklar

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilik 7: Yerli Halklar politikası, yerli halkların haklarını korumayı, onların kültürel kimliklerini ve yaşam tarzlarını sürdürebilmelerini sağlamayı ve projelerin yerli topluluklar üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemeyi hedeflemektedir. Yerli halklar, genellikle ekonomik ve hukuki anlamda dezavantajlı gruplar arasında yer almakta ve geleneksel yaşam biçimlerini sürdürebilmeleri için doğal kaynaklara, topraklarına ve kültürel alanlarına erişimlerinin korunması gerekmektedir. Bu politika, EBRD tarafından finanse edilen projelerin yerli halkların kültürel haklarına, mülkiyet haklarına ve ekonomik geçim kaynaklarına zarar vermeden yürütülmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

EBRD’nin yerli halklarla ilgili yaklaşımı, onların serbest, önceden ve bilgilendirilmiş onay (FPIC – Free, Prior and Informed Consent) sürecine tam olarak katılımını garanti altına almayı zorunlu kılar. FPIC ilkesi, yerli toplulukların projelerle ilgili tam bilgiye sahip olmalarını, bu projeleri baskı altında kalmadan değerlendirme fırsatı bulmalarını ve isterlerse projeyi reddetme hakkına sahip olmalarını sağlamaktadır. Bu süreç, yalnızca proje başlangıcında değil, projenin tüm yaşam döngüsü boyunca devam etmeli ve sürekli bir diyalog mekanizması kurulmalıdır.

Bu gereklilik kapsamında, yerli halkların geleneksel toprakları ve doğal kaynakları üzerindeki hakları tanınmalı ve korunmalıdır. Yerli halklar için toprak, yalnızca bir mülkiyet aracı değil, aynı zamanda kültürel kimliklerinin, geçim kaynaklarının ve toplumsal yapılarını devam ettirmelerinin temel unsurudur. Bu nedenle, EBRD politikaları, yerli halkların topraklarına, kutsal alanlarına, doğal kaynaklarına ve geçim yöntemlerine zarar verebilecek projelerde, doğrudan bu topluluklarla müzakere edilmesini ve FPIC sürecinin yürütülmesini zorunlu kılar.

Proje sahipleri, yerli halkların sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan projelerden nasıl etkileneceğini belirlemek için kapsamlı bir değerlendirme yapmalıdır. Yerli halkların ekonomik geçim kaynakları üzerinde herhangi bir olumsuz etki oluşması durumunda, uygun telafi mekanizmaları devreye sokulmalı, geçim kaynakları sürdürülebilir bir şekilde korunmalı veya alternatif ekonomik fırsatlar yaratılmalıdır. Özellikle, tarım, balıkçılık, hayvancılık ve orman kaynaklarına dayalı geçim sistemleri olan topluluklar için özel koruma mekanizmaları oluşturulmalıdır.

Yerli halkların kültürel mirasının ve geleneksel bilgi sistemlerinin korunması, EBRD’nin politika çerçevesinde önemli bir yer tutmaktadır. Geleneksel bilgi sistemleri, yerli halkların doğayla sürdürülebilir bir denge içinde yaşamalarını sağlayan pratikleri içermektedir ve çevresel yönetimde kritik bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, proje sahipleri, yerli toplulukların geleneksel bilgilerini dikkate almalı ve sürdürülebilir doğal kaynak yönetimi stratejileri geliştirirken bu bilgiden faydalanmalıdır. Yerli halklarla yapılan iş birliklerinde, onların kendi yönetim sistemlerine ve karar alma süreçlerine saygı gösterilmeli, yerli topluluklar dışlayıcı olmayan bir süreçle projelerin her aşamasına dahil edilmelidir.

Eğer bir proje, yerli halkların yer değiştirmesine veya geleneksel topraklarının zarar görmesine neden oluyorsa, proje sahipleri bu etkileri en aza indirgemek için yeniden yerleşim planları oluşturmalı ve tazminat mekanizmalarını etkin bir şekilde hayata geçirmelidir. Zorunlu yerinden edilmenin mümkün olduğu en düşük seviyede tutulması ve alternatif yerleşim alanlarının yerli halkların sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesi sağlanmalıdır. Yerli toplulukların mevcut yaşam kalitesinin düşmemesi ve sosyal yapılarının bozulmaması için, yeniden yerleşim süreci kapsamlı bir katılım süreciyle yürütülmelidir.

Projelerin yerli halklar üzerindeki etkilerini izlemek için bağımsız değerlendirme ve şikayet mekanizmaları devreye alınmalıdır. Yerli halklar, projelerden kaynaklanan olumsuz etkilerle ilgili şikayetlerini dile getirebilmeli ve bu şikayetler bağımsız bir platformda değerlendirilebilmelidir. Proje sahipleri, yerli halkların haklarını ihlal etmeden projelerini yönetmekle yükümlüdür ve bu konuda düzenli olarak denetlenmelidir. Ayrıca, yerli toplulukların hukuki süreçlere erişiminin kolaylaştırılması ve onların haklarının yasal çerçevede korunması için proje sahipleriyle iş birliği yapılması gerekmektedir.

Yerli halklarla ilgili projelerin tasarımında yerel toplulukların kendi yönetişim sistemlerine ve karar alma süreçlerine uygun mekanizmalar geliştirilmelidir. Yerli topluluklar, genellikle kendilerine özgü yönetim sistemlerine, geleneksel hukuk kurallarına ve sosyal örgütlenme yapısına sahiptir. Bu yapılar proje planlamasında dikkate alınmalı ve yerli halkların kendi kaderlerini tayin etme hakları desteklenmelidir. Yerel topluluklarla müzakereler yürütülmeli ve yerli halkların projelerle ilgili görüşleri proje tasarım süreçlerine entegre edilmelidir.

Yerli halkların ekonomik refahının artırılması amacıyla eğitim, mesleki beceri geliştirme ve istihdam olanakları sağlanmalıdır. Proje sahipleri, yerli halklarla ilgili kapasite geliştirme programları yürütmeli, yerli gençlerin teknik becerilerini artıracak eğitimler sunmalı ve onların projelere aktif katılımını sağlamalıdır. Bunun yanı sıra, yerli kadınların ekonomik hayata daha fazla dahil olmasını destekleyici programlar geliştirilmeli ve toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilmelidir.

EBRD, yerli halkların yalnızca korunması gereken topluluklar olarak değil, sürdürülebilir kalkınmanın aktif ortakları olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede, yerli halklarla yapılan iş birlikleri, onların ekonomik, sosyal ve kültürel kapasitelerini güçlendirecek şekilde tasarlanmalıdır. Yerli halkların bilgi ve uzmanlıklarının projelere entegre edilmesi, çevresel sürdürülebilirlik açısından da önemli bir avantaj sağlayacaktır.

EBRD’nin Yerli Halklar Politikası, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 169 sayılı Yerli ve Kabile Halklar Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Yerli Halkların Hakları Bildirgesi ve Dünya Bankası’nın Yerli Halklar Politikası gibi uluslararası standartlarla uyumludur. Proje sahiplerinin bu politikalar doğrultusunda hareket etmeleri beklenmektedir. Projelerin yerli halklar için uzun vadeli sosyal ve ekonomik faydalar sağlaması, onların haklarını ihlal etmemesi ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesi esastır. Bu doğrultuda, yerli halklarla ilişkilerin adil, kapsayıcı ve şeffaf bir şekilde yönetilmesi, projelerin uzun vadeli başarısını artıracak ve sosyal çatışmaların önüne geçecektir

Çevresel ve Sosyal Gereklilik – 8: Kültürel Miras

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilik 8: Kültürel Miras politikası, projelerin kültürel miras üzerindeki potansiyel etkilerini belirlemeyi, olumsuz etkileri en aza indirgemeyi ve kültürel varlıkların sürdürülebilir bir şekilde korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Kültürel miras, toplumların tarihsel, sanatsal, bilimsel ve manevi değerlerini yansıtan somut ve soyut unsurlardan oluşmaktadır. Tarihi binalar, arkeolojik alanlar, kutsal mekanlar, doğal peyzajlar, geleneksel bilgi sistemleri, el sanatları, diller, ritüeller ve yerel toplulukların manevi değerleri bu kapsamda değerlendirilmektedir. Kültürel mirasın korunması, sadece toplumların kimliklerini sürdürmeleri için değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik için de kritik bir öneme sahiptir.

Bu politika, projelerin kültürel mirasa zarar vermemesini, miras alanlarının korunmasını ve toplulukların bu varlıklardan sürdürülebilir şekilde faydalanmasını garanti altına almayı hedefler. Proje sahipleri, faaliyetlerinin kültürel miras üzerinde olası etkilerini değerlendirmek, koruma önlemlerini belirlemek ve yerel topluluklarla iş birliği içinde hareket etmekle yükümlüdür. Kültürel mirasın korunması, proje yönetiminin temel bir unsuru olarak ele alınmalı ve bu süreçler, projelerin planlama, inşaat, işletme ve kapatma aşamalarında sistematik bir şekilde yürütülmelidir.

Proje sahipleri, faaliyet alanlarında kültürel miras unsurlarını belirlemek ve koruma stratejileri geliştirmek için uzmanlarla birlikte çalışmalıdır. Kültürel miras envanteri hazırlanmalı, saha çalışmaları ve arkeolojik değerlendirmeler yapılmalı ve yerel halkın geleneksel bilgisi de bu süreçlere dahil edilmelidir. Yerli halkların ve yerel toplulukların kültürel varlıklar üzerindeki hakları tanınmalı ve korunmalıdır.

Projeler, kültürel mirasa zarar vermemek için önleme, etkiyi en aza indirme, telafi etme ve iyileştirme ilkelerini içeren azaltma hiyerarşisini benimsemelidir. Bu çerçevede:

  • Öncelikle projelerin kültürel miras alanları üzerinde doğrudan veya dolaylı bir etkisi olup olmadığı belirlenmelidir.
  • Etkiler tamamen önlenemiyorsa, uygun koruma önlemleriyle mirasın zarar görmesi en aza indirgenmelidir.
  • Eğer mirasın korunması mümkün değilse, uygun telafi mekanizmaları oluşturulmalıdır. Bu, belgelenme, restorasyon veya alternatif miras koruma projelerinin uygulanmasını içerebilir.
  • Son aşamada, kültürel miras alanları iyileştirilerek ek koruma çalışmaları yapılmalıdır.

Projelerin kültürel miras üzerindeki etkileri yalnızca fiziksel yıkım veya tahribatla sınırlı değildir. Gürültü, trafik, kirlilik, turizm baskısı, iklim değişikliği ve sosyal yapıdaki değişiklikler de kültürel miras üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Bu nedenle, projelerin kültürel miras üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri detaylı bir şekilde analiz edilmeli ve uzun vadeli koruma planları oluşturulmalıdır.

EBRD’nin politikası, yerel toplulukların kültürel mirasın korunmasına yönelik süreçlere aktif olarak katılımını teşvik etmektedir. Proje sahipleri, kültürel mirasın korunmasına ilişkin kararları topluluklarla istişare etmeli ve ilgili tüm paydaşları sürece dahil etmelidir. Eğer bir proje, yerel toplulukların kutsal mekanlarını, geleneksel törenlerini veya tarihi alanlarını etkiliyorsa, ilgili topluluklarla doğrudan diyalog kurulmalı ve onların görüşleri dikkate alınmalıdır.

Projeler, yerel halkın miras alanlarından ekonomik fayda sağlamasını desteklemelidir. Kültürel mirasın korunmasını teşvik eden yerel turizm projeleri, el sanatları üretimi, kültürel festivaller ve geleneksel bilgi sistemlerinin ticari değer kazanması gibi faaliyetler desteklenmelidir. Kültürel mirasın korunmasına yönelik finansal mekanizmalar geliştirilmeli ve bu süreçler yerel yönetimler, akademik kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve UNESCO gibi uluslararası kurumlarla iş birliği içinde yürütülmelidir.

Proje sahipleri, kültürel mirasın korunması sürecinde bağımsız uzmanlarla ve akademik kurumlarla iş birliği yapmalı, miras alanlarını etkileyebilecek faaliyetlerle ilgili bağımsız bilimsel değerlendirmeler yaptırmalıdır. Bu süreçte, arkeologlar, tarihçiler, antropologlar ve koruma uzmanlarıyla birlikte çalışılması önerilmektedir.

Projelerin kültürel mirasa olan etkileri, uygulama öncesi, sırasında ve sonrasında düzenli olarak izlenmeli ve değerlendirilmelidir. Proje sahipleri, mirasın korunması için gerekli tüm yasal ve teknik önlemleri alarak, projeye entegre bir Kültürel Miras Yönetim Planı (CHMP) geliştirmelidir. CHMP, mirasa yönelik risklerin nasıl yönetileceğini, hangi koruma önlemlerinin alınacağını, topluluklarla nasıl iletişim kurulacağını ve projenin kültürel mirasa olan etkilerinin nasıl izleneceğini içermelidir.

Eğer proje sahasında yeni kültürel miras unsurları keşfedilirse, proje sahipleri bu unsurların korunması için derhal yetkili mercilere bilgi vermeli ve gerekli önlemleri almalıdır. Kültürel miras yönetimi, yalnızca proje başlangıcında değil, tüm proje süresince devam eden bir süreç olarak ele alınmalıdır.

EBRD’nin kültürel miras politikası, UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesi, Avrupa Kültürel Miras Sözleşmesi, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) ilkeleri ve Dünya Bankası Çevresel ve Sosyal Standartları gibi uluslararası standartlarla uyumludur. Proje sahipleri, bu çerçevede hareket etmeli ve kültürel mirasın korunmasını sağlamak için yerel, ulusal ve uluslararası düzenlemelere tam uyum göstermelidir.

Bu kapsamda:

  • UNESCO Dünya Mirası Alanlarına yakın projelerde özel önlemler alınmalı, bu alanların korunması için ek güvenlik tedbirleri geliştirilmelidir.
  • Ulusal kültürel miras yasalarına uyulmalı ve projelerin kültürel miras üzerindeki etkileri bağımsız bir süreçle değerlendirilmelidir.
  • Yerel topluluklarla iş birliği yaparak kültürel mirasın korunması için eğitim ve farkındalık programları düzenlenmelidir.

EBRD’nin Kültürel Miras Politikası, projelerin sadece ekonomik kalkınmayı desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda toplulukların kültürel kimliklerini, tarihlerini ve geleneklerini koruyarak sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlamalarını hedeflemektedir. Kültürel mirasın korunması, yalnızca yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda toplumsal istikrar ve uzun vadeli ekonomik gelişme için kritik bir unsurdur. Bu nedenle, EBRD tarafından desteklenen projeler, kültürel mirası korumak için en iyi uluslararası uygulamaları benimsemeli, yerel topluluklarla iş birliği yapmalı ve mirasın sürdürülebilir yönetimini sağlamalıdır. Bu süreçlerin etkin bir şekilde yönetilmesi, projelerin toplumsal kabulünü artıracak ve sosyal uyumu güçlendirecektir

Çevresel ve Sosyal Gereklilik 9: Finansal Aracılar

EBRD’nin Çevresel ve Sosyal Gereklilik 9: Finansal Aracılar (FIs) politikası, EBRD tarafından finanse edilen projelerde finansal aracılar yoluyla sağlanan fonların çevresel ve sosyal etkilerinin nasıl yönetileceğini belirlemektedir. Finansal aracılar, bankalar, yatırım fonları, mikrofinans kuruluşları ve diğer finansal kurumları kapsamakta olup, EBRD’nin finansal sistem aracılığıyla sürdürülebilir ekonomik büyüme ve sosyal kalkınmayı destekleme stratejisinin temel bileşenlerinden biridir. Bu politika, finansal aracılara verilen fonların çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik çerçevesinde yönetilmesini zorunlu kılarak, doğrudan EBRD tarafından fonlanmayan ancak bu fonlardan dolaylı olarak yararlanan projelerin de sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uyumlu olmasını sağlamayı amaçlamaktadır.

Finansal aracılar, EBRD tarafından sağlanan fonları kullanarak farklı sektörlerde ve büyüklüklerdeki işletmelere finansman sağlar. Bu nedenle, bu finansman yoluyla desteklenen projelerin çevresel ve sosyal risklerinin etkin bir şekilde yönetilmesi kritik bir öneme sahiptir. EBRD, finansal aracılar için belirli çevresel ve sosyal gereklilikleri uygulayarak, aracılı finansman mekanizmasını şeffaf ve sürdürülebilir hale getirmeyi hedeflemektedir. Bu politika, EBRD’nin finansal aracılarla çalışırken sorumlu bankacılık, iklim değişikliğiyle mücadele, yeşil finansman ve sosyal kapsayıcılığı teşvik etme gibi ana stratejik hedeflerini destekleyen bir çerçeve sunmaktadır.

EBRD, finansal aracılarla çalışırken çevresel ve sosyal risk yönetiminin etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak için belirli mekanizmalar geliştirir. Bu çerçevede, finansal aracılar:

  • EBRD’nin çevresel ve sosyal politika gerekliliklerine tam uyum sağlamalıdır.
  • Finansman sağladıkları alt projelerin çevresel ve sosyal etkilerini değerlendirmeli ve izlemelidir.
  • Risk yönetimi prosedürlerini geliştirmeli ve uygulamalıdır.
  • Çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik ilkelerini finansman süreçlerine entegre etmelidir.
  • Alt borçluların çevresel ve sosyal yükümlülüklere uyum sağlamasını temin etmelidir.
  • Sürdürülebilir finansman araçlarını geliştirmeli ve iklim değişikliğiyle mücadelede etkili rol oynamalıdır.

Bu çerçevede, alt proje terimi, EBRD tarafından finansal aracılara sağlanan fonların kullanıldığı yatırımları veya faaliyetleri ifade etmektedir. Alt borçlular ise, finansal aracı tarafından fonların yönlendirildiği ve öz sermaye finansmanı durumunda yatırım yapılan şirketleri kapsayan kurumlardır. ESR 9’un gereklilikleri, EBRD finansmanından yararlanan tüm alt projelere ve alt borçlulara uygulanacaktır.

Finansal aracılar, alt projelerin çevresel ve sosyal risklerine orantılı olacak şekilde risk yönetim prosedürlerini uygulamakla yükümlüdür. EBRD, finansal aracının doğasına, iş faaliyetlerine ve portföyündeki alt projelerin çevresel ve sosyal risk düzeyine bağlı olarak belirli gereklilikleri yerine getirmesini talep edebilir. Bu gereklilikler, ilgili riskleri ele almak için geliştirilmiş spesifik çevresel ve sosyal rehberlik belgeleri ve prosedürleri içerebilir ve EBRD ile finansal aracı arasında yatırım sürecinde mutabık kalınarak belirlenir.

EBRD, finansal aracılar aracılığıyla sağlanan fonların çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik çerçevesinde yönetilmesini zorunlu kılar. Bu doğrultuda, finansal aracılar, çevresel ve sosyal risklerin değerlendirilmesi ve izlenmesi için entegre bir yönetim sistemi kurmalı ve aşağıdaki unsurları içeren kapsamlı bir yaklaşım benimsemelidir:

  1. Risk Kategorizasyonu ve Sınıflandırma
    Finansal aracılar, EBRD’nin belirlediği risk kategorilerine uygun şekilde alt projeleri sınıflandırmalı ve yüksek riskli projeler için daha detaylı değerlendirmeler yapmalıdır.
  2. Çevresel ve Sosyal Risk Değerlendirme Mekanizmaları
    Finansal aracılar, alt borçluların çevresel ve sosyal etki değerlendirmesi (ÇSED) süreçlerini yönetmeli ve olası riskleri önceden tespit etmelidir.
  3. İzleme ve Raporlama Süreçleri
    Finansal aracılar, yatırım portföylerindeki projelerin çevresel ve sosyal etkilerini izlemek ve periyodik olarak EBRD’ye raporlamak zorundadır.
  4. Mevzuata Uygunluk ve Uyum Denetimleri
    Finansal aracılar, EBRD’nin çevresel ve sosyal politikalarına ek olarak, ulusal ve uluslararası mevzuata tam uyum sağlamakla yükümlüdür.
  5. Sorumlu Finansman İlkeleri
    Finansal aracılar, yeşil finansman, sürdürülebilir yatırım stratejileri ve iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik girişimleri desteklemelidir.

EBRD, finansal aracılar için şeffaflık ilkelerinin benimsenmesini zorunlu kılar. Finansal aracılar:

  • Çevresel ve sosyal raporlamalarını kamuoyuna açık hale getirmeli,
  • Paydaş katılım mekanizmalarını etkin bir şekilde kullanmalı,
  • Şikayet mekanizmalarını güçlendirmeli ve sosyal sorumluluk ilkelerini uygulamalıdır.

Şeffaflık, yatırımcıların ve kamuoyunun finansal aracılar tarafından sağlanan fonların nasıl kullanıldığını takip etmelerini sağlayan kritik bir unsurdur. Bu bağlamda, finansal aracılar yatırım portföylerindeki projelerin sürdürülebilirlik performansını ölçmeli ve kamuya açık bir şekilde raporlamalıdır.

EBRD, finansal aracılar aracılığıyla iklim değişikliğiyle mücadele, düşük karbonlu ekonomiye geçiş ve sürdürülebilir yatırımları teşvik eden finansman modellerini desteklemektedir. Bu kapsamda, finansal aracılar aşağıdaki girişimleri teşvik etmelidir:

  • Düşük karbonlu enerji projeleri (yenilenebilir enerji yatırımları, enerji verimliliği projeleri),
  • İklim değişikliğine uyum projeleri (yeşil altyapı, su yönetimi, sürdürülebilir tarım),
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen finansman programları,
  • KOBİ’lere yönelik sürdürülebilir finansman mekanizmaları.

EBRD’nin sürdürülebilir finansmana yönelik bu politikası, finansal sistemin uzun vadeli ekonomik büyümeyi desteklerken çevresel ve sosyal etkileri dikkate almasını sağlamaktadır. Finansal aracılar, yalnızca finansal performansa odaklanmamalı, sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen yatırımları teşvik etmeli ve çevresel/sosyal riskleri etkin bir şekilde yönetmelidir.

Çevresel ve Sosyal Gereklilik 10: Paydaş Katılımı politikası

Projelerin tüm paydaşlarla açık, şeffaf ve etkili bir iletişim kurmasını sağlamak amacıyla geliştirilmiştir. Bu gereklilik, projelerin çevresel ve sosyal etkilerini yönetmek için geniş kapsamlı ve sürekli bir paydaş katılım sürecinin önemini vurgular. Paydaş katılımı, sadece projenin başarısını artırmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadeli sürdürülebilirlik açısından topluluklarla güvenilir ve yapıcı ilişkilerin geliştirilmesine olanak tanır. Paydaş katılımı sürecinin etkili bir şekilde uygulanması, projelerin çevresel ve sosyal performanslarını iyileştirme potansiyeline sahiptir ve bu nedenle proje döngüsünün her aşamasında sürekli olarak yürütülmelidir.

Paydaş katılımı, proje süresince yalnızca bilgi sağlama veya toplulukların görüşlerini alma süreci değildir. Aynı zamanda, etkilenen bireylerin ve toplulukların projeye dair karar alma süreçlerine aktif katılımını sağlamak için sürdürülebilir bir diyalog mekanizması oluşturmayı gerektirir. Bu gereklilik, projenin ilk planlama aşamasından itibaren uygulanmalı, işletme sürecinde devam etmeli ve projenin kapanışıyla birlikte nihai etkileri değerlendirilerek tamamlanmalıdır. Paydaş katılımı, sadece projeyle doğrudan ilgili taraflarla değil, aynı zamanda projeye dolaylı olarak etki edebilecek veya projeden etkilenecek geniş paydaş gruplarıyla da yürütülmelidir. Bu gruplar arasında yerel topluluklar, sivil toplum kuruluşları, akademik çevreler, yerel yönetimler, devlet kurumları, uluslararası kuruluşlar ve özel sektör temsilcileri bulunabilir.

Paydaş katılımının amacı, projelerin sosyal kabulünü artırarak çatışma risklerini minimize etmek, projenin etkinliğini ve şeffaflığını artırmak, toplulukların projeden faydalanma düzeyini yükseltmek ve çevresel ile sosyal etkileri daha iyi yönetmek için ilgili tarafların bilgiye erişimini sağlamaktır. Proje sahipleri, paydaş katılımının sürdürülebilir ve kapsayıcı bir süreç olarak yürütülmesini sağlamak için paydaş analizlerini gerçekleştirmeli, bilgilendirme süreçlerini şeffaf bir şekilde yönetmeli, topluluklarla istişare mekanizmalarını etkin hale getirmeli ve bu sürecin izlenmesini sağlayarak raporlamalıdır.

Projelerde paydaş katılımının etkin bir şekilde yürütülebilmesi için paydaş kimliklendirme sürecinin titizlikle gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Paydaşlar, projeden doğrudan veya dolaylı olarak etkilenme derecelerine göre analiz edilmeli ve proje ile ilişkileri doğrultusunda önceliklendirilmelidir. Bu süreçte, topluluk içinde yer alan kırılgan grupların özel ihtiyaçları dikkate alınmalı ve onların görüşlerinin de eşit şekilde yansıtılabilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Dezavantajlı grupların katılımını teşvik etmek için proaktif bir yaklaşım benimsenmeli ve dil, kültürel engeller, fiziksel engellilik veya sosyal dışlanma gibi faktörlerin aşılmasını sağlamak amacıyla katılımcı yöntemler geliştirilmelidir.

Paydaş katılım süreci, proje sahiplerinin tüm paydaşlara zamanında, açık ve anlaşılır bilgiler sunmasını gerektirir. Projeye dair temel bilgilerin, çevresel ve sosyal etkilerin, olası risklerin ve yönetim planlarının paylaşılması, paydaşların bilinçli bir şekilde projeye katkı sağlamasını kolaylaştıracaktır. Bilgilendirme sürecinin tek yönlü bir iletişim olmaktan çıkıp, geri bildirim alınmasını ve istişarelerin anlamlı bir diyalog çerçevesinde gerçekleştirilmesini sağlayacak şekilde yapılandırılması önemlidir. Paydaşların projeye dair kaygılarını dile getirmelerine olanak tanıyan etkin bir istişare sürecinin yürütülmesi, onların projeye olan güvenini artıracak ve iş birliği ortamını güçlendirecektir.

Proje sahipleri, paydaşların taleplerini, şikayetlerini ve önerilerini dikkate alarak süreçleri sürekli iyileştirmek için bağımsız ve erişilebilir bir şikayet mekanizması oluşturmalıdır. Bu mekanizma, tüm paydaşların proje hakkında geri bildirimde bulunabileceği, şikayetlerini dile getirebileceği ve adil bir süreçle çözüme ulaşabileceği güvenilir bir platform sağlamalıdır. Şikayet mekanizmasının, misillemeye yol açmayacak şekilde tasarlanması ve herhangi bir ayrımcılığa neden olmadan tüm paydaşlar için erişilebilir olması sağlanmalıdır. Şikayet sürecinin etkinliği, mekanizmanın şeffaf ve tarafsız olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Proje sahipleri, gelen şikayetlerin nasıl ele alındığını ve çözüm sürecinin nasıl ilerlediğini paydaşlarla düzenli olarak paylaşmalıdır.

Paydaş katılım sürecinin toplumsal cinsiyet duyarlılığı gözetilerek uygulanması da büyük önem taşımaktadır. Kadınlar, gençler, yaşlılar, engelliler ve diğer dezavantajlı grupların katılımını teşvik etmek için özel stratejiler geliştirilmeli ve bu grupların projelerden eşit düzeyde faydalanmasını sağlamak için gerekli tedbirler alınmalıdır. Cinsiyet eşitliği perspektifinden bakıldığında, kadınların proje süreçlerine aktif katılımı teşvik edilmeli ve onların görüşleri, karar alma mekanizmalarına entegre edilmelidir. Bu doğrultuda, kadınlara yönelik özel bilgilendirme toplantıları düzenlenebilir, topluluk liderleri ve kadın örgütleri ile iş birliği yapılarak projelerin kadınlar üzerindeki etkileri değerlendirilmelidir.

Projelerin paydaşlarla kurdukları ilişkinin yalnızca bilgilendirme düzeyinde kalmaması, aynı zamanda karar alma süreçlerine aktif katılımı teşvik eden bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Paydaşlardan alınan geri bildirimler dikkate alınmalı ve proje süreçlerine entegre edilmelidir. Paydaş katılım süreçlerinin şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla düzenli olarak raporlama yapılmalı ve paydaşlarla geri bildirim mekanizmaları oluşturulmalıdır.

EBRD, paydaş katılım süreçlerinin ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerle uyumlu olmasını şart koşmaktadır. Projelerin yürütüldüğü ülkelerin mevzuatına tam uyum sağlanmalı, aynı zamanda uluslararası en iyi uygulamalar dikkate alınarak paydaş katılım süreçleri geliştirilmelidir. Özellikle, IFC’nin Performans Standartları, OECD’nin Sorumlu İş Uygulamaları Rehberi ve Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehberi gibi küresel çerçevelerle uyumlu bir yaklaşım benimsenmelidir.

Paydaş katılım sürecinin etkinliği, ancak sürekli izleme, değerlendirme ve geliştirme ile sağlanabilir. Proje sahipleri, paydaş katılım süreçlerini düzenli olarak gözden geçirmeli, süreçlerdeki eksiklikleri belirlemeli ve gerektiğinde yöntemlerini revize etmelidir. Paydaşlarla düzenli toplantılar yapılarak sürecin iyileştirilmesine yönelik öneriler alınmalı ve bu öneriler doğrultusunda stratejiler geliştirilmelidir.

EBRD’nin Paydaş Katılımı Politikası, projelerin sadece çevresel ve sosyal riskleri yönetmesini sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda topluluklarla daha güçlü bağlar kurmasını, projelerin sosyal kabulünü artırmasını ve uzun vadeli sürdürülebilirlik sağlamasını hedeflemektedir. Bu politika, projelerin şeffaf ve katılımcı bir süreç çerçevesinde yürütülmesini zorunlu kılmakta, topluluklarla iş birliğinin artırılmasını ve paydaşlarla güçlü bir iletişim ağı kurulmasını teşvik etmektedir. Bu sürecin etkin bir şekilde yürütülmesi, hem proje sahiplerinin hem de paydaşların yararına olacak şekilde sosyal, ekonomik ve çevresel faydalar yaratacaktır​

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir