Türkiye, 2053 yılı net-sıfır emisyon hedefi doğrultusunda Milli Emisyon Ticaret Sistemi (Milli ETS) adında ulusal bir karbon piyasası kurmaya hazırlanıyor. 2025 yılında çıkarılması planlanan İklim Kanunu ve ilgili yönetmelikler, sera gazı emisyonlarına bir üst sınır getirerek “emisyon ticareti” yoluyla şirketleri karbon azaltımına teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Milli ETS’nin pilot aşamasının 2026’da başlaması öngörülmektedir. Bu sistem, karbon fiyatlaması yoluyla şirketleri daha temiz teknolojilere yönlendirmeyi ve ülkenin Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyumunu hızlandırmayı hedefler. Aynı zamanda, Türkiye’nin güncellenmiş ulusal katkı beyanında 2030’a kadar referans senaryoya göre %41’e varan emisyon azaltım hedefi ve 2053 net-sıfır taahhüdü bulunmaktadır.
Bu rapor, Milli ETS’nin şirketler üzerindeki muhtemel etkilerini kapsamlı şekilde ele almaktadır. Özellikle geçiş riski, finansal ve operasyonel yansımalar, Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi’ndeki (AB ETS) sektör deneyimlerinden çıkarılan dersler, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) ile etkileşim, karbon fiyatlamasının finansal raporlama ve sürdürülebilirlik raporlaması üzerindeki etkileri ve tedarik zinciri boyunca oluşacak dolaylı etkiler analiz edilmektedir. Rapordaki öngörüler ve öneriler, 2025 yılı itibarıyla yayımlanmış güncel teknik ve akademik kaynaklara dayanmaktadır.
Milli ETS’nin Kapsamı ve Geçiş Riski
Geçiş riski, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında uygulanan politikaların ve piyasa değişimlerinin şirketler üzerinde yarattığı dönüşümsel riskleri ifade eder. Milli ETS, tam da böyle bir politika aracı olarak, karbon yoğun sektörler için önemli bir geçiş riski unsuru olacaktır. 2015’ten bu yana Türkiye’de yaklaşık 770 büyük tesis, yasal olarak CO₂ emisyonlarını izleyip doğrulatarak raporlamaktadır. Bu kapsamda enerji sektörü (20 MW üstü termal güç) ile demir-çelik, çimento, cam, gübre, alüminyum, kireç, seramik, rafineri, kağıt gibi sanayi sektörleri yer almaktadır. Şimdiye dek sadece izleme ve raporlama yükümlülüğü bulunan bu işletmeler, Milli ETS ile ilk defa karbon fiyatlamasına tabi olacaklardır.
Milli ETS’nin getireceği en büyük geçiş riski, karbon maliyetiyle tanışacak sektörlerin finansal ve stratejik planlarını kökten gözden geçirmek zorunda kalmalarıdır. Bu sistem, her yıl belirli miktarda emisyon hakkı (tahsisat) dağıtılmasını ve şirketlerin saldıkları sera gazı miktarınca hakkı teslim etmelerini gerektirir. Üst sınır (cap) belirlenecek ve bu kapsam dahilinde tahsisatların bir kısmı ücretsiz verilirken bir kısmı da karbon piyasası üzerinden açık artırma ile satılacaktır. Milli ETS’nin tasarımı, emisyon yoğunluğunu esas alan oran bazlı (intensity-based) bir yaklaşım içermektedir; bu yaklaşımda toplam emisyon için sabit bir tavan yerine, tesislerin üretim birimi başına düşen emisyon performanslarına dayalı bir sınır ve tahsisat belirlenmesi öngörülmektedir. Böylece hızla büyüyen sektörlerde mutlak emisyon artışını sınırlamak zor olsa da, birim başına düşen emisyonlarda iyileşme sağlamak hedeflenmektedir. Bu geçiş sürecinde, düzenlemeye tabi şirketler için teknoloji dönüşümü, enerji verimliliği yatırımları ve iş modelini yeniden yapılandırma gibi ciddi uyum gereklilikleri ortaya çıkacaktır. Düşük karbonlu ekonomiye geçişte geç kalmış şirketler, Milli ETS’nin devreye girmesiyle ani ve maliyetli değişim riskleriyle karşılaşabilir. Karbon yoğun varlıkların (eski tip kömürlü kazanlar, verimsiz fırınlar vb.) stranded asset (değersiz varlık) haline gelme riski artar; çünkü karbon fiyatı bu varlıkların ekonomik ömrünü kısaltabilir. Bu tür geçiş riskleri, doğru yönetilmediğinde şirketlerin piyasa değerini, kredi riskini ve rekabet gücünü olumsuz etkileyebilir.
Türkiye’de 2025’te çıkarılması beklenen kapsamlı İklim Kanunu, ülkenin iklim değişikliğine yanıtının yasal çerçevesini çizerek Milli ETS’nin altyapısını tanımlamıştır. Bu yasa ve bağlı yönetmelikler, geçiş riskini azaltmak için kademeli ve öngörülebilir bir yol haritası sunmayı amaçlamaktadır. Orta Vadeli Program (2025–2027) da yeşil dönüşüm sürecinde rekabetçiliği korumak, CBAM’ın etkilerini en aza indirmek ve düşük karbonlu ekonomiye geçişi desteklemek için bir karbon fiyatlama mekanizmasının kurulacağını vurgulamıştır. Başka bir deyişle, Milli ETS, sadece çevresel hedeflere değil, aynı zamanda sanayinin uzun vadeli rekabetçiliğine yönelik bir araç olarak tasarlanmaktadır. Ancak bu geçiş döneminde risklerin yönetimi için şirketlerin yapısal hazırlık yapması kritik olacaktır. İlerleyen bölümlerde, şirketler açısından finansal ve operasyonel etkileri detaylandırarak bu riskleri somut biçimde ele alıyoruz.

Mevzuat Altyapısı: ETS, Denkleştirme ve Endüstriyel Emisyon Yönetmelikleri
Milli ETS’yi hayata geçirmek için 2025 itibarıyla önemli yasal düzenlemeler hazırlanmıştır. Türkiye İklim Kanunu (2025), iklim değişikliğiyle mücadele çerçevesini belirleyerek Milli ETS’nin kurulması için gerekli yasal zemini oluşturmuştur. Bu kanuna dayanarak çıkarılan Türkiye Emisyon Ticaret Sistemi Yönetmeliği (taslak halinde) ise emisyonların izlenmesi, raporlanması, doğrulanması (MRV) ve ticaret sisteminin uygulanmasına dair ayrıntıları tanımlamaktadır. Yönetmelik Ek-1’de listelenen faaliyet alanlarında (enerji üretimi, çimento, demir-çelik vb.) yıllık belirli eşiklerin üzerindeki tesisler sisteme dahil edilmektedir. Halihazırda yürütülen kapsamlı MRV sistemi, Milli ETS’nin belkemiğini oluşturur: Doğrulanmış yıllık emisyon raporları her yıl Nisan ayı sonuna kadar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na sunulmaya devam edecek ve artık bu veriler karbon piyasasında mali sorumluluk doğuracaktır. Milli ETS piyasasının işletimi, Enerji Piyasaları İşletme A.Ş. (EPİAŞ) tarafından organize edilecektir. Ayrıca, Karbon Piyasası Kurulu gibi oluşumlar da tahsisat planlarını ve ücretsiz tahsisat oranlarını belirleme, piyasa istikrar mekanizmasını yönetme gibi konularda yetkili olacaktır. Bu unsurlar, Milli ETS’nin şeffaf ve öngörülebilir işlemesi için kurumsal altyapıyı sağlar.
Bunun yanında, Türkiye Karbon Kredi ve Denkleştirme Sistemi Yönetmeliği (taslak) ile denkleştirme mekanizmalarını hayata geçirmeyi planlamaktadır. Bu düzenleme, Milli ETS kapsamı dışındaki sektörlerde gerçekleştirilecek emisyon azaltım projeleriyle karbon kredileri oluşturulmasını, bu kredilerin ulusal ve uluslararası piyasalarda ticaretini ve gönüllü karbon piyasası işlemlerini kapsar. Özellikle Milli ETS kapsamındaki şirketlerin uyum yükümlülüklerini yerine getirirken belirli oranda yerli karbon kredisi kullanabilmesine yönelik esaslar bu yönetmelikte tanımlanmaktadır. Bu sayede, şirketler için bir esneklik mekanizması oluşturularak maliyet etkinliği sağlanması hedeflenir. Örneğin, bir şirket kendi tesisinde yapacağı çok pahalı bir azaltım yerine, daha ucuza mal olan bir yenilenebilir enerji projesinden karbon kredisi satın alarak yükümlülüğünü karşılayabilir. Ancak denkleştirme kullanımına genellikle bir üst sınır getirilecektir (uluslararası uygulamalarda genelde %5–10 bandında), böylece asıl azaltım çabalarının şirket bünyesinde gerçekleşmesi teşvik edilir.
Sanayi şirketlerini ilgilendiren bir diğer önemli düzenleme ise Ocak 2025’te yürürlüğe giren Endüstriyel Emisyonların Yönetimi Yönetmeliği’dir. Bu yönetmelik, entegre kirlilik önleme ve kontrol yaklaşımıyla hava, su ve toprak kirliliğinin yanı sıra sanayide yeşil dönüşüm ve karbonsuzlaşma için teknik ve idari usulleri düzenlemektedir. Esasen Avrupa Birliği’nin Endüstriyel Emisyonlar Direktifi’ne paralel olan bu düzenleme, büyük sanayi tesislerinin En İyi Mevcut Teknikler (BAT/MET) doğrultusunda çalışmasını ve kirletici emisyonlarını azaltmasını şart koşar. Endüstriyel Emisyon Yönetmeliği kapsamında, belirli tesislerin “Sürdürülebilirlik ve Yeşil Dönüşüm (SYD) Belgesi” alması gerekecek; bu da karbon emisyonlarının azaltılması yönünde eylem planlarını içerir. Bu yönetmelik, Milli ETS ile birlikte düşünüldüğünde, şirketler üzerindeki çevresel performans baskısını artıracaktır. Bir yandan karbon fiyatı ekonomik bir sinyal oluştururken, diğer yandan doğrudan çevresel izin koşulları sıkılaşmaktadır. Örneğin, bir çimento fabrikası, Milli ETS nedeniyle karbon maliyeti baskısı hissederken, Endüstriyel Emisyon Yönetmeliği uyarınca da filtreleme, yakıt türü değişimi veya proses iyileştirmeleri yapmak zorunda kalabilir. Dolayısıyla, Türkiye’de mevzuat altyapısı karbon azaltımını çok boyutlu bir şekilde zorunlu kılacak şekilde gelişmektedir.
Özetle, 2025 itibarıyla Türkiye’de iklim ve karbon düzenlemeleri ekosistemi şu şekilde oluşmaktadır:
-
İklim Kanunu (2025): Net sıfır hedefini ve karbon fiyatlandırma mekanizmalarının yasal temelini belirler.
-
Emisyon Ticaret Sistemi Yönetmeliği (Milli ETS): Sera gazı emisyonlarının izlenmesi, raporlanması, doğrulanması ve karbon piyasası altyapısını düzenler; sektörel kapsam ve uyum yükümlülüklerini tanımlar.
-
Karbon Kredi ve Denkleştirme Yönetmeliği: Ulusal karbon kredi sistemini ve gönüllü/uyum amaçlı denkleştirme kullanım esaslarını belirler.
-
Endüstriyel Emisyonlar Yönetmeliği: Sanayi tesisleri için entegre çevresel izin standartlarını ve karbonsuzlaşma önlemlerini öngörür.
-
Mevcut MRV Tebliğ ve Sistemi: 2015’ten bu yana büyük tesislerde uygulanan sera gazı emisyonlarının izlenmesi ve doğrulanması yükümlülükleri, Milli ETS ile birlikte devam edecek ve genişleyecek.
Bu düzenleyici çerçeve, şirketlerin karbon ayakizlerini azaltmaları için hem kamçı hem havuç niteliğinde araçlar sunmaktadır. Ancak aynı zamanda, mevzuata uyum sağlamak finansal ve operasyonel planlamada yeni dinamikleri beraberinde getirecektir.
Şirketler İçin Finansal ve Operasyonel Etkiler
Milli ETS’nin uygulamaya girmesiyle, düzenlemeye tabi şirketler için karbon emisyonu artık doğrudan bir maliyete dönüşecektir. Karbon fiyatlamasının finansal etkileri şirket bütçelerinde önemli bir gider kalemi oluşturabileceği gibi, operasyonel kararları da şekillendirecektir. Bu bölümde karbon ticaretinin firmalar üzerinde yaratacağı başlıca finansal ve operasyonel etkileri ele alıyoruz:
-
Doğrudan Karbon Maliyetleri: Şirketler, her ton CO₂ eşdeğeri emisyon için bir karbon maliyeti ile karşılaşacaktır. AB ETS deneyimlerine bakıldığında, karbon kotalarının fiyatı son yıllarda dramatik biçimde yükselmiştir (2021-2023 döneminde 20 €/ton seviyelerinden 80-100 €/ton CO₂e bandına çıkmıştır). Milli ETS’nin ilk yıllarında karbon fiyatı muhtemelen daha düşük ve kontrollü seyredecek olsa da, orta vadede uluslararası piyasalara yakınsayabilir. Bu da, örneğin yılda 1 milyon ton CO₂ salan bir çimento fabrikası için karbon maliyetinin fiyat 500 ₺/ton iken 500 milyon ₺ gibi çok ciddi tutarlara ulaşabileceği anlamına gelir. Ücretsiz tahsisat mekanizması ilk etapta bazı sektörlerin mali yükünü kısmen hafifletebilir; ancak Orta-Vadeli Program ve Yeşil Mutabakat hedefleri doğrultusunda ücretsiz tahsisatlar kademeli olarak azaltılacaktır. Dolayısıyla şirketler, karbon fiyatındaki artış riskine karşı uzun vadeli planlama yapmak durumundadır. Ayrıca karbon piyasasındaki fiyat dalgalanmaları (volatilite) da finansal risk unsuru olacaktır. AB ETS’de 2021 sonrası görülen hızlı fiyat artışları ve dalgalanmalar, piyasa istikrar mekanizmasına rağmen firma planlamalarını zorlaştırmıştır. Milli ETS yönetmeliği de Piyasa İstikrar Mekanizması ve Piyasa İstikrar Rezervi gibi araçlar öngörse de, karbon piyasasının doğası gereği fiyat belirsizliği tamamen ortadan kalkmayacaktır. Bu durum, şirketlerin karbon fiyat riskini hedge etme (ileriye dönük alım, finansal türevler) gibi finansal risk yönetimi yöntemlerini gündeme almasını gerektirebilir.
-
Uyum ve İşlem Maliyetleri: Karbon ticaretiyle birlikte şirketler çeşitli uyum maliyetleri üstlenecektir. Öncelikle her yıl emisyonlarını ölçtürme ve bağımsız doğrulama (verifikasyon) yaptırma maliyeti halihazırda olsa da, bunun devamı ve olası ek gereklilikler (ör. alt tesis bazında faaliyet raporlamaları) söz konusu olacaktır. Milli ETS’ye dahil her tesis, yıllık emisyon raporunu hazırlayıp doğrulatarak 30 Nisan’a kadar İklim Değişikliği Başkanlığı’na sunmaya devam edecektir. Bu süreçte gerek izleme planlarının güncellenmesi, gerekse doğrulayıcı kuruluşlarla çalışmanın idari yükü artabilir. Ayrıca, karbon piyasasında alım-satım yapmak için şirketlerin bünyesinde yeni yetkinlikler geliştirmesi gerekebilir – örneğin büyük bir enerji şirketi, karbon ticareti için uzman bir ekip kurup EPİAŞ’ın işleteceği piyasada stratejik alım-satım yapabilir. Bu da işlem maliyetlerini (trading fees, teminat gereklilikleri, danışmanlık giderleri vb.) beraberinde getirir. Bir diğer uyum maliyeti, cezai yaptırımların olası etkisidir: Yönetmelik, zamanında yeterli tahsisat teslim edemeyen şirketlere ciddi idari para cezaları öngörebilir (AB ETS’de eksik her ton için 100 € ceza uygulanmaktadır). Henüz Milli ETS ceza tutarları açıklanmamış olsa da, bunun finansal sonuçları caydırıcı olacak şekilde belirleneceği tahmin edilir. Dolayısıyla, compliance (uyum) riskini önlemek için şirketlerin erken ve eksiksiz teslimat yapması şarttır. İlaveten, Milli ETS kapsamı dışında kalıp gönüllü olarak raporlama yapmayı seçen bazı tesisler de olabilecektir. Bu, şirketlerin kurumsal sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda isteğe bağlı karbon yönetimini üstlenmesi anlamına gelir ve o tesisler için de benzer izleme/doğrulama maliyetleri söz konusu olacaktır.
-
Yatırım İhtiyaçları ve Teknoloji Dönüşümü: Uzun vadede karbon maliyetine maruz kalmamak veya azaltmak isteyen şirketler, düşük karbonlu teknoloji yatırımlarını hızlandırmak zorunda kalacak. Örneğin bir demir-çelik üreticisi, yüksek fırın yerine elektrik ark ocaklarına veya doğrudan indirgeme (DRI) + yeşil hidrojen kullanımına geçmek gibi milyarlarca liralık yatırımları planlamak durumunda kalabilir. Geçiş riskinin bir parçası da budur: Karbon fiyatı gelecekte daha da yükselirse, bugünden yapılmayan yatırımların maliyeti ileride katlanarak artabilir. AB ETS deneyimi, karbon fiyatının kalıcı olarak yüksek seyrettiği durumda temiz teknolojiye erken geçen şirketlerin rekabet avantajı yakaladığını göstermiştir. Örneğin enerji sektöründe, birçok AB ülkesi karbon fiyatı nedeniyle kömür santrallerini devreden çıkarmış ve yenilenebilir enerjiye yönelmiştir. Türkiye’de de elektrik üreticileri benzer şekilde, özellikle 2026 sonrasında Milli ETS tam işler hale geldiğinde, fosil yakıtlı santrallerin operasyon maliyetlerini yeniden değerlendirecektir. Yüksek emisyonlu varlıklar ya modernize edilecek (ör. karbon yakalama sistemleri ekleme) ya da kapatılacak. Bu dönüşüm, şirketlerin sermaye harcamalarında (capex) ciddi bir planlama yapmasını gerektirir. Finansmana erişim de bu noktada kritik olacaktır: Karbon yoğun sektörlerin, bankalardan yeşil finansman ve sürdürülebilirlik bağlantılı krediler temin ederek dönüşüm projelerini finanse etmesi beklenir. Olumlu bir gelişme, uluslararası finans kuruluşlarının ve Türkiye Kalkınma Fonu’nun, yeşil dönüşüm projelerine kaynak ayırmaya başlamasıdır. Ayrıca, AB ETS gelirleriyle AB’de kurulan İnovasyon Fonu benzeri, Türkiye’de de karbon piyasası gelirlerinin bir kısmının düşük karbon teknolojilerine hibe desteği olarak dönecek mekanizmalar tasarlanabilir (Karbon Piyasası Kurulu’nun böyle fonları yönlendirme yetkisi olabileceği değerlendiriliyor). Tüm bunlar, şirketlerin operasyonlarını karbonsuzlaştırmak için Ar-Ge, altyapı yenileme ve insan kaynağı eğitimi gibi alanlara yatırım yapmasını gerektirecektir.
-
Kar Marjları ve Fiyatlandırma: Karbon maliyetinin şirket bilançolarına yansıması, özellikle enerji yoğun sektörlerde kâr marjlarını daraltabilir. Şirketler bu maliyetleri mümkün olduğunca ürün/hizmet fiyatlarına yansıtmaya çalışacaktır. Örneğin, çimento üreticileri ton başına oluşan karbon maliyetini çimento fiyatına eklemeye yönelebilir. Ancak pazardaki rekabet durumu ve fiyat esnekliği, bu yansıtmanın derecesini belirler. İç pazarda tüm rakipler aynı maliyete katlandığı için (ve ithalat aynı düzenlemeye tabi olmadıkça) bir ölçüde fiyat artışları olabilir. Bu da nihai ürün tüketicilerine (inşaat, altyapı projeleri vb.) ek maliyet olarak yansıyacaktır. Bazı sektörlerde (örneğin elektrik üretimi) karbon maliyetinin büyük bölümü tüketiciye yansıtılabilirken, uluslararası piyasada sabit fiyatla satılan ürünlerde (örneğin çelik, gübre) üretici bu maliyetin önemli kısmını üstlenmek zorunda kalabilir. Bu durumda kârlılık önemli ölçüde düşebilir. Dolayısıyla, şirketlerin karbon maliyetlerini içselleştirerek verimlilik artışı ve ürün iyileştirmesiyle telafi etme yollarını araması gerekecek. Örneğin enerji yoğun bir fabrikada atık ısı geri kazanımı yaparak enerji ihtiyacını azaltmak, hem yakıt maliyetini hem karbon maliyetini düşürerek kar marjını korumaya yardımcı olabilir.
-
Finansal Riskler ve Kredi Etkileri: Karbon fiyatlaması, şirketlerin finansal risk profilini de değiştirecektir. Yüksek emisyonlu sektörlerde faaliyet gösteren firmalar, yatırımcılar ve kredi verenler tarafından daha riskli algılanabilir (transition risk). Ancak güncel araştırmalar, makro düzeyde karbon fiyatlarının şirket iflaslarını tetikleyecek boyuta ulaşmayabileceğine işaret ediyor. Örneğin Avrupa’daki firmalar üzerine yapılan bir çalışmada, makul bir karbon fiyatı artışı senaryosunda dahi çoğu firmanın temerrüt olasılığında sınırlı bir artış gözlenmiş; daha gerçekçi senaryoda ise karbon fiyatının firmaların kredi riskine maddi olmayan (önemsiz) düzeyde etki yaptığı bulunmuştur. Bu sonuç, karbon fiyatlamasının finansal sistemde sistemik bir kriz doğurmayabileceğini, şirketlerin büyük kısmının bu maliyeti yönetebildiğini göstermektedir. Yine de sektörel farklılıklar önemlidir: Özellikle kâr marjı düşük ve karbon yoğun sektörlerde (örneğin temel metalürji, çimento) kredi geri ödeme kapasitesi olumsuz etkilenebilir. Bankalar, karbon riskini artık kredi değerlendirmelerine dahil etmeye başlamıştır; bu da yüksek emisyonlu şirketlerin kredi maliyetlerinin artması veya ilave teminat istenmesi gibi sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla şirketlerin karbon yönetimi performansı, finansmana erişimde bir kriter haline gelmektedir. Özetle, Milli ETS finansal açıdan şirketleri bir dizi yeni riskle tanıştırırken, proaktif davranan firmalar için maliyetleri yönetilebilir kılmak ve düşük karbonlu iş modellerine geçerek uzun vadede avantaj sağlamak mümkün olacaktır.
Yukarıdaki değerlendirmeleri özetlemek gerekirse, Milli ETS’nin şirketlere olası finansal ve operasyonel etkilerini birkaç ana başlıkta toplayabiliriz:
Etkiler | Açıklama ve Örnekler |
---|---|
Doğrudan Karbon Maliyeti | Emisyon başına ödenen ücret: Örneğin fiyat 50 € olduğu varsayılırsa, 100 bin ton CO₂ salan bir tesis ~5 milyon € öder. Fiyat artış riski yüksek. |
Dolaylı Maliyetler | Elektrik, çimento gibi girdi fiyatlarına yansıyan karbon maliyeti: Tedarikçilerden gelen maliyet artışları. |
Ücretsiz Tahsisat Azalımı | Zamanla bedelsiz hakların azalmasıyla daha fazla karbon biriminin satın alınması gereği; rekabet baskısı artar. |
Uyum/İşlem Giderleri | MRV, doğrulama, piyasa işlemleri için gerekli personel ve sistem maliyetleri; olası ceza riskleri. |
Yatırım ve CapEx İhtiyacı | Emisyon azaltımı için teknolojik yenileme, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji yatırımları (kısa vadede yüksek sermaye harcaması). |
Varlık Değerlemeleri | Karbon yoğun varlıkların (ör. kömür santrali) piyasa değeri düşebilir; bilançolarda değer düşüklüğü (impairment) riski. |
Kârlılık ve Fiyatlama | Maliyet artışının ürün/hizmet fiyatlarına yansıtılması; talep esnekliği düşükse fiyat artışı mümkün, aksi halde kâr marjları düşer. |
Finansmana Erişim | Bankalar ve yatırımcılar karbon riskini fiyatlamaya başlar; düşük karbon stratejisi olan firmalar daha kolay ve ucuz finansman bulabilir. |
Fırsatlar | Karbon verimliliği yüksek şirketler, fazla tahsisat satarak gelir elde edebilir; yeşil inovasyonla yeni pazarlara girilebilir. |
Bu tablo, Milli ETS’nin şirketler nezdindeki çok yönlü etkilerinin bir özetidir. Etkilerin büyüklüğü, karbon fiyatının seviyesine, şirketin sektörel durumuna, aldığı önlemlere ve piyasa koşullarına göre değişecektir. Ancak kesin olan, karbon yönetiminin artık finansal performansla doğrudan bağlantılı bir değişken haline geleceğidir.
AB Emisyon Ticaret Sistemi Deneyimleri: Sektörel Dersler
Türkiye’nin karbon piyasası tasarlanırken en yakın örnek olarak Avrupa Birliği Emisyon Ticaret Sistemi (AB ETS) incelenmektedir. AB ETS, 2005 yılından bu yana uygulamada olup dünyanın en büyük karbon piyasasıdır ve elektrik üretiminden sanayiye çeşitli sektörleri kapsamaktadır. 2020’lerin başında AB ETS kapsamı genişletilirken (havacılık, yakında denizcilik ve binalar & ulaşım için ayrı sistemler gibi) karbon fiyatları rekor seviyelere ulaşmıştır. Bu bağlamda, AB ETS’nin yaklaşık 20 yıllık deneyimi, Türkiye için hem başarılı uygulamalar hem de hatalar açısından önemli dersler barındırıyor.
1. Karbon Fiyatının Emisyon Azaltımına Etkisi: AB ETS’nin ilk yıllarında karbon fiyatları oldukça düşüktü ve piyasa, serbest dağıtılan fazla tahsisatlar nedeniyle uzun süre etkisiz kaldı. Ancak özellikle 2018’den sonra reforme edilen sistem ile piyasa istikrar rezervi (MSR) devreye alındı ve arz sıkılaştırıldı. Sonuçta karbon fiyatı hızla yükseldi (2021’de 50 €/ton civarına, 2022-2023’te 80-90 €/ton seviyelerine). Bu yüksek fiyat sinyali, elektrik sektöründe belirgin sonuçlar üretti: Kömür yakıtlı elektrik üretimi birçok ülkede hızla azaldı ve yenilenebilir enerji yatırımları ivme kazandı. Örneğin, İspanya ve Portekiz’de karbon maliyeti nedeniyle kömür santralleri ekonomik olmaktan çıktı; Almanya’da da 2030’a kadar kömürden çıkış planı ETS ve diğer politikaların ortak etkisiyle öne çekildi. Sanayi sektörlerinde ise etkiler daha karmaşık oldu; çünkü bir yandan firmalar enerji verimliliğini artırmaya çalışırken bir yandan da uluslararası rekabet baskısı altındaydılar. Yine de AB ETS’nin etkinlik açısından bakıldığında toplam AB emisyonlarını 2005-2020 arasında %30’a yakın azalttığı tahmin edilmektedir. Bu Türkiye için önemli bir gösterge: Karbon piyasası doğru tasarlanır ve yeterince sıkı hale getirilirse, emisyon azaltım hedeflerine ulaşmada etkili olabilir. Ancak etkinlik kadar, bunun ekonomik ve sosyal etkilerinin de gözetilmesi gerektiği AB tecrübesinden anlaşılmaktadır.
2. Rekabet ve Karbon Kaçağı (Carbon Leakage): AB ETS tasarımının en tartışmalı yönlerinden biri, enerji yoğun ve uluslararası rekabete açık sektörlerin maruz kaldığı karbon maliyetinin, üretimin başka ülkelere kaymasına yol açma riskidir. Bu karbon kaçağı riskini azaltmak için AB uzun yıllar çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre gibi sektörlere ücretsiz tahsisatlar verdi ve elektrik fiyatlarındaki dolaylı karbon maliyeti için bazı ülkeler telafi mekanizmaları uyguladı. Buna rağmen özellikle son yıllarda hızla artan karbon fiyatları bu sektörlerde endişe yaratmaktadır. AB’de iş dünyasının dile getirdiği üzere, yüksek karbon fiyatları Avrupa sanayisinin küresel pazardaki rekabetçiliğini zayıflatabilir; zira AB dışındaki rakipler böyle bir maliyete katlanmamaktadır. Nitekim bazı enerji yoğun ürünlerde (örneğin çelik yarı mamulleri, gübre hammaddeleri) ithalatın arttığı ve üretimin kısmen başka bölgelere kaydığı yönünde bulgular vardır. Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) tam da bu sorunu adreslemek üzere AB tarafından getirilmeye çalışılan bir çözümdür (bir sonraki bölümde ayrıntılı ele alınacaktır). Türkiye’nin alması gereken ders, karbon kaçağını önleyecek araçları baştan tasarlamaktır. Milli ETS içinde ücretsiz tahsisat mekanizması başlangıçta güçlü şekilde kullanılabilir, ancak bu da azaltım teşvikini zayıflatmamalıdır. AB’de 2021’e kadar piyasanın cansız kalmasının sebeplerinden biri, piyasa fazlası yaratan cömert ücretsiz tahsisatlardı. Dolayısıyla Türkiye, bir denge kurmak durumunda: Sanayiciyi aşırı zorlamadan, ancak gerçek bir karbon fiyatı sinyali vererek. Ayrıca uzun vadede CBAM gibi dış faktörlerin de baskısıyla, ücretsiz tahsisatların azaltılacağı öngörüsüyle şimdiden dönüşüm planları yapmak önemlidir.
3. Piyasa İstikrarı ve Öngörülebilirlik: AB ETS, 2008 küresel krizi sonrasında talep düşüşüyle karbon fiyatının dibe vurması, ardından yıllarca sürünmesi gibi deneyimler yaşadı. Sonrasında yapılan reformlarla MSR kurulup arz fazlası çekilerek piyasa toparlandı. Yine de son dönemde finansal aktörlerin de piyasaya girmesiyle spekülatif hareketler görülebildiği, fiyat oynaklığının arttığı eleştirileri yapılıyor. Polonya iş dünyasının AB ETS değerlendirmesinde, finansal yatırımcıların piyasada aşırı spekülasyon yaratarak fiyatı sanayi talebinin ötesinde yukarı çektiği iddia edilmiştir. Ayrıca MSR’nin yalnızca tek yönlü (arzı kısan ama gerektiğinde piyasaya sürümü sınırlı) çalıştığı, dolayısıyla fiyat şoklarına karşı yeterince esnek olmadığı belirtilmiştir. Bu eleştiriler ışığında Türkiye, Milli ETS’de fiyat istikrar mekanizmaları öngörmektedir. Yönetmelik taslağında da görüldüğü üzere, Karbon Piyasası Kurulu gerektiğinde müzayedeye ek tahsisat sunma veya rezervden piyasaya sürme yetkisine sahip olabilir. Örneğin fiyat belirli bir eşiğin üzerine çok hızlı çıkarsa, piyasaya müdahale edilerek fazla volatilite engellenebilir. Bunun tersi durumda (fiyat çöküşü) belki taban fiyat uygulaması da değerlendirilebilir. Öngörülebilirlik açısından bir diğer kritik nokta, uzun vadeli tahsisat planlarının şeffaf olmasıdır. AB ETS’de her faz (5-10 yıllık dönemler) için sektörel azaltım hedefleri, ücretsiz tahsisat kuralları önceden ilan edildiği için şirketler yatırım planlarını yapabiliyor. Milli ETS’de de en azından pilot sonrası ilk faz için 2030’a kadar takvim ve miktarlar açıklanırsa belirsizlik azalır. Aksi halde, sanayi şirketleri ne kadar tahsisat alacağını veya karbon maliyetinin nasıl seyredeceğini bilemeden yatırım planlamakta zorlanır. Bu durum AB’de de dile getiriliyor: Artan karbon maliyeti ve düzenleyici belirsizlik, işletmelerin mevcut tesislerini modernize etmekte tereddüt yaşamasına yol açıyor; çünkü bir yandan izin/standart belirsizliği, diğer yandan yüksek karbon maliyetiyle başa çıkmaya çalışıyorlar. Türkiye için mesaj, karbon piyasasını tasarlarken sanayiyle diyalog içinde ve mümkün olduğunca öngörülebilir bir yol çizmek olmalıdır.
4. Sosyal ve Bölgesel Etkiler – Adil Geçiş: AB ETS’nin bir diğer deneyimi de, iklim politikalarının toplumsal kabulü meselesidir. Karbon fiyatı, eğer elektrik ve ısınma maliyetlerini çok artırırsa hane halkına yansır ve enerji yoksulluğu gibi sorunlara yol açabilir. AB, 2027’de devreye girecek Binalar ve Ulaşım ETS’si (ETS-2) öncesi Sosyal İklim Fonu kurarak bu etkiyi hafifletmeyi planlamıştır. Sanayi tarafında ise, yüksek karbon maliyetinin iş kayıplarına yol açmaması için adil geçiş programları devreye alınıyor (örneğin kömür madenciliği bölgelerine dönüşüm fonları). Türkiye’de de benzer şekilde, Milli ETS gelirlerinin bir kısmının yeşil dönüşümün sosyal etkilerini yönetmek üzere kullanılmasını planlamak gerekebilir. Nitekim İklim Kanunu’na paralel olarak, Türkiye 2022’de bir İklim Şurası düzenlemiş ve orada adil geçiş, yeşil istihdam gibi konular tartışılmıştır. Dünya Bankası destekli çalışmalarla da adil geçiş stratejisi oluşturulmasına dair etütler başlatılmıştır. Şirketler açısından bu, çalışanların yeni beceriler edinmesi, yüksek karbonlu iş kollarından etkilenecek topluluklar için çözüm üretilmesi gibi sorumlulukları da gündeme getirebilir.
5. İnovasyon ve Fırsatlar: AB ETS’nin belki de en olumlu katkılarından biri, düşük karbon teknolojilerine yatırım iştahını artırması ve bir karbon piyasası etrafında yeni iş modellerinin oluşmasıdır. Örneğin ETS gelirleriyle finanse edilen İnovasyon Fonu, çelikte hidrojen kullanımı, çimento üretiminde karbon yakalama gibi çığır açıcı projelere milyar Avro’luk destekler veriyor. Özel sektörde de, iç karbon fiyatlandırması uygulayan şirket sayısı arttı; bazı şirketler kendi içinde ton başına bir gölge karbon fiyatı belirleyerek projelerini buna göre değerlendiriyor. Türkiye’de de büyük holdingler arasında benzer uygulamalar görülmeye başlandı. Milli ETS ile birlikte bu yaklaşım genişleyecek; çünkü karbon maliyetini proaktif yönetmek isteyen şirketler, yatırım kararlarında karbon fiyatını bir değişken olarak dahil edecekler. Ayrıca karbon piyasası, karbon kredisi ticareti, danışmanlık, yazılım gibi yeni sektörlere kapı açacaktır. AB tecrübesinde, Londra, Paris gibi finans merkezlerinde karbon ticareti ekipleri, karbon fonları oluştu. Türkiye’de de İstanbul Finans Merkezi bünyesinde karbon piyasası aktörleri gelişebilir. Bu bağlamda şirketler, sadece risk değil, fırsat yönünü de görmelidir. Örneğin elektrik sektöründe, yenilenebilir enerji üreticileri karbon fiyatı sayesinde rakip fosil yakıtlara göre avantaj elde edip pazar paylarını artırdı. Benzer şekilde, düşük karbonlu ürün geliştiren imalatçılar (örneğin yeşil çelik, düşük karbonlu çimento) gelecekte premimum fiyatlı ihracat imkanı bulabilirler; zira küresel alıcılar karbon içeriği düşük ürünlere daha çok değer vermeye başladı.
Özetle, AB ETS deneyimi Türkiye’ye denge mesajı veriyor: Karbon fiyatı, emisyonları azaltmak için güçlü bir araçtır ancak kademeli geçiş, destek mekanizmaları ve uluslararası rekabetin gözetilmesi kritik önemdedir. Aşırı mali yüklenme riskini önleyecek ama gerçek bir teşvik etkisi de yaratacak tasarım unsurları (ör. sınırlı ücretsiz tahsisat, kademeli sıkılaşma, gelirlerin dönüşümü) kullanılmalıdır. Ayrıca, AB’de görülen bürokratik yük konusuna da dikkat çekmek gerekir. İş dünyası, AB’de artan raporlama ve idari yüklerden şikayetçidir. Milli ETS’de süreçlerin dijital ve pratik olması, şirketlere rehberlik sunulması başarı için önem taşır. Türkiye’nin AB ETS’den alacağı dersler, Milli ETS’yi kendi koşullarına uyarlarken hem etkin hem uygulanabilir bir sistem kurulmasına yardımcı olacaktır.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) ve Milli ETS’nin Etkileşimi
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (Carbon Border Adjustment Mechanism – CBAM), Avrupa Birliği’nin karbon kaçağı riskine karşı geliştirdiği yenilikçi bir mekanizmadır. 2023 yılından itibaren geçiş süreciyle uygulanmaya başlanan CBAM, AB’ye ithal edilen belirli ürünlerin (başlangıçta çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen) içerdiği karbon emisyonu için AB ETS fiyatına denk bir ücret ödenmesini öngörür. 2023-2025 arası sadece raporlama dönemidir; 2026’dan itibaren ise ithalatçılar, getirdikleri malın ton başına gömülü emisyonu için, eğer o malın üretildiği ülkede bir karbon ücreti ödenmediyse, AB’de geçerli karbon fiyatına göre sertifika satın alacaklardır. Bu uygulama, AB dışındaki üreticilerin AB piyasasında haksız rekabet avantajını engellemeyi ve onları da karbon azaltımına teşvik etmeyi amaçlar.
Türkiye, AB ile gümrük birliği ilişkisi ve yoğun ticari bağları nedeniyle CBAM’dan en çok etkilenecek ülkelerden biridir. 2022 itibarıyla Türkiye’nin çelik, çimento, alüminyum ve gübre sektörlerindeki ihracatı AB pazarında önemli bir yer tutmaktadır. Eğer Türkiye kendi karbon fiyat mekanizmasını kurmamış olsaydı, bu sektörlerdeki ihracatçılar 2026’dan sonra AB’ye satış yaparken ciddi bir karbon vergisi ödemek zorunda kalacaklardı. Nitekim Orta Vadeli Program’da da karbon fiyatlamasının kurulmasının amaçlarından biri olarak CBAM etkilerini en aza indirmek açıkça ifade edilmiştir. CBAM’ın devreye girmesi, Türkiye’nin Milli ETS’yi hızlandırmasında önemli bir dış motivasyon olmuştur.
Peki Milli ETS, CBAM etkileşiminde ne değiştirir? En temel düzeyde, eğer bir Türk şirketi kendi ülkesinde karbon fiyatı ödemişse, AB’ye ihracatta ödeyeceği CBAM tutarı, ödenen bu tutar kadar azaltılacaktır. Hem AB hem de yakında devreye girecek İngiltere CBAM düzenlemeleri, menşe ülkesinde halihazırda karbon fiyatına tabi olmuş ürünler için sınırda ödenecek bedelin düşürülmesini öngörmektedir. Dolayısıyla Milli ETS yürürlüğe girdiğinde, örneğin Türkiye’de ton çelik başına 30 € karşılığı bir karbon maliyeti ödeyen bir üretici, aynı çeliği AB’ye ihraç ederken AB ETS fiyatı diyelim 80 € ise, aradaki fark olan 50 €’yu sınırda ödeyecektir. Bu durum, Türk sanayicisinin ödemenin tamamını AB’ye yapmak yerine bir kısmını ülke içinde tutmasına olanak sağlar. Özellikle Türkiye, karbon gelirlerini kendi sanayicisine geri destek olarak kullanabilirse (örneğin Yeşil Dönüşüm Fonu), CBAM’a tabi olmak yerine ulusal ETS içinde kalmak daha tercih edilir hale gelebilir.
CBAM’ın tasarım gereği, ihracatçı ülkelerin kendi karbon fiyat mekanizmalarını kurmalarını teşvik ettiği vurgulanmaktadır. Nitekim Kanada, Japonya, Güney Kore, Avustralya gibi ekonomiler de CBAM karşısında kendi karbon vergisi/ETS sistemlerini hızlandırma yoluna gitmektedir. Türkiye de bu küresel eğilimin bir parçasıdır. Bununla birlikte, Milli ETS ile CBAM’ın tam olarak nasıl etkileşeceği müzakere edilmelidir. AB, CBAM kapsamında bir ülkeyi “eşdeğer sistem” olarak tanıdığında (örneğin İsviçre ETS’si AB ETS’ye bağlı olduğu için CBAM’dan muaf), o ülkenin ihracatçıları CBAM ödemez. Türkiye henüz AB ETS ile bağlantılı bir sistem kurma aşamasında değil, ancak uzun vadede AB ETS mevzuatının uyumlaştırılması planlanmaktadır. 2025’te başlatılacak AB Katılım Öncesi Mali Aracı (IPA) projesiyle, AB ETS mevzuatının Türkiye’ye aktarılması ve Milli ETS’nin teknik tasarımının AB ile uyumlu hale getirilmesi hedefleniyor. Bu gerçekleşirse, gelecekte Türkiye’nin CBAM muafiyeti veya entegrasyonu söz konusu olabilir.
CBAM’ın şirketler üzerindeki etkisine gelirsek: Öncelikle, CBAM kapsamındaki sektörlerde faaliyet gösteren ihracatçılar, karbon muhasebesi konusunda acilen kapasite geliştirmek zorunda. 1 Ekim 2023’ten itibaren bu firmalar her üç ayda bir AB’ye ihraç ettikleri malların gömülü emisyonlarını raporlamaya başladılar. Bu, tedarik zincirindeki verilerin toplanması, ürün bazında emisyon faktörlerinin hesaplanması gibi yeni bir raporlama yükü getirdi. Milli ETS ile beraber şirketlerin MRV süreçleri zaten olduğundan, bu veriyi sağlamak biraz daha kolay olacak, ancak CBAM raporlaması ürün bazlı olduğu için üretim hatlarında karbon ayak izi hesaplama yetkinliği gerekiyor. Örneğin bir demir çelik şirketi, sattığı belirli bir çelik türünün üretiminde kullanılan kok kömürü miktarından, ortaya çıkan emisyona kadar her aşamayı belgelemeli. Bu, şirketlerin dijital altyapı ve izlenebilirlik sistemlerine yatırım yapmasını gerektiriyor.
İkinci olarak, Milli ETS olmadan CBAM ödemek zorunda kalmak, Türk şirketleri açısından şu anlama gelirdi: Ödenen bedel AB’nin kasasına gider ve şirket bu maliyetten hiçbir dönüş alamaz. OysaMilli ETS içinde ödediği bedel, eğer hükümet uygun politikaları uygularsa, ülkede kalıp teknolojik dönüşüm desteklerine veya vergi indirimlerine kaynak olabilir. Bu nedenle, ihracatçı sektörler Milli ETS’yi kendi çıkarlarına da uygun görmektedir. Orta Vadeli Program’ın vurguladığı üzere karbon fiyatlaması, yeşil dönüşüm sürecinde rekabetçiliği koruma aracı olarak görülmektedir. Bir bakıma, CBAM “sopa” ise, Milli ETS bu sopanın darbesini hafifleten bir kalkan işlevi görebilir. Tabii ki bu, Milli ETS kapsamındaki karbon fiyatının AB ETS ile makul ölçüde kıyaslanabilir olması halinde geçerli. Eğer Milli ETS’de karbon fiyatı çok düşük kalırsa, CBAM’da AB fiyatının büyük kısmı yine ödenir; çok yüksek olursa bu sefer de sanayici aşırı zorlanır. Bu dengeyi tutturmak kritik olacaktır.
Üçüncü olarak, CBAM şimdilik ihracat boyutunda konuşuluyor ancak ilerde ithalat boyutu da Türk şirketlerini ilgilendirebilir. Türkiye, kendi ETS’sini kurunca, karbon kaçağı riskini yönetmek için ithal ürünlere benzer bir mekanizma uygulamayı düşünebilir. Dünya Bankası raporları, bazı ülkelerin (örneğin Malezya) AB CBAM’a yanıt olarak kendi sınır ayarlamalarını düşünmeye başladığını belirtmektedir. Türkiye de, eğer iç piyasada karbon maliyeti varken dışarıdan gelen ürünler daha ucuza rekabet ederse, yerli sanayiyi korumak adına benzer bir adım atmak durumunda kalabilir. Şu an için bu gündemde olmasa da, Milli ETS olgunlaştıkça tartışılacak bir politika olacaktır.
CBAM Türkiye-AB ticaret ilişkilerinde yeni bir dönem başlatırken, şirketlerin de AB’deki alıcılarla ilişkilerini etkileyecektir. AB’li ithalatçılar, tedarikçilerini karbon performansına göre değerlendirmeye başlayacak. Örneğin bir inşaat firması, satın alacağı çimentonun CBAM maliyeti düşük olsun diye karbon verimliliği yüksek (atık ısıdan enerji üreten, düşük klinker oranlı vb.) Türk tedarikçileri tercih edebilir. Bu da Türk üreticiler için rekabetçilikte yeni bir kriter anlamına gelir: Karbon içeriği düşük ürün avantajlı olacaktır. Milli ETS altında şirketler, karbon azaltımına gittikçe sadece maliyetlerini düşürmekle kalmayıp, pazarda “düşük karbonlu ürün” etiketiyle öne çıkma şansı da elde edecekler.
Özetle, CBAM’ın devreye girmesi Türkiye için bir uyarı niteliğindeydi ve Milli ETS bu uyarıya verilen stratejik bir yanıt olarak görülebilir. İhracatçı şirketler için CBAM büyük bir geçiş riski unsuru iken, Milli ETS bu riski yönetilebilir kılmak için iç mekanizmalar sunuyor. Elbette CBAM’ın ilk uygulama yıllarında elde edilecek verilerle, Türkiye’nin de ETS’sini nasıl optimize edeceğine dair geri bildirimler alınacak. AB ile teknik işbirliği içinde, ileride karşılıklı tanınma veya entegrasyon imkanları değerlendirilebilir. Şirketler açısından en kritik mesaj: CBAM ve ETS dünyasında, karbon emisyonu artık hem bir maliyet hem de rekabetçilik faktörüdür; dolayısıyla karbon yönetimi, ihracat stratejisinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Karbon Fiyatlaması, Finansal Raporlama ve Sürdürülebilirlik Raporlaması
Karbon fiyatlamasının şirketler üzerindeki etkileri sadece fiili ödeme veya operasyonel değişikliklerle sınırlı değildir. Aynı zamanda finansal raporlama standartları ve sürdürülebilirlik raporlaması uygulamaları kapsamında da karbon fiyatının yansımaları olacaktır. Sürdürülebilirlik yöneticileri için, Milli ETS gibi bir gelişme hem finansal tablolarda muhasebeleştirme hem de paydaş iletişiminde raporlama açısından yeni gereksinimler doğurur.
Finansal Raporlama Açısından: Türkiye’de finansal raporlama standartları (TFRS), büyük ölçüde Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na (IFRS) uyumludur. Halihazırda IFRS cephesinde karbon emisyonlarına ilişkin özel bir standart olmamakla birlikte, birçok şirket karbon emisyon haklarını (tahsisatları) ve yükümlülüklerini finansal tablolarında göstermek durumundadır. Örneğin, Milli ETS kapsamında devletin ücretsiz dağıttığı tahsisatlar, şirkete bir varlık ve aynı zamanda emisyon yapma karşılığında bir yükümlülük doğurur. Bu noktada muhasebe uygulamalarında farklı yaklaşımlar vardır: Kimi şirketler tahsisatı stok (envanter) olarak, kimileri maddi olmayan duran varlık olarak kaydedebilir; ücretsiz alınan tahsisatı ise bir tür devlet hibesi (deferred income) olarak değerlendirip emisyon yaptıkça gelir olarak çözebilir. Henüz Türkiye’de bu konuda kesin bir standart yayınlanmamış olsa da, Kamu Gözetimi Kurumu (KGK)’nun Milli ETS devreye girmeden şirketlere yönelik bir rehberlik veya standart güncellemesi yapması beklenebilir. Zira raporlama birliğinin sağlanması önemlidir. Şirketler şimdiden, karbon piyasasından kaynaklanacak varlık ve borç kalemlerini muhasebeleştirme modellerini çalışmalıdır. Ayrıca, eğer yıl sonunda ellerinde yetersiz tahsisat varsa, bu bir karşılık (provision) ayırmalarını gerektirebilir (emsal olarak AB ETS’de yıl sonunda emisyonu karşılayacak hakkı olmayan firmalar, finansal tablolarında bunu borç olarak göstermektedir).
Karbon fiyatının finansal tablolar üzerindeki dolaylı etkileri de göz önüne alınmalıdır. Örneğin, ileriye dönük karbon fiyatı beklentileri, bir şirketin maddi duran varlıklarının değer düşüklüğü (impairment) testlerinde dikkate alınabilir. Bir termik santral, karbon maliyetiyle çalışamayacak duruma gelecekse, gelecekteki nakit akış projeksiyonları düşecek ve varlığın değeri bugün azaltılacaktır. Uluslararası Muhasebe Standartları (IAS 36) uyarınca, varlık değerinde kalıcı düşüş işaretleri varsa değer düşüklüğü zararı yazılır. Karbon fiyatı senaryoları, bu işaretlerden biri haline gelmiştir. Nitekim büyük petrol ve gaz şirketleri, iklim politikalarının sıkılaşacağı öngörüsüyle rezerv ve varlık değerlerinde son yıllarda büyük düzeltmeler yaptı. Türkiye’de de yüksek emisyonlu varlıklara sahip şirketler, Milli ETS kapsamında ilerleyen yılların karbon fiyatı projeksiyonlarını finansal modellemelerine dahil etmek durumunda kalacak. Aksi takdirde, ani düzenleme değişikliklerinde finansal göstergelerde sert düzeltmeler yaşanabilir.
Ayrıca karbon kredileriyle uğraşan şirketler (örneğin bir yenilenebilir enerji projesinden karbon sertifikası üretenler) için de bu kredilerin muhasebesi gündeme gelecek. Eğer bu krediler satılmak üzere elde tutuluyorsa, bunların stok olarak kaydedilip piyasa değerleriyle değerlenmesi veya gerçeğe uygun değer farkı kâr/zarara yansıyacak finansal araçlar olarak ele alınması gibi teknik konular var. KGK’nın yayınlayacağı olası rehberler bu belirsizlikleri giderecektir.
Sürdürülebilirlik Raporlaması Açısından: Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS) adı altında, büyük ihtimalle küresel ISSB (International Sustainability Standards Board) standartları veya Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’na benzer bir çerçeve benimseniyor. Bu standartlar, şirketlerin iklimle ilgili risk ve fırsatlarını, stratejilerini, hedeflerini ve metriklerini detaylı biçimde raporlamasını gerektirir. Milli ETS gibi bir karbon fiyat mekanizması, bu raporlamada merkezi bir konu olacaktır. Özellikle geçiş riski bağlamında, şirketlerin karbon fiyatından nasıl etkilendiği, hangi önlemleri aldığı raporlarda açıklanmalıdır. TCFD (İklime İlişkin Finansal Beyanlar Görev Gücü) tavsiyeleri de benzer şekilde, şirketlerin farklı karbon fiyatı senaryolarında (örneğin 2°C senaryosunda karbon fiyatının 2030’da 100 $/ton olduğu bir varsayım gibi) iş modelinin dayanıklılığını değerlendirmesini önerir. TSRS muhtemelen bu gibi senaryo analizlerini de teşvik edecektir.
Sürdürülebilirlik raporlamasında yer alacak bazı kritik konular şunlar olacaktır:
-
Emisyon Verileri ve Hedefleri: Zaten yıllardır MRV kapsamında doğrulanmış emisyon raporları mevcuttu. Bu veriler sürdürülebilirlik raporlarında da kullanılıyor. Milli ETS ile birlikte, şirketin geçmiş emisyon performansı yanında emisyon azaltım hedefleri (ör. 2030’a kadar %30 azaltım) ve bu hedeflere ulaşma planları detaylandırılacak. Karbon piyasası, bu hedeflere ulaşmanın bir parçası olarak sunulabilir (örneğin “x miktar dahili azaltım yapıp kalan emisyonlar için y miktar karbon kredisi kullanacağız” şeklinde).
-
Karbon Fiyatının İş Modeline Etkisi: Şirketlerin, mevcut ve gelecek karbon fiyatını hesaba katarak stratejik planlarını nasıl revize ettikleri açıklanmalı. Örneğin bir enerji şirketi, “Paris Anlaşması ile uyumlu senaryoda 2040’da karbon fiyatının 150 $/ton olacağı varsayımıyla kömür varlıklarımızı 2030’a dek kapatma kararı aldık” gibi bilgiler verebilir. Bu tür açıklamalar, yatırımcılara şirketin geçiş riskini nasıl yönettiğini gösterir. TSRS, finansal etkilerin de mümkünse nicel olarak ifade edilmesini isteyebilir (ISSB’nin iklim standardı, mümkün oldukça dolar cinsinden etki belirtilmesini öneriyor). Örneğin “Karbon fiyatındaki her 10 $ artış, üretim maliyetimizi %2 artırmaktadır” gibi metrikler kullanılabilir.
-
Karbon Fiyatı ve Hedef Uyumluluğu: Şirket, kendi iç karbon fiyat mekanizmasını kullanıyor mu? Birçok uluslararası firma, iç karbon fiyatı uygulamaya başladı; aynı şeyi Türkiye’de de yaygınlaştırmak, Milli ETS’nin başarısını artırabilir. Sürdürülebilirlik raporlarında, “yatırım kararlarında ton CO₂ başına şu kadar TL’lik bir gölge karbon fiyatı uyguluyoruz” gibi bilgiler sunulabilir. Bu, yönetimin karbon riskini günlük karar alma süreçlerine entegre ettiğinin göstergesidir.
-
Karbon Kredisi Kullanımı ve Projeleri: Milli ETS ile birlikte denkleştirme mekanizması başladığında, şirketlerin ne oranda karbon kredisi kullandıkları, bu kredilerin kaynağı (yerli projeler mi, uluslararası mı), doğrulanması gibi konuları şeffaf şekilde raporlaması beklenir. Zira paydaşlar, bir şirketin hedeflerine “gerçek emisyon azaltımı” ile mi yoksa “kredi satın alarak” mı ulaştığını bilmek ister. Çoğu raporlama standardı, bu ikisini ayrı gösterilmesini talep eder. Dolayısıyla, sürdürülebilirlik yöneticileri raporlarda “%20 azaltımı tesis içi önlemlerle, kalan %5’i karbon kredileriyle denkleştiriyoruz” şeklinde net açıklamalar yapmalıdır.
-
Tedarik Zinciri Emisyonları (Scope 3) ve Karbon Fiyatı: Her ne kadar Milli ETS doğrudan Scope 1 (doğrudan operasyonel emisyonlar) üzerine odaklansa da, sürdürülebilirlik raporlaması kapsamında Scope 2 (satın alınan enerjiden kaynaklı dolaylı emisyonlar) ve Scope 3 (tedarik zinciri ve ürün kullanım emisyonları) da önemlidir. Karbon fiyatları, Scope 2 emisyonlarını anında etkiler çünkü elektrik üretimi ETS kapsamındadır ve elektrik fiyatına karbon bedeli yansır. Şirketler raporlarında, elektrik tüketiminden kaynaklı emisyonlarını (örneğin kWh başına elektrik emisyon faktörü ve karbon maliyetiyle) azaltmak için yenilenebilir enerjiye geçiş planlarını aktaracaklardır. Scope 3 tarafında ise tedarikçilerinin maruz kaldığı karbon maliyeti ve bunun tedarikçi seçim stratejisine etkisi raporlara girebilir. Örneğin bir otomotiv şirketi, “tedarikçilerimizden çelik alımlarında düşük karbon ayakizine sahip üreticileri tercih ediyoruz, böylece hem CBAM yükünü azaltıyoruz hem sürdürülebilirlik hedeflerimize katkı sağlıyoruz” diyebilir. Bu tür uygulamalar, “yeşil tedarik zinciri” oluşturmanın parçasıdır ve raporlarda vurgulanacaktır.
Kısaca, karbon fiyatlamasının hem finansal raporlarda hem sürdürülebilirlik raporlarında yer bulması kaçınılmazdır. Entegre Raporlama kavramı gereği, finansal etkiler ile ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) konuları artık bir arada değerlendiriliyor. Türkiye’de Borsa İstanbul, sürdürülebilirlik beyanları ve son yıllarda TCFD gibi iklim raporlamalarını teşvik ediyor. Milli ETS ile birlikte, şirketlerin yatırımcı ilişkileri sunumlarından faaliyet raporlarına kadar her platformda karbon risklerini ve yönetim stratejilerini daha görünür kılması beklenir. Bu da sürdürülebilirlik yöneticilerinin rolünü kritik hale getiriyor: Şirket içinde finans, operasyon ve strateji birimleriyle koordinasyon içinde, karbon fiyatının etkisini ölçmeli ve bunu paydaşlara anlaşılır şekilde aktarmalıdırlar.
Tedarik Zinciri ve Dolaylı Etkiler
Karbon fiyatlandırmasının etkileri, yalnızca düzenleme kapsamındaki şirketlerle sınırlı kalmaz; ekonomide adeta dalga etkisi yaratarak tedarik zinciri boyunca yayılır. Milli ETS uygulamasıyla, doğrudan yükümlü olmayan birçok işletme bile dolaylı yoldan karbon maliyetine maruz kalacaktır. Bu bölümde,Milli ETS’nin ve genel olarak karbon fiyatlamasının tedarik zincirleri üzerindeki olası etkilerini inceliyoruz:
1. Girdi Maliyetlerinde Artış: Milli ETS kapsamındaki sektörler, birçok diğer sektörün tedarikçisidir. Örneğin elektrik üretimi, çimento, demir-çelik, gübre gibi alanlar geniş bir ekonomik ağın girdisini oluşturur. Bu sektörlerde karbon maliyeti ortaya çıktığında, üreticiler bu ek maliyeti mümkün olduğunca ürün fiyatlarına yansıtacaktır. Dolayısıyla, elektrik faturaları, inşaat malzemesi fiyatları, lojistik ve nakliye ücretleri (dolaylı yakıt maliyeti artışıyla) gibi kalemlerde artışlar beklenir. Bu, Milli ETS kapsamında olmayan hizmet sektöründen KOBİ’lere kadar pek çok işletmenin üretim maliyetlerinin yükseleceği anlamına gelir. Örneğin, bir gıda üreticisi doğrudan karbon piyasasında işlem yapmıyor olsa da, kullandığı elektriğin fiyatı artacağı için dolaylı maliyet yükselişiyle karşılaşır. Yine tarım sektöründe, gübre fiyatları karbon maliyeti içerdiğinden çiftçiler girdi maliyetinde artış görebilir. Bu tür zincirleme etkiler, ekonomi genelinde enflasyonist bir baskı potansiyeli taşır. Nitekim karbon vergisi uygulayan ülkelerde (örn. Kanada, İsveç) akaryakıt ve enerji fiyatları üzerinden enflasyona küçük de olsa etkiler gözlemlenmiştir. Türkiye’de de Milli ETS’nin özellikle elektrik fiyatlarına yansıması yakından izlenecektir. Bu durum, enerji verimliliği ve tasarruf önlemlerinin önemini daha da artırır. Şirketler, enerji maliyetlerini düşürmek için süreçlerini optimize etmeye, atık enerjiyi geri kazanmaya, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeye hız vereceklerdir. Aksi halde, artan girdi maliyetleri kârlarını azaltabilir veya ürün fiyatlarını artırarak rekabet güçlerini zayıflatabilir.
2. Tedarikçi Seçimi ve Yeşil Tedarik Zinciri: Büyük şirketler, kendi sürdürülebilirlik taahhütleri kapsamında tedarik zincirlerindeki karbon ayak izini de yönetmeye başlıyorlar. Milli ETS’nin devreye girmesiyle, kurumsal firmalar tedarikçi değerlendirmelerinde karbon kriterlerini daha fazla dikkate alabilir. Örneğin bir otomotiv üreticisi, komponent tedarikçilerinden karbon emisyon verilerini talep etmeye ve bu doğrultuda “düşük karbonlu tedarikçiyi tercih etme” politikası uygulamaya başlayabilir. Bu, ETS kapsamında olsun olmasın, tüm tedarikçiler için bir baskı oluşturur. KOBİ seviyesindeki üreticiler dahi, büyük müşterilerinin talepleri nedeniyle karbon envanteri çıkarmak, emisyon azaltım hedefi belirlemek zorunda kalabilir. Yani sürdürülebilirlik yönetimi, büyük şirketlerden KOBİ’lere doğru bir yayılma etkisi gösterecektir. Hatta bazı uluslararası şirketler, tedarikçilerine bir iç karbon fiyat uygulayarak tedarikçi seçiminde bu maliyeti hesaba katıyorlar. Türkiye’de de ihracat yapan firmalar, yabancı alıcıların CDP tedarikçi programları gibi girişimlerle karbon verilerini talep ettiğini bildiriyor. Milli ETS, bu trendi hızlandıracaktır. Sonuç olarak, karbon yönetimi bir rekabet unsuru haline gelir: Karbon verimliliği yüksek, enerji tasarrufu yapabilen, yenilenebilir enerji kullanan tedarikçiler, piyasa paylarını artırabilir. Bu, Milli ETS dışında kalan sektörler için dahi bir yeşil dönüşüm teşviki anlamına gelir.
3. Dolaylı (Scope 3) Emisyonların Azaltılması: Büyük şirketlerin iklim stratejilerinde, Scope 3 emisyonları genellikle toplam emisyonlarının büyük bölümünü oluşturur (tedarik zinciri + ürün kullanım aşaması). Karbon fiyatlandırması, henüz global ölçekte Scope 3’e doğrudan uygulanmıyor olsa da, Milli ETS gibi mekanizmalar dolaylı olarak Scope 3 azaltımını da tetikler. Örneğin bir beyaz eşya üreticisi, ürünlerinin kullanım ömrü boyunca tüketeceği elektriğin emisyonlarından sorumluluk duyuyorsa, elektrik şebekesinin karbondan arınması (elektrik üreticilerine uygulanan ETS sayesinde) onun ürünlerinin kullanım emisyonlarını düşürecektir. Bu da firmanın iklim hedeflerine katkı yapar. Tedarik zincirinde de benzer şekilde, tedarikçinin ETS kapsamında karbon azaltması, nihai ürünün gömülü emisyonunu azaltır. Böylece, değer zinciri boyunca emisyon azaltımı gerçekleşir. Bu zincirleme faydayı rakamsallaştırmak, sürdürülebilirlik raporlamasında da vurgulanacak bir nokta olabilir (örn. “tüm tedarik zincirimizde Milli ETS sayesinde X milyon ton CO₂ azaltım potansiyeli oluşuyor”).
4. Müşteri Tarafında Duyarlılık: Tedarik zinciri sadece B2B (şirketten şirkete) ilişkileri değil, son tüketiciyi de içerir. Özellikle AB gibi pazarlarda, nihai müşteriler ürünün karbon ayakizine giderek daha fazla önem veriyor. “Karbon-nötr ürün”, “düşük emisyonlu çelikle üretilmiş otomobil” gibi kavramlar pazarlama unsuru haline geliyor. Türkiye’de iç pazarda tüketici duyarlılığı henüz AB kadar yüksek olmasa da, yeşil mutabakat etkisiyle burada da artış beklenebilir. Örneğin, büyük bir inşaat projesi, kullandığı malzemelerin EPD (Çevresel Ürün Beyanı) değerlerine göre malzeme seçmeye başlayabilir. Bu, çimento veya çelik üreticisinin karbon performansı iyi ise tercih edilmesi demektir. Dolayısıyla Milli ETS, şirketlerin sadece regülasyona uyumu için değil, müşteri taleplerini karşılamak için de bir araç haline gelebilir. Tedarik zincirinin halkaları arasında işbirliği gelişmesi de muhtemeldir; örneğin bir perakende zinciri, tedarikçilerinin karbon emisyonlarını azaltmasına teknik destek verebilir veya yeşil enerjiye geçmeleri için uzun vadeli satın alma garantileri sunabilir.
5. Fiyatlama Stratejileri ve Maliyet Geçişkenliği: Tedarik zincirindeki dolaylı etkilerin bir boyutu da fiyat geçişkenliği meselesidir. Bazı sektörler, karbon maliyetlerini zincirin bir sonraki halkasına kolayca yansıtabilirken, bazıları yansıtamaz. Elektrik sektörü düzenlemeli tarifelere tabiyse, karbon maliyetinin ne kadarının faturalara yansıyacağı regülatör tarafından belirlenir. Serbest piyasa ise arz-talep dengesine göre bunu belirler. Yoğun rekabetin olduğu piyasalar (örneğin uluslararası navlun piyasası) maliyet artışını fiyatlara yansıtamaz ve bu maliyeti şirketler üstlenir. Bu durum, hangi halkada maliyet yükünün kalacağını belirler. Türkiye özelinde, örneğin ihracat odaklı çelik üreticileri karbon maliyetinin önemli kısmını kendileri absorbe etmek zorunda kalabilir (zira dünya çelik fiyatını onlar belirleyemiyor), ancak iç pazara çimento satan bir üretici maliyeti büyük ölçüde müteahhit firmalara yansıtabilir. Nihai olarak, belli sektörlerde kâr azalırken, diğerlerinde maliyet son kullanıcıya kadar gider. Politika yapıcılar bu dengeye de bakacaktır; örneğin temel gıda sektöründe dolaylı karbon maliyeti artışı yaşanırsa, belki tarım ve gıda için özel destekler veya muafiyetler gündeme gelebilir. Şirketler de kendi tedarik zincirlerinde kritik malzemeler için benzer önlemleri düşünebilir (uzun vadeli sabit fiyatlı anlaşmalarla riski paylaşmak gibi).
6. Lojistik ve Dağıtım: Tedarik zincirinin bir parçası da taşımacılık ve dağıtımdır. Şu an Milli ETS ulaştırma sektörünü doğrudan kapsamıyor, ancak yakıtlara yönelik dolaylı karbon vergileri (MTV ve akaryakıt ÖTV’sine entegre edilen mekanizmalar) ileride gündeme gelebilir. AB’de 2027’de başlayacak ETS-2, karayolu taşımacılığını (yakıt tedarikçileri üzerinden) kapsayacak. Türkiye’nin de 2030’lara doğru benzer bir kapsama geçmesi olasıdır. Bu olduğunda, ürünlerin nakliye maliyetleri de karbon fiyatından etkilenecektir. Halihazırda bile, uluslararası nakliyede AB’ye sefer yapan kamyonlar veya gemiler için yakıt bazlı maliyetler artabilir (AB’nin akaryakıta getireceği karbon fiyatı, yakıt ikmal noktalarına göre fiyat farkı yaratabilir). Şirketler, dağıtım ağlarını optimize ederek, intermodal taşımaya geçerek veya filo araçlarını elektrikli/hidrojen gibi alternatiflere çevirerek bu geleceğe hazırlık yapmalıdır. Bu dönüşüm, henüz Milli ETS’nin doğrudan bir etkisi olmasa bile, bütüncül bir düşük karbon stratejisinin parçasıdır.
7. Yan Sanayi ve KOBİ’ler: Büyük şirketlerin etki alanında bulunan çok sayıda KOBİ, dolaylı etkilerden nasibini alacaktır. Örneğin otomotiv ana sanayi ETS kapsamında yüksek maliyetler yüklenir ve bunu yönetmek için verimlilik programları başlatırsa, yan sanayiden de maliyet düşürücü katkılar isteyebilir. Hatta bazı ana sanayi firmaları, tedarikçilerinin enerji verimliliği yatırımlarını desteklemek üzere finansman veya teknik yardım sağlayabilir, çünkü kendi ürünlerinin maliyetini düşürmek ister. Bu tarz işbirlikleri, yeşil dönüşümün yaygınlaştırılması açısından olumlu bir sonuçtur. Öte yandan, KOBİ’lerin finansal ve teknik kapasitesi sınırlı olduğundan, bu dolaylı yükler onlar için yönetimi zor bir hal alabilir. Devletin burada KOBİ’lere yönelik eğitim, finansman ve teknoloji desteği sağlaması gerekebilir. Belki de karbon piyasasından elde edilen gelirin bir kısmı, büyük sanayinin tedarikçilerinin dönüşüm projelerine aktarılabilir. Bu sayede zincirin zayıf halkalarının kırılması önlenir.
Tedarik zinciri üzerindeki dolaylı etkileri yönetmek, şirketler arası koordinasyon ve bütüncül düşünce gerektiriyor. Sürdürülebilirlik raporlaması kapsamında büyük şirketler artık tedarik zinciri emisyonlarını ve bunları düşürme planlarını da açıklamak durumunda olduklarından, lider firmalar zincir genelinde bir çekim etkisi yaratabilir. Neticede, Milli ETS’nin ekonomide başarılı olması için sadece kapsamdaki şirketlerin değil, tüm ekosistemin düşük karbon ajandasına uyum sağlaması gerekecek. Tedarik zincirindeki her aktörün bu yeni maliyet yapısına ve beklentiye adapte olması, Türkiye sanayisinin genel rekabetçiliği açısından da önem taşıyor.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’nin Milli Emisyon Ticaret Sistemi (Milli ETS), iklim değişikliğiyle mücadele politikalarında bir dönüm noktasıdır ve şirketler için oyunun kurallarını değiştirecek bir gelişmedir. Bu raporda ele aldığımız gibi, Milli ETS’nin getireceği geçiş riski, iyi yönetilirse Türkiye özel sektörünü geleceğin düşük karbon ekonomisine hazırlayacak; kötü yönetilirse de finansal zorluklar ve rekabet kaybı yaratabilecek potansiyele sahiptir.
Sürdürülebilirlik yöneticileri ve finans profesyonelleri için en önemli mesaj, karbon yönetiminin entegre bir iş stratejisi haline getirilmesi gerekliliğidir. Artık “karbon” sadece çevreci bir hedef değil, aynı zamanda finansal bir parametre, yasal bir yükümlülük ve rekabetçilik kriteridir. Bu nedenle şirketlere yönelik bazı önerilerle raporumuzu noktalayalım:
-
Erken Planlama ve Senaryo Analizi: Milli ETS yürürlüğe girmeden önce, şirketler karbon fiyatının operasyonel ve finansal performanslarına etkisini modellemelidir. Farklı fiyat, tahsisat ve üretim senaryolarında kârlılık, nakit akışı ve rekabet pozisyonu analiz edilmelidir. Özellikle geçiş riskini ortaya çıkaracak worst-case (en kötü durum) senaryolar üzerinde çalışılmalıdır. Bu analizler, yatırımcılara ve kredi sağlayıcılara da sunularak, şirketin hazırlık düzeyi anlatılmalıdır.
-
Düşük Karbon Stratejisi ve Yatırım Yol Haritası: Her şirket, mümkünse 2030 ve 2050 ufkunu içeren bir karbon azaltım yol haritası belirlemelidir. Bu yol haritası, teknoloji dönüşümü (ör. elektrikli fırınlar, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği projeleri), süreç optimizasyonu, ürün inovasyonu (düşük karbonlu ürünler geliştirme) ve gerekirse kontrollü kapasite azaltımı gibi unsurlar içermelidir. Bu plan, Milli ETS’den beklenen kademeli sıkılaşma ile uyumlu olmalıdır. Örneğin, 2030’da ücretsiz tahsisatların %50 azalacağı öngörülüyorsa, o zamana kadar emisyonları %50 düşürmeye dönük yatırımlar planlanmış olmalıdır. Bu yatırımlar için gerekli finansman ihtiyacı belirlenmeli ve yeşil finansman araçları (yeşil tahvil, sürdürülebilirlik bağlantılı kredi, uluslararası fonlar) araştırılmalıdır.
-
Karbon Finansmanı ve Piyasası Takibi: Şirketlerin finans birimleri, karbon piyasasını takip etme ve işlem yapma yetkinliği kazanmalıdır. Bu, karbon riskini hedge etmek, uygun zamanda uygun fiyata tahsisat tedarik etmek veya fazla tahsisatı satarak gelir elde etmek için kritiktir. EPİAŞ’ın oluşturacağı piyasada aktif bir şekilde yer almak üzere gereken insan kaynağı ve altyapı hazırlanmalıdır. Ayrıca, Türkiye’de gelişecek gönüllü karbon piyasası fırsatları da (örneğin yenilenebilir enerji projelerinden karbon kredisi alarak itibar kazanma) göz önünde bulundurulmalıdır. Karbon kredisi alım-satımı uzmanlığı, şirketlere ek maliyet avantajı sağlayabilir.
-
Mevzuata Uyum ve İletişim: Milli ETS, karbon denkleştirme ve endüstriyel emisyonlarla ilgili mevzuatları yakından takip etmek gereklidir. Sıkça sorulan sorular, kılavuzlar ve ikincil düzenlemeler yayınlandıkça hızla iç süreçlere adapte edilmelidir. Ayrıca, düzenleyicilerle (Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İklim Değişikliği Başkanlığı, vs.) iletişim halinde kalarak, sektörel sorunlar ve öneriler iletilmelidir. Örneğin, sektörünüz için bir ücretsiz tahsisat kriteri belirleniyorsa, bunun adil ve gerçekçi olması için sektörel birlikler aracılığıyla veri ve geri bildirim sunulabilir. Aynı şekilde, CBAM konusunda AB ile yapılacak teknik görüşmelere de şirketler ve sektör temsilcileri hazırlıklı olmalıdır.
-
Sürdürülebilirlik Raporlamasında Şeffaflık: Şirketler, Milli ETS kapsamındaki yükümlülüklerini, karbon risk ve fırsatlarını sürdürülebilirlik raporlarında açıkça paylaşmalıdır. Sürdürülebilirlik raporlaması, yatırımcı güvenini tesis etmek ve itibar yönetimi için önemli bir araçtır. Karbon nötr hedefler, bilime dayalı hedefler (SBTi) varsa bunlar belirtilmeli, yıllık ilerleme verileri sunulmalıdır. Milli ETS’den elde edilen deneyimler (örneğin ilk yılda ne kadar maliyet oluştu, bu nasıl karşılandı, ne kadar azaltım yapıldı) sonraki raporlarda somut olarak yer almalıdır. Bu, paydaşların şirketin iklim gündemini ciddiyetle ele aldığını görmesini sağlar.
-
Tedarik Zinciri İşbirlikleri: Kendi karbon ayakizini azaltırken, tedarikçilerle de ortak hareket etmek önemlidir. Kritik tedarikçiler teşhis edilip onlarla karbon azaltım işbirlikleri kurulabilir. Örneğin, ortak enerji verimliliği projeleri, toplu yeşil enerji satın alımları (power purchase agreements) veya eğitim programları düzenlenebilir. Bu sadece emisyonları değil, aynı zamanda tedarik güvenliğini de artırır. Milli ETS kaynaklı maliyetleri azaltmanın bir yolu da verimlilik kazançlarını paylaşmaktan geçer. Win-win projelerle, hem ana firma hem tedarikçi kazançlı çıkabilir.
Sonuç olarak, Milli ETS’nin şirketler üzerindeki etkileri yönetilebilir ve stratejik bir avantaja dönüştürülebilir. Avrupa deneyimi göstermiştir ki, karbon piyasasına uyum sağlayan, yenilikçi adımlar atan şirketler uzun vadede rekabet güçlerini korumuş, hatta artırmışlardır. Türkiye’de de benzer bir dönüşüm dönemi başlamaktadır. Karbon fiyatlaması, başlangıçta bir maliyet unsuru gibi görünse de, aslında şirketleri geleceğe hazırlayan bir değişim ajanıdır. Bu süreçte şeffaf, hesap verebilir ve proaktif olan şirketler, sadece regülasyon uyumu sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda yatırımcılardan tüketicilere kadar geniş bir paydaş kitlesinin de takdirini kazanacaklardır. Sürdürülebilirlik yönetimi, finansal kârlılık ve çevresel sorumluluğu bir araya getiren bütüncül bir yaklaşımla ele alındığında, Milli ETS bir yük olmaktan ziyade bir fırsat penceresi sunabilir. Şirketlerimize düşen, bu pencereyi zamanında ve doğru şekilde kullanmaktır.
Kaynaklar:
-
ICAP. Emissions Trading Worldwide: Status Report 2025 – Türkiye (Haziran 2025). (Türkiye’nin iklim kanunu, Milli ETS pilot planları ve MRV kapsamı hakkında bilgi)
-
World Bank. State and Trends of Carbon Pricing 2025. (Karbon sınır düzenlemelerinin karbon fiyatlamasına etkisi ve Türkiye’nin CBAM ile ilişkilendirilmesi)
-
Resmî Gazete. Endüstriyel Emisyonların Yönetimi Yönetmeliği (14 Ocak 2025). (Sanayide entegre kirlilik kontrolü ve karbonsuzlaşma amaçlı yönetmelik)
-
T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değ. Bak. Türkiye Emisyon Ticaret Sistemi Yönetmeliği Taslağı. (Milli ETS’nin kapsamı, tanımlar ve tahsisat esasları)
-
T.C. Çevre, Şehircilik ve İklim Değ. Bak. Karbon Kredilendirme ve Denkleştirme Yönetmeliği Taslağı. (Milli ETS dışı projelerden karbon kredisi üretimi ve kullanım esasları)
-
Business & Science Poland. Position on Review of the EU ETS (Temmuz 2025). (AB ETS’nin sanayiye etkileri, rekabetçilik ve fiyat istikrarı konularında eleştiriler)
-
Löschenbrand, S. ve ark. Carbon Pricing and Firm Defaults, IMF WP/25/62 (Mart 2025). (Karbon fiyatı artışlarının firma kredi riskine etkisi üzerine çalışma)
Bir yanıt yazın