Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları Çerçevesinde Finansal Etkilerin Değerlendirilmesi

Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), şirketlerin çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) performanslarını uluslararası uyumlu şekilde raporlamasını sağlayan zorunlu standartlardır. Kamu Gözetimi Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK) tarafından ISSB (Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu) standartlarının çevirisi olarak yayımlanan TSRS 1 ve TSRS 2, 01.01.2024 itibarıyla belirli büyük ve halka açık işletmeler için sürdürülebilirlik raporlamasını yasal zorunluluk haline getirmiştir. TSRS 1 “Sürdürülebilirlikle İlgili Finansal Bilgilerin Açıklanmasına İlişkin Genel Hükümler” standardı, işletmelerin kısa, orta ve uzun vadede nakit akışlarını, sermaye maliyetini veya finansmana erişimini etkileyebilecek sürdürülebilirlik risk ve fırsatlarını açıklamasını zorunlu kılar. TSRS 2 “İklimle İlgili Açıklamalar” standardı ise işletmelerin iklim kaynaklı fiziksel riskler, geçiş riskleri ve fırsatlar ile bunların finansal yapıya etkilerine ilişkin detaylı bilgiler sunmasını gerektirir. Bu standartlar, başta bankacılık, çimento, demir-çelik, madencilik, gayrimenkul yatırım ortaklığı (GYO), sigorta, otomotiv ve tekstil gibi sektörlerde faaliyet gösteren ve iklim risklerine maruziyeti yüksek şirketleri hedef almaktadır. Böylelikle yatırımcılar, kreditörler ve diğer paydaşlar bu sektörlerdeki şirketlerin iklim değişikliğinden kaynaklanan risk ve fırsatlarını, finansal etkileriyle birlikte, şeffaf bir şekilde değerlendirebileceklerdir.

TSRS kapsamında hazırlanan sürdürülebilirlik raporlarının belirli bir formatı olmamakla birlikte, Yönetişim, Strateji, Risk Yönetimi, Metrikler ve Hedefler ana başlıklarını içermesi beklenir. Bu raporlar ayrı bir “TSRS Uyumlu Sürdürülebilirlik Raporu” şeklinde veya entegre faaliyet raporunun içinde özel bir bölüm olarak sunulabilir; her durumda finansal raporların bir parçası sayılır ve denetime tabidir. Aşağıda, TSRS 1 ve 2 hükümlerine göre söz konusu başlıklar altında iklimle ilgili risk ve fırsatların finansal etkileri kapsamlı şekilde ele alınmaktadır. Bu analiz, Arçelik ve Türk Hava Yolları gibi öncü şirketlerin TSRS uyumlu raporlarından örnek uygulamaları ve IFRS tarafından 2025 yılında yayımlanan iklimle ilgili örnek senaryoları da referans almaktadır.

Yönetişim

Yönetişim başlığı altında, şirketin sürdürülebilirlik ve iklim risklerini yönetme konusundaki organizasyonel yapısı, süreçleri ve politika çerçevesi açıklanır. TSRS 2’ye göre amaç, finansal rapor kullanıcılarının işletmenin iklimle ilgili risk ve fırsatları izlemek, yönetmek ve denetlemek için hangi yönetişim süreçlerini ve kontrolleri kullandığını anlamalarını sağlamaktır. Bu kapsamda şirket yönetim kurulunun rolü, üst düzey sorumluların (örn. sürdürülebilirlik komitesi, CFO, Chief Sustainability Officer gibi) görev ve yetkileri, iklim risklerine dair raporlamaların hangi sıklıkta ve nasıl yönetim kuruluna iletildiği detaylandırılır. Örneğin, bir şirket yönetim kurulunda sürdürülebilirlik veya kurumsal sosyal sorumluluk komitesi oluşturarak iklim risklerinin üst düzeyde gözetimini yapabilir. Yönetim kurulu üyelerinin iklim riskleri ve fırsatlarına ilişkin gerekli uzmanlığa sahip olması veya bu konuda eğitim alması sağlanır; ayrıca üst yönetimin performans hedeflerine iklimle ilgili metriklerin eklenmesi (ör. emisyon azaltım hedefleri ile uyumlu prim sistemleri) yönetişim açıklamalarında belirtilir.

İlgili sektörlerde faaliyet gösteren büyük şirketler, son yıllarda yönetişim yapılarını bu doğrultuda güncellemiştir. Örneğin, Arçelik’in TSRS uyumlu raporunda sürdürülebilirlik yönetiminin icra kurulu seviyesinde bir Chief Sustainability Officer (CSO) liderliğinde yürütüldüğü, şirkette Sürdürülebilirlik Çalışma Grupları oluşturulduğu ve tüm önemli sürdürülebilirlik risk/fırsatlarının yönetim kurulunca düzenli olarak değerlendirildiği belirtilmektedir. Benzer şekilde Türk Hava Yolları (THY), sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği risklerini izlemek üzere üst yönetimde sorumluluklar tanımlamış, her yıl yönetim kurulunun bu risklere ilişkin durum değerlendirmesi yapmasını sağlayacak mekanizmalar kurmuştur. Bu tür yönetişim uygulamaları, şirketlerin iklim risklerini stratejik karar alma süreçlerine entegre etmesini kolaylaştırır ve paydaşlara üst düzey taahhüt olduğunu gösterir.

Strateji

Strateji bölümünde, iklimle ilgili risk ve fırsatların şirketin iş modeli, stratejik planları ve finansal durumuna etkileri açıklanır. TSRS 2, işletmelerin kısa, orta ve uzun vadede nakit akışlarını, finansmana erişimini veya sermaye maliyetini etkilemesi makul ölçüde beklenebilecek iklim risk ve fırsatlarını belirleyip bunların şirket stratejisine entegrasyonunu zorunlu kılar. Bu kapsamda şirket, karşı karşıya olduğu başlıca iklim risklerini (fiziksel ve geçiş riskleri) ve iklim fırsatlarını tanımlar; her biri için etkilerin hangi zaman dilimlerinde (kısa: 1-3 yıl, orta: 3-10 yıl, uzun: 10+ yıl) gerçekleşmesinin beklendiğini belirtir. Ayrıca, iklim risk ve fırsatlarının şirketin iş modeli ve değer zinciri üzerindeki etkileri analiz edilir; örneğin coğrafi operasyon bölgelerine göre riskler (sel riski, su kıtlığı vb.) ve tedarik zinciri aşamalarına etkiler değerlendirilir.

İklimle ilgili fiziksel riskler, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan somut olayların şirket üzerindeki olumsuz etkileridir. Fiziksel riskler akut veya kronik olarak sınıflandırılır. Akut fiziksel riskler ani ve şiddetli hava olaylarından (örneğin fırtına, sel, kuraklık, orman yangını, sıcak hava dalgası) kaynaklanır; kronik fiziksel riskler ise uzun vadede meydana gelen iklim değişimleri (örneğin deniz seviyesinin yükselmesi, yağış rejimindeki kalıcı değişimler, su kaynaklarının azalması, sıcaklık ortalamalarının artışı) sonucu ortaya çıkar. Bu riskler şirketin varlıklarına doğrudan hasar verebilir veya tedarik zincirindeki aksamaların dolaylı maliyetlerini artırabilir; örneğin bir fabrikayı sel basması maddi duran varlıklarda hasara ve üretim kaybına yol açarken, küresel ısınma nedeniyle su kıtlığı hammaddelere erişimi kısıtlayıp üretim maliyetlerini yükseltebilir. Nitekim TSRS 2, işletmelerin suya erişebilirlik, aşırı sıcaklıklar gibi fiziksel etkilerin tesislerini, operasyonlarını ve çalışan güvenliğini nasıl etkileyebileceğini strateji kapsamında değerlendirmesini bekler. Örneğin, çimento ve demir-çelik fabrikaları için su kıtlığı önemli bir fiziksel risktir; su olmadan üretim süreçleri aksar ve finansal kayıplar yaşanabilir. Benzer şekilde madencilik sektöründe aşırı yağış veya toprak kayması, maden sahalarında üretimi durdurarak şirketin gelirlerini olumsuz etkileyebilir.

İklimle ilgili geçiş riskleri ise ekonominin karbon yoğun faaliyetlerden daha düşük karbonlu bir yapıya geçiş sürecinden kaynaklanan risklerdir. Bu riskler genellikle politika ve yasal değişiklikler, teknolojik dönüşüm, piyasa dinamikleri ve itibar boyutlarında ortaya çıkar. Örneğin karbon fiyatlandırmasının getirilmesi veya emisyon sınırlarının sıkılaştırılması bir politika riski, fosil yakıtlara alternatif yeni teknolojilerin (elektrikli araçlar, yeşil hidrojen, karbon yakalama vb.) gelişmesi teknolojik risk, müşteri tercihlerinin değişip düşük karbonlu ürünlere yönelmesi piyasa riski, ve paydaş baskılarıyla yüksek emisyonlu şirketlerin itibar kaybetmesi itibar riskidir. TSRS 2’nin tanımına göre bu geçiş riskleri, şirket için artan işletme maliyetleri veya varlık değer düşüklüğü gibi finansal sonuçlar doğurabilir. Örneğin, otomotiv sektöründe içten yanmalı motorlu araçların satışına getirilecek yasaklar (yasal risk) ve elektrikli araç teknolojisindeki hızlı gelişim (teknolojik risk), geleneksel üreticileri piyasa kaybı ve fabrikalarının değerinin düşmesi riskiyle karşı karşıya bırakır. Bankacılık ve sigorta sektörleri de geçiş risklerinden dolaylı olarak etkilenir; karbon yoğun sektörlere kredi veren bir banka, düzenleyici değişikliklerle bu kredilerin temerrüt riskinin artması sonucunda finansal zarar görebilir. Benzer biçimde sigorta şirketleri, portföylerindeki varlıkların değer kaybı veya fosil yakıt projelerine sigorta sağlamamaktan doğan fırsat maliyetiyle karşılaşabilir.

İklimle ilgili fırsatlar ise iklim değişikliğiyle mücadele veya iklim değişikliğine uyum çabalarından doğan potansiyel olumlu etkilerdir. Örneğin yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği, döngüsel ekonomi uygulamaları, sürdürülebilir ürün ve hizmet inovasyonu gibi konular şirketler için yeni gelir kaynakları veya maliyet tasarruf fırsatları yaratabilir. Tekstil sektöründe geri dönüştürülmüş malzemeler kullanarak üretilen çevre dostu moda ürünleri geliştirmek bir fırsat iken, gayrimenkul (GYO) sektöründe yeşil bina yatırımları ve sertifikalı sürdürülebilir projeler geliştirmek hem kira değerini artırabilir hem de finansman bulmayı kolaylaştırabilir. Bankalar için ise yeşil krediler ve sürdürülebilir tahvil ihracı gibi ürünler, hem toplumsal fayda sağlayan yatırımları finanse etmek hem de yeni bir müşteri segmentine ulaşmak anlamında önemli fırsatlardır.

Strateji bölümünde şirketler, tanımlanan risk ve fırsatların mevcut iş stratejilerine etkisini değerlendirmeli ve gerektiğinde stratejilerini uyarlamalıdır. TSRS 2, işletmelerin bu bağlamda iklimle ilgili senaryo analizleri yaparak stratejilerinin iklim değişikliğine karşı dirençliliğini açıklamasını beklemektedir. Bu, şirketin farklı iklim senaryolarında (ör. küresel sıcaklık artışının 1,5°C ile sınırlandığı iyimser senaryo veya 3°C’yi aştığı kötü senaryo gibi) faaliyetlerinin ve finansal performansının nasıl etkileneceğini öngörmesini içerir. Nitekim THY’nin 2024 TSRS uyumlu raporunda, International Energy Agency (IEA) Net Sıfır 2050 ve IATA Net-Zero Roadmap gibi senaryolar ile Avrupa Birliği’nin Fit for 55 girişimi çerçevesinde hazırlanan havacılık senaryoları kullanılarak şirketin iklim risklerine karşı dayanıklılığı analiz edilmiştir. Bu analizlerde, karbon emisyonlarına dair regülasyonların sıkılaşması, sürdürülebilir havacılık yakıtı (SAF) kullanımının yaygınlaşması gibi faktörlerin THY’nin operasyonlarına ve maliyet yapısına etkileri modellenmiştir. Şirket, söz konusu risk ve fırsatların finansal etkilerini ayrı bölümlerde detaylandırmış; örneğin “Finansal Durum, Finansal Performans ve Nakit Akışları Üzerindeki Etkiler” başlığı altında iklim senaryolarının kârlılık ve nakit akışları üzerinde yaratacağı değişimi, “İklim Stratejisi ile Uyumlu Yatırım ve Finansman Planları” başlığı altında ise iklim hedeflerine ulaşmak için planladığı yatırım ve harcamaları açıklamıştır. TSRS 2’nin 15(b), 16(c) ve 16(d) paragraflarına uygun olarak, kısa, orta ve uzun vadede finansal performanstaki değişimler ve bu değişimlere karşı alınacak aksiyonlar raporda yer almıştır. Bu yaklaşım, iklim risk ve fırsatlarının kağıt üzerinde kalmayıp somut finansal planlara ve hedeflere dönüştürüldüğünü göstermektedir.

Bir şirketin stratejik iklim analizine Arçelik örneği verilebilir. Arçelik, TSRS uyumlu sürdürülebilirlik raporunda operasyonlarının karşılaşabileceği fiziksel riskleri (örneğin su stresi) detaylı bir senaryo analizi ile değerlendirmiştir. Şirket, üretim tesislerinin bulunduğu bölgelerde 2030 yılına kadar yaşanabilecek su kıtlığı riskini bilimsel projeksiyonlarla analiz etmiş ve olası finansal etkileri tahmin etmiştir. Sonuç olarak bazı tesislerin su bulunabilirliğinin azalması durumunda üretimde kesinti olacağı ve bunun faaliyet kârında 230,5 – 345,8 milyon TL aralığında bir kayıp riski oluşturabileceği öngörülmüştür. Arçelik bu potansiyel risk maliyetini, 2030 yılındaki muhtemel üretim kaybını şirketin ağırlıklı ortalama sermaye maliyeti (WACC) ile 2024 yılına indirgeme yöntemiyle hesaplamıştır. Bu şekilde, iklim risklerinin işletmenin gelecekteki nakit akışlarına bugünden nasıl yansıyabileceği somut bir değerle ifade edilmiştir. Şirket aynı senaryo kapsamında riski azaltmaya yönelik alacağı önlemleri de belirlemiştir: Su verimliliği yatırımları, geri dönüşüm ve yeniden kullanım sistemleri, yağmur suyu hasadı ve tedarikçilerin su ve emisyon konularında sürdürülebilirlik hedefleri benimsemeye teşvik edilmesi gibi aksiyonlar planlanmıştır. Arçelik, 2030 yılına kadar ürün başına su çekimini %10 azaltma, 2040’a kadar %25 azaltma hedefi koyarak stratejisini somut metriklerle desteklemektedir. Bu tür örnekler, TSRS 2 kapsamında istenen “dirençlilik” analizinin ve finansal etkilerin nicel olarak ortaya konulması ilkesinin hayata geçirilmiş halidir.

Sektörel İklim Riskleri ve Fırsatları

Strateji aşamasında, her sektörün kendine özgü iklim riskleri ve fırsatları dikkate alınmalıdır. Aşağıdaki tabloda TSRS kapsamındaki öncelikli sektörlerden bazıları için başlıca geçiş riskleri, fiziksel riskler ve iklim fırsatları ile bunların muhtemel finansal etkileri özetlenmiştir:

Sektör Geçiş Riskleri (Finansal Etkileri) Fiziksel Riskler (Finansal Etkileri) İklim Fırsatları (Finansal Etkileri)
Bankacılık Karbon yoğun sektörlere verilen kredilerde temerrüt riskinin artması, stres testlerinde kredi portföyü değer kaybı (karşılık giderlerinde artış); yeşil varlık oranları düzenlemeleri; itibar riski nedeniyle fosil projelerin finansmanından çekilme. Şube ve veri merkezlerinin sel, fırtına gibi olaylardan etkilenmesi (varlık hasarı, faaliyet kesintisi); borçluların fiziksel zararlardan ödeme kabiliyetinin bozulması (dolaylı kredi riski). Yeşil krediler ve sürdürülebilir tahviller (faiz geliri artışı); yenilenebilir enerji projelerinin finansmanında liderlik (piyasa payı ve ücret gelirlerinde artış); portföyde iklim riskinin düşürülmesiyle uzun vadede batık kredi oranının azalması.
Çimento Karbon vergileri ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gibi uygulamalarla maliyet artışı (EBITDA marjında düşüş); düşük karbonlu çimentoya geçiş için yeni teknolojilere yatırım zorunluluğu (sermaye harcaması artışı); yüksek emisyonlu ürünlerin müşteri tarafından tercih edilmemesi (pazar payı kaybı). Aşırı sıcak hava dalgalarının üretim verimini düşürmesi; su kıtlığının üretimi kısıtlaması (ciro kaybı); aşırı hava olaylarının tesisleri hasara uğratması (onarım maliyetleri, faaliyet duruşu). Düşük karbonlu çimento ve alternatif bağlayıcı ürün Ar-Ge’si (yeni pazar fırsatları, rekabet avantajı); atık kullanımı ve biyoyakıtlarla üretimde enerji maliyetinin düşürülmesi; karbon yakalama ve depolama ile karbon kredisi geliri elde etme imkânı.
Demir-Çelik Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında karbon maliyetlerinin üretim maliyetine eklenmesi (kârlılık düşüşü); yeşil çelik talebine uyum sağlayamayan üreticilerin ihracatta Avrupa pazarına erişiminin kısıtlanması (gelir kaybı); tesislerin elektrik ark ocağı veya hidrojen gibi teknolojilere geçiş ihtiyacı (yüksek yatırım maliyeti, varlıkların değerinde düşüş). Yüksek sıcaklıkların ve elektrik kesintilerinin üretim süreçlerini aksatması (üretim kaybı); su sıkıntısının çelik üretimindeki soğutma süreçlerini etkilemesi (verim kaybı, ek yatırım ihtiyacı); sel veya deprem gibi afetlerde tesislerin uğrayacağı zarar (onarım maliyetleri, üretim kesintisi). Yeşil çelik üretimine (ör. hidrojenle indirgeme) erken yatırım yaparak yeni pazarlarda pay kazanma; atık ısı geri kazanımı ve enerji verimliliğiyle maliyet tasarrufu; çelik geri dönüşüm oranlarını artırarak hammadde maliyetini düşürme; sürdürülebilirlik performansı yüksek şirket olarak yatırımcı çekiciliğinin artması.
Madencilik Kömür gibi yüksek karbonlu madenlerin kullanımına getirilen sınırlamalar (rezervlerin stranded asset olması, gelir azalması); çevresel düzenlemelerle maden işletme izinlerinin zorlaşması veya ek mali yükümlülükler (rehabilitasyon maliyetlerinde artış); yatırım ve finansman bulmada zorluklar (sermaye maliyeti artışı) – özellikle fosil yakıt madenciliğinde. Aşırı yağışların maden ocaklarını su basması (üretim aksamaları, pompalama maliyetleri); kuraklık ve su kısıtlarının maden işletmelerini sınırlaması (üretimde azalma); toprak kaymaları, heyelan gibi afetlerin can/mal güvenliği riski yaratması (operasyonel duruş, tazminat yükümlülükleri). Enerji dönüşümü için kritik madenlere (lityum, nikel, kobalt vb.) talebin artmasıyla yeni pazar fırsatları ve fiyat avantajı; maden sahalarında yenilenebilir enerji yatırımları (uzun vadeli maliyet düşüşü); güçlü çevresel performans gösteren madencilik şirketlerinin yerel topluluk ve regülatör nezdinde itibar kazanarak daha sürdürülebilir operasyonlar yürütmesi.
GYO (Gayrimenkul) Binalar için enerji verimliliği ve karbon emisyonu standartlarının sıkılaşması (eski binalarda renovasyon yatırımı ihtiyacı, uyum maliyetleri); büyük kurumsal kiracıların karbon ayakizi yüksek binalardan çıkmayı tercih etmesi (kiralama talebinde azalma); yeşil finansman kriterlerine uymayan projelerin kredi bulmakta zorlanması. İklim değişikliği kaynaklı deniz seviyesi yükselmesi veya sel riskinin kıyı ve nehir kenarı gayrimenkullerin değerini düşürmesi (varlık değer düşüklüğü); ısı dalgalarının binaların soğutma maliyetini artırması ve aşırı hava olaylarının (fırtına, dolu) binalarda fiziksel hasara yol açması (sigorta maliyetlerinin ve bakım giderlerinin artması). Yeşil binalar ve sertifikalı (LEED, BREEAM vb.) projeler geliştirerek yüksek talep gören, kira geliri avantajlı portföy oluşturma; yenilenebilir enerji ve verimli sistemler sayesinde işletme giderlerini düşürme (net işletme gelirinde artış); sürdürülebilir gayrimenkul yatırım fonları aracılığıyla yatırım çekme (düşük maliyetli sermaye).
Sigorta İklim risklerinin zorunlu sermaye yeterlilik hesaplarına dahil edilmesi (daha fazla sermaye tutma ihtiyacı, ROE düşüşü); yüksek karbonlu şirketlere verilen teminatların itibar riski yaratması (poliçe portföyünün yeniden şekillendirilmesi ihtiyacı); reasürörlerin iklim kaynaklı zararlar için fiyatları yükseltmesi (prim maliyet artışı). Doğal afetlerin sıklık ve şiddetinin artması (sel, kasırga, orman yangını gibi) sonucu tazminat ödemelerinde patlama – özellikle yangın ve mühendislik branşlarında büyük hasar yükleri (kombine rasyo bozulması, kârlılık azalması); belli bölgelerin tamamen sigortalanamaz hale gelmesi (prim kaybı); salgın hastalıklar ve sıcaklık artışı ile sağlık sigortalarında hasar frekansının yükselmesi. Yeni ürünler: İklim parametrelerine dayalı parametrik sigortalar, karbon emisyonuna bağlı fiyatlamalar gibi inovatif poliçeler sunarak pazar payını artırma; iklim dostu projelere yatırım yaparak (ör. yeşil altyapı tahvilleri) finansal getiri sağlama; güçlü risk modellemeleriyle rekabetçi avantaj elde etme.
Otomotiv Fosil yakıtlı araç satışlarının yasaklanmasına dair regülasyonlar (ihracat pazarlarına erişimde engel, iç pazarda satış kaybı); Elektrikli araç dönüşümünü yakalayamayan üreticilerin ürün gamının rekabet gücünü yitirmesi (cari ve gelecekteki gelir kaybı); batarya teknolojilerinde geride kalmak; karbon vergileriyle üretim maliyetinin artması; içten yanmalı motor fabrikalarının atıl kalması (maddi duran varlıkların erken kullanımdan kalkması, değer düşüklüğü). Tedarik zincirinde aşırı hava olayları nedeniyle parça temininde gecikmeler (üretim aksaması ve cezai maliyetler); üretim tesislerinde fırtına, dolu, sel gibi afetlerin yaratacağı hasarlar (onarım ve duruş maliyeti); sıcak hava dalgalarının işçi sağlığını ve verimliliğini etkilemesi (üretim hızının düşmesi). Elektrikli araçlar ve batarya teknolojilerine yatırım yaparak yeni pazarlarda liderlik (pazar payı artışı); düşük emisyonlu araç üretimine geçişte devlet teşvik ve sübvansiyonlarından yararlanma (yatırım finansmanı avantajı); üretimde yenilenebilir enerji kullanarak ve enerji verimli prosesler uygulayarak birim üretim maliyetini azaltma; ikinci el parça geri dönüşümü ve döngüsel iş modelleri geliştirerek ek gelir yaratma.
Tekstil Modada “hızlı tüketim” (fast fashion) modeline karşı düzenleyici kısıtlamalar veya ek vergiler (örn. atık ve geri dönüşüm zorunlulukları) getirilmesi (uyum maliyeti); tedarikçilere karbon ayakizi sınırı konulması (tedarik maliyetinin artması); büyük küresel alıcıların sürdürülebilir üretim standartlarını şart koşması (sipariş kaybı riski, dönüşüm yatırımı ihtiyacı). Pamuk gibi tarımsal hammadde üretiminin kuraklık, sıcaklık artışı ve zararlılardaki artış nedeniyle düşmesi (hammadde fiyat artışı, tedarik sıkıntısı); tedarik zincirinde (örn. Güney Asya’daki fabrikalarda) sel ve afetlerin üretimi durdurması (stok ve teslimat sorunları); aşırı sıcakların fabrikalarda iş gücü verimini azaltması. Sürdürülebilir moda trendiyle uyumlu koleksiyonlar (organik pamuk, geri dönüştürülmüş polyester vb. kullanarak marka değerinin ve satışların artması); su ve enerji verimliliği sağlayan teknolojilerle birim maliyetleri düşürme; atık azaltma ve geri dönüşüm sayesinde döngüsel ekonomiden kazanç elde etme (ör. ikinci el veya yenilenmiş ürün satışı); çevre dostu markaların yatırımcı ve fonlar tarafından tercih edilmesi (sermaye girişi).

Yukarıdaki tablo, farklı sektörlerin iklim değişikliğiyle mücadele sürecinde karşılaşabileceği risk türlerini ve bu risklere proaktif yaklaşmanın getirebileceği fırsatları finansal etkileriyle birlikte özetlemektedir. Örneğin enerji ve emisyon yoğun sektörler (çimento, demir-çelik gibi) için karbon fiyatlandırması ve teknolojik dönüşüm en büyük sınav iken; finans ve sigorta gibi sektörler iklim risklerinin dolaylı etkilerini (kredi riski, hasar ödemeleri) yönetmek durumundadır. Her sektörde ortak payda, TSRS 2’nin şirketlerden bu risk ve fırsatları kendi koşullarına göre analiz etmelerini ve finansal planlarında dikkate almalarını beklemesidir. Nitekim TSRS, şirketlerin “sürdürülebilirlik risk ve fırsatlarını kapsamlı bir şekilde analiz etmelerini ve bu analizleri stratejileri, iş modelleri ve finansal performansları ile ilişkilendirerek raporlamalarını” şart koşar. Bu da, sektöre özgü farklılıklar olsa da tüm şirketlerin iklim stratejilerini finansal etkilerle bağdaştırması anlamına gelir.

Risk Yönetimi

Risk yönetimi başlığı, işletmenin iklimle ilgili risk ve fırsatları belirleme, önceliklendirme, izleme ve bunlara yanıt verme süreçlerini kapsar. TSRS 1, şirketlerin sürdürülebilirlikle ilgili finansal risk ve fırsatlarını belirlerken uyguladıkları yöntemleri ve iç kontrol mekanizmalarını açıklamalarını zorunlu tutar. Bu kapsamda şirketler, iklim risklerini genel risk yönetim sistemlerine entegre ettiklerini göstermelidir. Örneğin bir kurumun kurumsal risk envanterinde, iklim değişikliği nedeniyle operasyonların aksaması, yasal düzenlemelere uyum maliyeti, piyasa talebindeki değişim gibi riskler ayrı kayıtlar olarak yer alabilir. Risk yönetim süreçleri, bu risklerin olasılık ve etkisine göre değerlendirilmesini (ör. ısı haritaları, derecelendirme sistemleri), üst yönetime periyodik raporlanmasını ve gerekli aksiyonların (riskten kaçınma, azaltma, transfer veya kabullenme stratejileri) tanımlanmasını içerir. TSRS 2, şirketlerin iklim risklerini belirlerken hem içsel (şirket operasyonları, tesisleri, ürünleri) hem de dışsal (tedarik zinciri, müşteriler, yatırım ortamı) faktörleri göz önünde bulundurmasını bekler. Aynı zamanda risk yönetimi açıklamalarında, şirketin iklim risklerini yönetmek için belirlediği iştah ve tolerans seviyeleri, erken uyarı göstergeleri ve stres testi uygulamaları gibi unsurlar da yer alabilir.

Sektörel açıdan bakıldığında, iklim risklerini yönetme yöntemleri farklılık gösterebilir:

  • Bankacılık ve Sigorta: Bu sektörlerde risk yönetimi, gelişmiş analiz araçları ve stres testleri ile desteklenir. Bankalar, kredi portföylerini iklim riskine göre analiz etmeye başlamıştır; örneğin karbon yoğun sektörlere verdikleri kredilerin toplam içindeki payını ölçerek, gelecekte karbon fiyatlarının bu kredilerin geri ödeme kapasitesini nasıl etkileyebileceğini modelliyorlar. Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (IFRS) kapsamında kredi riskine ilişkin karşılık hesaplamalarında (IFRS 9 – Beklenen Kredi Zararları modeli) bazı büyük bankalar iklim senaryolarını da girdi olarak kullanmaya başlamıştır. Sigorta şirketleri de benzer şekilde katastrofik modelleme tekniklerini geliştirerek, artan doğal afet sıklığını prim fiyatlamasına yansıtacak şekilde risk iştahlarını ayarlıyorlar. Örneğin bir sigortacı, kıyı bölgelerindeki konut poliçeleri için risk primlerini yükseltip teminat limitlerini düşürerek portföyünü korumaya çalışabilir. Risk yönetimi açıklamalarında bu gibi yaklaşımlar, iklim risklerinin geleneksel finansal risklerle birlikte değerlendirildiği vurgulanarak belirtilir. Ayrıca bankalar ve sigortacılar için regülatörlerin beklentileri de önemlidir; BDDK ve TCMB, bankalardan iklim riskini iç sistemlere entegre etmelerini beklediklerini duyurmuştur. Bu doğrultuda bazı bankalar, kredi tahsis süreçlerinde karbon yoğun sektörlere maruz kalma limitleri belirlemekte, sigortacılar ise poliçe kabul süreçlerinde iklim riskine duyarlı underwriting politikaları geliştirmektedir.

  • Üretim Sektörleri (Çimento, Çelik, Otomotiv, Tekstil vb.): Bu sektörlerde risk yönetimi, operasyonel düzeyde etkili uygulamaları içerir. Örneğin fabrikalarda iklim risk değerlendirmeleri yapılır; her tesisin sel, fırtına, deprem gibi risk profilleri çıkarılır ve kritik tesisler için iş sürekliliği planları hazırlanır. Tedarik zinciri yönetiminde, tedarikçiler coğrafi konumlarına göre fiziksel risk açısından değerlendirilir, kritik parçalar için alternatif tedarik kaynakları geliştirilir. Şirketler su stresi, hava sıcaklığı gibi metrikleri izleyerek üretim planlamasında proaktif önlemler alabilir. Ayrıca bu sektörlerde iç karbon fiyatlandırması uygulamaları başlamıştır – örneğin Arçelik, her birim sera gazı emisyonu için dahili bir “gölge fiyat” kullanarak yatırımların karar alma süreçlerinde karbonun maliyetini görünür kılmaktadır. Bu sayede gelecekte gerçek bir karbon vergisi geldiğinde hangi projelerin finansal olarak riskli olacağı önceden tespit edilebilmektedir. Risk yönetimi açıklamalarında, bu tür içsel mekanizmaların nasıl çalıştığı, yönetimin karar almada bunları nasıl kullandığı anlatılır.

  • Madencilik ve Enerji: Bu sektörler, çevresel ve iklim risklerini yönetmek için genellikle özel ekipler ve yoğun takip gerektirir. Maden şirketleri, maden sahaları için ayrıntılı rehabilitasyon planları ve çevresel risk azaltma programları geliştirir; ayrıca maden ömrü boyunca ortaya çıkacak iklimsel değişimleri (ör. su çekilmesi, toprak erozyonu) yakından takip eder. Enerji şirketleri (özellikle elektrik üretimi yapanlar), portföylerindeki santrallerin iklim politikasındaki değişimlere duyarlılığını ölçer. Örneğin bir elektrik üreticisi, kömür santrallerinin kârlılığını düzenli olarak karbon fiyat senaryolarıyla test ederek gerektiğinde bu varlıklarda değer düşüklüğü karşılığı ayırma veya erken kapatma kararı alabilir.

TSRS 2, risk yönetimi bölümünde işletmelerin iklim risklerini yönetmek için nasıl bir organizasyon yapısı kurduklarını, hangi araçları kullandıklarını ve risklerin finansal etkilerini azaltmak için ne gibi eylemler planladıklarını açıklamasını ister. Örneğin, bir şirketin “iklim risk komitesi” kurduğu, bu komitenin üç ayda bir toplanıp risk raporlarını incelediği ve kritik bulguları denetim komitesine raporladığı belirtilebilir. Ayrıca riskler gerçekleştiğinde devreye sokulacak acil durum ve adaptasyon planları (ör. ekstrem hava olayında tesis kapatma protokolleri, alternatif üretim yerlerine geçiş vb.) bu bölümde anlatılır.

İklim risklerinin finansal etkilerini etkin yönetmek, aynı zamanda bu etkilerin finansal raporlama ve açıklamalarda doğru yansıtılmasını da gerektirir. Uluslararası düzeyde, IASB (Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu) 2025 yılında iklimle ilgili belirsizliklerin finansal tablolarda daha iyi raporlanmasına yönelik örnek uygulamalar yayımlamıştır. Bu çalışmada, şirketlerin finansal tablolarda belirsizlikleri (özellikle iklimle ilgili belirsizlikleri) açıklamada tutarsız ve yetersiz bilgiler verdiği; bu nedenle yatırımcıların riskleri tam anlayamadığı tespit edilmiştir. IASB, hazırladığı örnek senaryolarla şirketlerin mevcut muhasebe standartlarını kullanarak iklim risklerini finansal tablolarda nasıl açıklayabileceğini göstermiştir. Örneğin bir üretim şirketine dair senaryoda, artan iklim politikaları nedeniyle bazı tesislerin planlanandan erken kapanma riski olduğu belirtilmiş ve bu durumun, ilgili tesislerin terk etme ve rehabilitasyon karşılığı (provision) üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. Sonuçta şirket, karşılık tutarında henüz bir değişiklik olmasa bile bu riskin önemli ve artan olduğunu ve potansiyel yükümlülüğün çok yüksek maliyetli olabileceğini notlarında açıklamıştır. Burada vurgulanan nokta, her ne kadar finansal tablo kalemi üzerinde anlık bir değişiklik yaratmamış olsa da (karşılık tutarı iskonto nedeniyle düşük kaldığı için), iklim politikalarından kaynaklanan erken kapatma riski ve olası yüksek nakit çıkışı bilgisinin paydaşlar için önemli (maddi) kabul edilmesidir. IFRS’nin bu yaklaşımı, TSRS raporlamasıyla da uyumludur: Şirketler finansal tablolarını hazırlarken iklim risklerini göz ardı etmemeli, gerekirse dipnotlarda önemli varsayım ve belirsizlikler arasında iklimle ilgili olanları belirtmelidir. TSRS 1 uyarınca da işletmeler, finansal tablolarda yer alan tutarları önemli ölçüde etkileyebilecek sürdürülebilirlik risklerini belirleyip açıklamalıdır. Bu, örneğin bir varlığın değerinde iklim nedeniyle düşüş yaşanmasa bile, yönetimin böyle bir riski değerlendirdiğini ve henüz gerçekleşmemiş olsa da finansal etkisine hazırlıklı olduğunu göstermesi anlamına gelir.

Risk yönetimi bölümü, iklim risklerinin yalnızca tanımlanması değil, aktif şekilde yönetilmesi ve finansal sonuçlarının azaltılması için şirket içindeki sistemlerin tasvir edildiği kısımdır. Arçelik’in raporunda bahsedilen su riskine karşı alınacak önlemler ve yatırımlar, risk yönetiminin proaktif bir örneğidir. THY de risk yönetiminde, örneğin sürdürülebilir havacılık yakıtı (SAF) kullanımını artırarak geçiş riskini fırsata çevirme stratejilerini ortaya koymuştur. Bu tür bilgiler, yatırımcılara şirketin iklim risklerini ciddiye aldığını ve “işini bu risklere göre yeniden şekillendirdiğini” gösterir.

Metrikler ve Hedefler

Metrikler ve Hedefler, şirketin sürdürülebilirlik performansını ölçmek için kullandığı göstergeler ile geleceğe dönük taahhüt ve hedeflerini kapsar. TSRS 2, özellikle seragazı emisyonları konusunda ayrıntılı metriklerin açıklanmasını zorunlu kılar. Şirketler, Kapsam 1, Kapsam 2 ve Kapsam 3 sera gazı emisyonlarını ayrı ayrı raporlamak ve geçmiş dönemlerle karşılaştırmak durumundadır. Bu kapsamda Kapsam 1, şirketin doğrudan kontrol ettiği kaynaklardan çıkan emisyonlar; Kapsam 2, satın aldığı elektrik/ısı nedeniyle oluşan dolaylı emisyonlar; Kapsam 3 ise tedarik zincirinden ürün kullanımına kadar değer zincirindeki diğer dolaylı emisyonlardır. TSRS standardı, Sera Gazı Protokolü’ne uygun olarak bu emisyonların 15 alt kategoriye ayrılmasını ve raporlanmasını da teşvik eder. Özellikle büyük imalat şirketlerinin karbon ayakizinin önemli bölümü (>%90’ı) Kapsam 3 emisyonlarından oluşabileceğinden, TSRS raporlarında bu alandaki veriler kritik önemdedira. Nitekim Arçelik, toplam karbon ayakizinin %99’unun Kapsam 3 emisyonlarından kaynaklandığını, bunun da %82’sinin ürünlerinin kullanımından geldiğini belirtmiştir. Bu tür bilgiler, şirketin iklim etkisinin yalnız kendi operasyonlarıyla sınırlı olmadığını, ürünlerinin yaşam döngüsü boyunca ortaya çıkan emisyonları da içerdiğini gösterir.

Metrikler arasında emisyonlar dışında enerji tüketimi, yenilenebilir enerji oranı, su kullanımı, atık geri dönüşüm oranı, ürün enerji verimlilik göstergeleri, ürün ömürleri gibi çevresel performans ölçütleri de bulunur. TSRS, ISSB standartlarıyla uyumlu olarak sektör bazlı önemli metriklerin de raporlanmasını teşvik eder. Örneğin otomotiv sektörü için araçların ortalama yakıt verimliliği veya elektrikli araç satış oranı, gayrimenkul sektörü için portföyün enerji tüketim yoğunluğu (kWh/m²) veya yeşil bina sertifikalı alan yüzdesi, bankacılık için kredi portföyünün karbon yoğunluğu (ton CO2/ kredi tutarı) gibi metrikler önemlidir. Arçelik, TSRS rehberinde belirtilen “Ev Aletleri İmalatı Sektör Bazlı Metrikleri” de raporuna dahil etmiştir. Bu, sektöre özgü karşılaştırılabilirliği sağlamak adına kritik bir adımdır; zira sadece genel emisyon rakamları değil, faaliyet alanına özgü performans göstergeleri de paydaşlarca takip edilmektedir.

Hedefler kısmında ise şirketin belirlediği somut sürdürülebilirlik ve iklim hedefleri açıklanır. Bu hedefler sayısal ve zaman bağlı olmalıdır (ör. “2030 yılına kadar Scope 1 ve 2 emisyonlarını %42 azaltmak” gibi). Örneğin Arçelik, Bilim Temelli Hedefler girişimi doğrultusunda 2030’a kadar Kapsam 1 ve 2 emisyonlarında %42 azaltım, ürün kullanımından kaynaklı (Kapsam 3) emisyonlarda da %42 azaltım hedefi benimsemiştir. Aynı şekilde THY, 2050 yılına kadar net-sıfır emisyonlu bir hava yolu olma taahhüdünü kamuoyuna açıklamıştır (birçok havacılık şirketinin benimsediği ortak hedeftir). Otomotiv üreticileri, belirli bir yıl itibarıyla model gamlarının tamamen elektrikli olacağını duyurabilmektedir (ör. 2035 itibarıyla tüm yeni modellerinin elektrikli olması gibi). Bu tip hedefler, şirketin uzun vadeli stratejik yönünü ortaya koyar.

Hedeflerin yanı sıra ilerleme de şeffaf biçimde raporlanır: Örneğin 2024 yılı itibarıyla hedeflerin yüzde kaçına ulaşıldığı, emisyonların baz yıla göre ne oranda azaltıldığı gibi veriler sunulur. TSRS raporlamasında, önceki dönem hedefleri ve gerçekleşmelerin kıyaslanması, sapmaların gerekçeleriyle birlikte açıklanması beklenir. Ayrıca ara hedefler (milestones) belirlenmesi teşvik edilir; sadece 2050 gibi uzak hedefler değil, 2025, 2030 gibi ara dönemler için de ölçülebilir alt hedefler koyulması istenir.

Metrik ve hedefler bölümünde, şirketler karbon fiyatı varsayımları veya iç karbon fiyatı uygulamalarını da açıklayabilir. Örneğin, ileriye dönük planlarında ton başına karbon maliyetini X € olarak öngördüklerini, bu varsayımın yatırım kararlarına girdiğini belirtebilirler. Bu, finansal planlamada iklim politikalarının etkisini hesaba kattıklarını gösterir.

Ayrıca finansal sektör için “yeşil varlık oranı”, “ESG skor ortalamaları” gibi metrikler; sigortacılar için “iklim riskine maruz poliçelerin yüzdesi” gibi göstergeler de söz konusu olabilir. TSRS 2, her işletmenin kendi maruz kalmasına göre uygun metrikleri seçmesini ancak seragazı emisyonları ve hedeflerinin mutlaka raporlanmasını şart koşar. Bu sayede, bir paydaş farklı şirketlerin iklim performansını metrikler üzerinden karşılaştırabilir ve hedeflerin ne kadar iddialı olduğunu değerlendirebilir.

Örnek vermek gerekirse, Arçelik yukarıda belirtilen emisyon azaltım hedeflerine ek olarak yenilenebilir enerji kullanımı hedefi de ortaya koymuştur. THY, 2030’a kadar sürdürülebilir yakıt kullanım oranını belirli bir seviyeye çıkarmayı ve filo yakıt verimliliğini artırmayı metriklerle takip etmektedir. Çimento sektöründe şirketler klinker/çimento oranını düşürme (dolayısıyla proses emisyonlarını azaltma) hedefleri koyabilmektedir. Tekstil firmaları su tüketimini ürün bazında azaltma veya belirli bir oranda sürdürülebilir hammadde kullanma taahhütlerini duyurmaktadır.

Açıklanan metrik ve hedeflerin güvenirliği için TSRS, bu verilerin bağımsız güvence denetiminden geçmesini de şart koşmaktadır (KGK, sürdürülebilirlik raporlarına sınırlı bağımsız denetim yapılacağını ilan etmiştir). Bu da şirketlerin raporladıkları emisyon ve diğer performans verilerinin doğruluğunu arttırmaktadır.

İklim Risklerinin Finansal Tablolara Etkisi ve Teknik Konular

TSRS ile getirilen raporlama yükümlülükleri, finansal tabloları doğrudan değiştiren yeni muhasebe standartları değildir; ancak iklim değişikliğinin finansal tablolardaki etkilerine ilişkin daha fazla şeffaflık sağlamayı amaçlar. Bu nedenle, şirketlerin TSRS kapsamındaki açıklamaları yaparken dayandıkları temel finansal kavramları anlamak önemlidir. Özellikle Türkiye Muhasebe Standartları / Türkiye Finansal Raporlama Standartları (TMS/TFRS) çerçevesinde finansal tablolarda yer bulan bazı teknik konular, iklimle ilgili risk ve fırsatlarla bağlantılı hale gelmektedir. Aşağıda, şerefiye (goodwill), değer düşüklüğü (impairment) ve maddi duran varlıklar gibi kavramlar açıklanmış ve iklim senaryolarıyla bağları örneklenmiştir:

  • Şerefiye (Goodwill): Şerefiye, bir işletme birleşmesi sonucunda elde edilen ve bilançoda maddi olmayan duran varlık olarak yer alan bir değerdir (genellikle satın alınan şirketin piyasa değerinin defter değerini aşan kısmı). TFRS 3 İşletme Birleşmeleri standardına göre kaydedilen şerefiye, TMS 36 Varlıklarda Değer Düşüklüğü standardı uyarınca her yıl düzenli olarak değer düşüklüğü testine tabi tutulur. İklimle ilgili gelişmeler, şirket birleşmeleriyle elde edilmiş şerefiye değeri üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Örneğin bir enerji şirketi geçmişte fosil yakıt rezervlerine sahip bir madencilik firmasını satın almış ve bilançoya yüksek bir şerefiye değeri kaydetmiş olsun. Sonradan karbon emisyonlarını kısıtlama yönünde gelen sıkı politikalar ve piyasa değişimleri nedeniyle bu maden rezervlerinin ekonomik değeri düşebilir veya kullanım süresi kısalabilir. Bu durumda, ilgili şerefiye tutarı için değer düşüklüğü göstergesi oluşacaktır. TMS 36’ya göre, bir nakit üreten birimin (CGU) geri kazanılabilir tutarı, defter değerinin altına düşmüşse değer düşüklüğü zararı kaydedilir. İklim riski nedeniyle beklenen nakit akışlarının azalması veya gerekli yatırım harcamalarının artması, geri kazanılabilir tutarı düşürerek şerefiyenin kısmen veya tamamen itfa edilmesine yol açabilir. Örneğin, büyük petrol şirketleri 2020’lerin başında uzun vadeli petrol fiyat varsayımlarını iklim politikaları nedeniyle aşağı yönlü revize etmiş ve bunun sonucunda milyarlarca dolarlık şerefiye ve varlık değer düşüklüğü kaydetmiştir. TSRS raporlamasında şirketler, eğer iklim kaynaklı varsayımlarla şerefiye üzerinde bir değer düşüklüğü hesabı yapmışlarsa, bunun arkasındaki varsayımları (ör. kullanılan karbon fiyatı, talep projeksiyonları) açıklamalıdır. IFRS’in 2025 iklim örnek raporunda da vurgulandığı gibi, bir şirket iklimle ilgili riskleri değer düşüklüğü hesaplarına nasıl dahil ettiğini veya etmediğini kullanıcılarına açıklamalıdır – örneğin “Şirket, iklimle ilgili risklerin maddi duran varlık ve şerefiye değerleri üzerindeki etkisini değerlendirmiş, ancak mevcut durumda geri kazanılabilir tutarların defter değerlerini aştığını tespit etmiştir” gibi bir not, yatırımcılara önemli bir bilgi sunar.

  • Değer Düşüklüğü (Impairment): Değer düşüklüğü kavramı, bir varlığın veya nakit üreten birimin defter değerinin geri kazanılabilir tutarından (kullanım değeri veya net satış fiyatı) yüksek olması durumunda aradaki farkın zarara yazılmasıdır (TMS 36). İklim değişikliği, birçok varlık için değer düşüklüğü göstergelerinin ortaya çıkmasına yol açabilir. Örneğin maddi duran varlıklar açısından bakarsak (aşağıda ayrıca ele alınmıştır), eğer bir üretim tesisinin belirlenen ekonomik ömrü iklim politikaları nedeniyle kısalacaksa bu, ilgili varlık grubunda değer düşüklüğü testini tetikleyebilir. Aynı şekilde, stoklar (TMS 2) açısından da iklimle ilgili riskler değer düşüklüğüne yol açabilir; örneğin fosil yakıt bazlı bir ürünün satışının yasaklanacağı açıklandıysa, o ürünün eldeki stokları için net gerçekleşebilir değer muhtemelen defter değerinin altına inecektir (stok değer düşüklüğü zararı yazılması gerekir). IFRS uzmanları, iklim değişikliğinin değer düşüklüğü testlerine entegrasyonuna dair örnekler sunmaktadır. IASB’nin iklimle ilgili belirsizlikler örneklerinde, bir şirketin bir varlığı için yaptığı değer düşüklüğü testinde karbon salım izinleri maliyetini dikkate aldığı ve makul olası bir karbon fiyatı artışı durumunda ilave değer düşüklüğü riskini dipnotlarda açıkladığı görülmüştürifrs.orgifrs.org. Bu, pratikte şu anlama gelir: Şirket varlığı şu an için değer düşüklüğüne uğramasa bile, örneğin karbon kredisi fiyatının 50 €/ton’dan 100 €/ton’a çıkması halinde önemli bir değer düşüklüğü yaşanabileceğini öngörüyorsa, bu belirsizliği yatırımcılarıyla paylaşır. TSRS raporlamasında da benzer şekilde, şirketler finansal tablolarında iklim kaynaklı değer düşüklüğü yapmaları gerekmese bile bu konuya ilişkin analizlerini anlatırlar. Örneğin taşınmaz değerleme konusunda, GYO’lar iklim riskini varlık değerlemelerine yansıtmaya başlamıştır; deniz seviyesinin yükselebileceği bir bölgede bulunan arsa veya bina için, değerleme raporlarında gelecekteki riskler not düşülmektedir. Bu tür bilgiler henüz bilançoda kayıtlı değeri değiştirmese de, kullanıcıları ileriye dönük risk hakkında bilgilendirir. Sonuç olarak, değer düşüklüğü hem finansal tabloları doğrudan etkileyen bir kavram olarak hem de TSRS kapsamında açıklanması gereken bir risk unsuru olarak önem taşır.

  • Maddi Duran Varlıklar (Property, Plant and Equipment): Maddi duran varlıklar (MDV), şirketlerin arazi, bina, makine, araç gibi fiziksel varlıklarını ifade eder ve TMS 16 kapsamında muhasebeleştirilir. Bu varlıklar, belirlenen faydalı ömürleri boyunca amortismana tabi tutulur. İklim değişikliği, maddi duran varlıkların hem faydalı ömürlerinde değişikliğe hem de beklenmedik değer kayıplarına yol açabilir. Örneğin, bir enerji santrali normalde 2040’a kadar kullanılmak üzere muhasebeleştirilmişken, eğer hükümet 2030’dan itibaren kömür santrallerini kademeli olarak kapatma kararı alırsa, o santralin faydalı ömrü fiilen kısalacaktır. Bu durumda şirket, muhasebe tahminlerini güncelleyerek amortismanı hızlandırmalı ve belki de 2030 sonunda varlığın değeri sıfırlanacak şekilde yeni bir itfa planı uygulamalıdır. Eğer değer düşüklüğü söz konusuysa (örneğin kalan dönemdeki nakit akışları defter değerini karşılamıyorsa), o varlık için hemen değer düşüklüğü zararı yazılması gerekebilir. TSRS raporlamasında şirketler, bu tür etkilere maruz kalabilecek maddi varlıklarını ve bunlara ilişkin aldıkları aksiyonları dile getirir. Örneğin havacılık sektöründe uçaklar önemli maddi varlıklardır ve bir havayolu, bazı eski uçak modellerini karbon verimliliği düşük olduğu için planlanandan erken emekliye ayırmaya karar verebilir. Bu, ilgili uçakların defter değerinin yeniden değerlendirilmesini (ve muhtemelen düşürülmesini) gerektirir. THY’nın sürdürülebilirlik raporunda, filonun yakıt verimliliğini artırmak için eski uçakların elden çıkarıldığı ve bu nedenle filonun ortalama yaşının düştüğü belirtilmiştir – bu hem stratejik bir karar hem de finansal tablo etkisi olan bir işlemdir.

    İklim riskleri maddi duran varlıkları etkilediğinde, bu etkinin raporlanması TSRS’nin bağlantılı raporlama anlayışıyla ele alınır. Örneğin Arçelik, su kıtlığı riskini yönetmek için yaptığı yatırımları ve harcamaları açıklarken bunların finansal tablolardaki yansımasını da belirtmiştir. Su riskini azaltmak için 2024 yılında yaklaşık 124,7 milyon TL tutarında operasyonel ve sermaye harcaması (CapEx ve OpEx) yaptığını, bunun konsolide finansal tabloda genel yönetim giderleri ile maddi ve maddi olmayan duran varlık alımlarına ilişkin nakit çıkışları kalemlerinde görüldüğünü raporlamıştır. Bu sayede paydaşlar, şirketin risk yönetimi için yaptığı harcamaların finansal tablolara nasıl yansıdığını net biçimde görebilir. Benzer şekilde, IFRS’nin örnek senaryolarından birinde, bir üretim tesisinin iklim politikaları nedeniyle beklenenden erken kapanma riski olduğu belirtilmiş ve şirketin bu risk gerçekleşirse karşı karşıya kalacağı terk etme maliyetlerini (decommissioning costs) notlarında değerlendirmesi önerilmiştir. Örneğin şirket, ilgili varlık için finansal tabloda yer alan uzun vadeli çevresel karşılığın şu an iskonto etkisiyle düşük göründüğünü ancak tesisin beklenenden 10 yıl önce kapanması durumunda bugünkü değerine göre çok daha yüksek bir nakit çıkışı gerektireceğini vurgularg. IASB’nin bu örneği, iklim kaynaklı geçiş risklerinin (erken kapanma gibi) şirketin yükümlülüklerini nasıl değiştirebileceğini göstermekte ve şirketlerin “muhasebe rakamları üzerinde önemsiz görünen bazı kalemlerin ardındaki ciddi riskleri” açıklaması gerektiğini ortaya koymaktadır.

  • Diğer Teknik Konular: İklim değişikliği finansal raporlarda başka teknik alanlara da etki edebilir. Örneğin karşılıklar (provisions) ve koşullu yükümlülükler (TMS 37) kapsamında, bir şirketin iklimle bağlantılı yasal/çevresel yükümlülükleri önemli hale gelebilir. Madencilik şirketleri, maden kapandıktan sonra çevreyi rehabilite etmek zorundadır ve bu karşılıkların tutarı gelecekteki iklim düzenlemelerine göre artabilir. İklim riskleri, finansal araçların (TFRS 9) değerini ve temerrüt riskini etkilediği için, beklenen kredi zararı modelleri ve varlık değerleme (TFRS 13 gerçeğe uygun değer ölçümü) varsayımları içinde iklim unsurları yer alabilir. Örneğin gayrimenkul değerlemelerinde, yüksek sel riski taşıyan bir bina için daha yüksek bir iskonto oranı veya daha düşük nakit akışı varsayımı kullanmak gerekebilir, bu da gerçeğe uygun değerini düşürür.

Yukarıdaki teknik değerlendirmeler ışığında, TSRS’nin getirdiği en büyük yeniliklerden biri finansal raporlama ile sürdürülebilirlik raporlamasının birbirine bağlanması olmuştur. Artık şirketler sürdürülebilirlik raporlarında anlattıkları iklim risk ve fırsatlarının finansal tablolarını nasıl etkilediğini de açıklamaktadır. Bu, örneğin “X riski nedeniyle filanca varlığın değerinde azalma bekliyoruz, ancak bu henüz finansal tablolara yansımadı” veya “Y fırsatı için yaptığımız yatırımın nakit akış tablosundaki karşılığı budur” şeklinde somut bağlantılar kurmayı gerektirir. Nitekim TSRS 1’in genel hükümleri, sürdürülebilirlik ile ilgili açıklamaların genel amaçlı finansal raporların bir parçası olduğunu ve mümkün olduğunca finansal tablolarla tutarlı ve bağlantılı olması gerektiğini belirtir. Arçelik ve THY gibi şirketlerin raporlarında bu bağlantılar net şekilde kurulmuştur. THY, iklim risklerine karşı filoyu yenileme, SAF kullanımı artırma gibi stratejilerinin finansal durum ve performansına etkilerini (örneğin yakıt maliyetinde azalış, karbon maliyetinden kaçınma, yatırım harcamaları gereksinimi vb.) ilgili bölümlerde sayısal örneklerle desteklemiştir. Arçelik de benzer şekilde risk ve fırsatları için öngördüğü mali etkileri ve bunların finansal tablo kalemleriyle ilişkisini tablo ve notlarla açıklamıştır.

TSRS 1 ve 2 standartlarına uygun bir sürdürülebilirlik raporu, şirketin iklim kaynaklı risk ve fırsatlarını sadece soyut kavramlar olarak değil, yönetişim yapısından stratejisine, oradan risk yönetimi uygulamalarına ve finansal etkilerinin metriklerle takibine kadar tüm yönleriyle ele alır. Bu raporlamanın en kritik çıktılarından biri, iklim değişikliğinin şirketin finansal performansına olası etkilerini önceden ortaya koyarak, paydaşların daha bilinçli kararlar almasını sağlamasıdır. Banka, çimento, çelik, madencilik, GYO, sigorta, otomotiv, tekstil gibi Türk ekonomisi için kilit sektörlerde faaliyet gösteren şirketler, TSRS uyumlu raporlamayla birlikte iklim değişikliğinin yaratacağı dönüşüme ne kadar hazırlıklı olduklarını gösterebileceklerdir. Bu sayede, yatırımcılar ve kreditörler açısından şirketlerin iklim riskine dayanıklılığı ve düşük karbon ekonomisindeki rekabet gücü daha şeffaf şekilde ortaya çıkacaktır. TSRS’nin sağladığı ortak dil ve çerçeve, Türkiye’de sürdürülebilirlik ve iklim risklerinin yönetimini kurumsal düzeyde olgunlaştıracak, aynı zamanda uluslararası piyasalarda karşılaştırılabilir ve güvenilir ESG raporlaması sayesinde şirketlerin görünürlüğünü artıracaktır. Böyle kapsamlı ve teknik düzeyde bir raporlama, sadece düzenleyici uyum için değil, şirketlerin uzun vadeli değer yaratma stratejilerinin bir parçası olarak görülmelidir.

Kaynaklar:

  1. KGK TSRS 2 Standard Metni  – İklimle ilgili risk, fırsat tanımları; yönetişim, strateji, risk yönetimi, metrikler ana başlıkları ve kapsamı.

  2. IFRS Foundation, “Disclosures about Uncertainties in Financial Statements – Climate-related Examples” (Temmuz 2025 Yaklaşık Nihai Taslak) – İklimle ilgili belirsizliklerin finansal tablo dipnotlarında raporlanmasına dair örnekler (malzeme varlık değer düşüklüğü, karşılıklar vb.)ifrs.orgifrs.org.

  3. Arçelik A.Ş. 2024 TSRS Uyumlu Sürdürülebilirlik Raporu – TSRS standartlarına göre hazırlanmış, su kıtlığı riski senaryo analizi, finansal etkiler tablosu ve risk azaltım yatırımlarının finansal tablolara yansıması gibi örnek uygulamalararcelikglobal.comarcelikglobal.com.

  4. Türk Hava Yolları A.O. 2024 TSRS Uyumlu Sürdürülebilirlik Raporu – Havacılık sektöründe iklim risk ve fırsat analizleri (örn. SAF kullanımı, emisyon azaltım planları), kullanılan iklim senaryoları (IEA NZE 2050 vb.) ve TSRS 2’nin strateji hükümlerine uygun finansal etkiler açıklamalarıstorage.fintables.comstorage.fintables.com.

  5. Greenix, “TSRS Türkiye Sürdürülebilir Raporlama Standartları” – TSRS’nin kökeni, kapsamı ve şirketlerden beklenenler (risk ve fırsat analizi, zaman dilimleri, finansal etkilerin belirtilmesi, senaryo analizi, hedefler)greenix.com.trgreenix.com.tr.

  6. TSKB, “İklim Riskleri Raporu” ve Borsa İstanbul “İklim Raporlama Rehberi” (derlemesi) – İklim risklerinin (fiziksel ve geçiş) tanımı, akut/kronik fiziksel risk örnekleri ile politika, teknoloji, pazar, itibar boyutlu geçiş riskleri tanımları.

  7. TÜİK ve İklim.gov.tr Sera Gazı Emisyon İstatistikleri – Türkiye’nin sektör bazlı emisyon verileri (enerji, sanayi, ulaşım vb.) ve raporlama gereksinimleri (sayılar raporda kullanılmamış, ancak arka plan bilgisi olarak değerlendirilmiştir).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir