Küresel iklim değişikliği ve sosyal sorumluluk beklentileri, tedarik zinciri yönetimini kökten değiştirmektedir. Türkiye’de büyük ölçekli şirketlerin tedarik zinciri bölümlerinde görev alan sürdürülebilirlik profesyonelleri, şirketlerinin rekabetçiliğini korumak için sürdürülebilir tedarik zinciri uygulamalarını hayata geçirmek zorundadır. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat kapsamındaki düzenlemeleri (örneğin AB Ormansızlaşma Düzenlemesi, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), Dijital Ürün Pasaportu ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti gibi) ihracat yapan sektörlere yeni yükümlülükler getirmektedir. Bu rehber, şirketin sürdürülebilirlik politikasının oluşturulmasından başlayarak, tedarik zinciri boyunca uygulanacak süreçleri adım adım teknik detaylarıyla anlatmaktadır. Ayrıca AB düzenlemelerinin Türkiye’de tekstil, otomotiv ve gıda gibi sektörlere etkilerini inceleyerek, her sektör için uyum stratejilerini ve pratik önerileri sunmaktadır.
Kılavuz boyunca, ISO 20400 (sürdürülebilir satınalma), ISO 14001 (çevre yönetim sistemi) ve SA8000 (sosyal sorumluluk) gibi uluslararası standartlarla uyumlu yaklaşımlara değinilecek; due diligence (durum tespiti) süreçleri, sürdürülebilir ürün geliştirme girişimleri ve dijital izlenebilirlik sistemleri örneklerle açıklanacaktır. Rehberin sonunda, sürdürülebilir tedarik zinciri politikası oluşturan bir şirketin atması gereken temel adımları içeren bir kontrol listesi yer almaktadır.
Sürdürülebilirlik Politikasının Oluşturulması
Sürdürülebilir bir tedarik zinciri inşa etmenin ilk adımı, şirket çapında benimsenen sürdürülebilirlik politikasını tanımlamaktır. Bu politika, kurumun genel sürdürülebilirlik hedefleriyle uyumlu olmalı ve tedarik zinciri yönetimine yön verecek ilkeleri belirlemelidir. ISO 20400 standardı da vurguladığı üzere, satınalma stratejilerini kurumsal sürdürülebilirlik hedefleriyle hizalamak, üst yönetim ve paydaş desteğini sağlamak, ölçülebilir sürdürülebilirlik hedefleri koymak ve bu beklentileri tedarikçilere açıkça iletmek kritik önemdedir. Üst yönetimin güçlü taahhüdü ve örnek teşkil etmesi, sürdürülebilirlik politikasının şirket kültürüne yerleşmesini hızlandıracaktır.
Politika oluşturulurken, Çevresel, Sosyal ve Yönetişim (ESG) boyutlarının tümünü kapsayan kapsamlı bir yaklaşım benimsenmelidir. Şirket, tedarik zincirindeki çevresel etkilerini (örn. karbon ayak izi, atık ve su kullanımı), sosyal etkilerini (işçi hakları, güvenli çalışma koşulları) ve ekonomik etik konularını (örn. yolsuzlukla mücadele, adil ticaret) değerlendirmelidir. Sürdürülebilirlik politikası; Tedarikçi Davranış Kuralları, Etik ve Uyum Politikaları, İnsan Hakları ve Çalışma İlkeleri gibi belgelerle desteklenerek kurumsal beklentileri yazılı hale getirmelidir. Bu belgelerde, tedarikçilerden beklenen çevresel standartlar (örneğin yasal çevre izinleri, atık yönetimi, kimyasal kısıtları), sosyal standartlar (örneğin çocuk işçiliğin yasaklanması, adil ücret, çalışma saatleri) ve yönetişim standartları (örneğin yolsuzluk karşıtı uygulamalar) açıkça tanımlanır.
Mevcut Durum Değerlendirmesi: Politika geliştirmeden önce şirketin mevcut tedarik zinciri uygulamalarını analiz etmek faydalı olacaktır. ISO 20400’e göre, önce mevcut satınalma uygulamalarının sürdürülebilirlik açısından güçlü ve zayıf yönlerini belirleyerek bir başlangıç noktası oluşturmak gerekir. Bu değerlendirme sonucunda şirket, hangi konularda öncelikli iyileştirmelere ihtiyaç olduğunu saptayabilir (örn. enerji yoğun süreçler, riskli coğrafyalardan tedarik, vs.).
Hedef ve KPI’lar: Politika, başarının ölçülebilmesi için spesifik ve ölçülebilir hedefler içermelidir. Örneğin “2025 sonuna kadar tedarik zincirinde X ton karbon azaltımı” veya “stratejik tedarikçilerin %100’ünün çevre yönetim sistemi sertifikasyonuna sahip olması” gibi hedefler konulabilir. Bu hedefler düzenli olarak gözden geçirilmeli ve raporlanmalıdır. ISO 20400, tedarik zinciri sürdürülebilirlik hedeflerinin net tanımlanmasını ve ilerlemenin izlenmesini tavsiye etmektedir.
İç İletişim ve Eğitim: Politika hazırlandıktan sonra, tüm iç paydaşlara (satınalma, lojistik, kalite, Ar-Ge, vb. departmanlar) duyurulmalı ve benimsetilmelidir. Çalışanların politikayı özümsemesi için eğitim programları düzenlenebilir. Özellikle satınalma ve tedarik departmanlarındaki ekiplerin sürdürülebilirlik kriterlerini nasıl uygulayacakları konusunda kapasite geliştirilmeye ihtiyacı vardır. Üst yönetimin desteğiyle birlikte, kurumiçi farkındalık kampanyaları (ör. sürdürülebilirlik günleri, atölye çalışmaları) düzenlenerek sürdürülebilir tedarik zinciri kültürü pekiştirilir.
Tedarik Zinciri Süreçlerinde Sürdürülebilirlik Entegrasyonu
Sürdürülebilirlik politikası belirlendikten sonra, bu ilkelerin tedarik zincirinin her adımına entegre edilmesi gerekir. Tedarik planlamasından, tedarikçi seçim kriterlerine, sözleşme yönetiminden lojistik ve teslimata kadar tüm süreçler sürdürülebilirlik merceğiyle yeniden tasarlanmalıdır. Aşağıda tedarik zinciri boyunca sürdürülebilirlik entegrasyonu için temel adımlar sunulmaktadır:
-
Planlama ve Risk Değerlendirmesi: Her satınalma faaliyeti öncesinde sürdürülebilirlik risk değerlendirmesi yapmak kritik bir adımdır. Şirket, tedarik edeceği mal veya hizmetin çevresel ve sosyal risklerini (örn. ham maddenin ormansızlaşma riski, tedarikçinin çalışma koşulları riski) önceden analiz etmelidir. ISO 20400 de vurguladığı gibi ihale veya satınalma planlama aşamasında sürdürülebilirlik risklerini belirlemek ve fırsatları tespit etmek gerekir. Pazar koşulları ve paydaş beklentileri de planlama sürecine dahil edilmelidir. Örneğin, tekstil sektöründe organik pamuk talebi artıyorsa şirket planlamasında bu yönde tedarike öncelik verebilir.
-
Sorumlu Tedarikçi Seçimi: Tedarikçi seçerken artık sadece maliyet, kalite ve teslimat süresi değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal performans kriterleri de değerlendirilmelidir. Teklif toplama ve değerlendirme süreçlerine sürdürülebilirlik skor kartları eklenebilir. Tedarikçilerin sahip olduğu çevre sertifikaları (ISO 14001, atık su arıtma kapasitesi vb.), çalışanlarına sağladığı koşullar (SA8000 sertifikası, iş sağlığı-güvenliği uygulamaları vb.) gibi göstergeler seçim kriterlerine dahil edilir. ISO 20400’e göre tedarikçi değerlendirmesinde fiyat ve kalitenin yanı sıra çevresel performans, işgücü uygulamaları ve kaynak kullanımı gibi sürdürülebilirlik kriterleri de gözetilmelidir. Bu kapsamda tedarikçilerden belirli sertifikasyonlara sahip olmaları istenebilir veya özdeğerlendirme anketleriyle ESG performansları ölçülebilir.
-
Teklif Değerlendirme ve Ödül: Tedarikçi seçiminde mümkün olduğunca yaşam döngüsü maliyetlendirmesi (LCC) yaklaşımı benimsenmelidir. Başka bir ifade ile bir ürünün/hizmetin sadece satın alma fiyatına değil, kullanım ömrü boyunca oluşacak maliyetlerine (enerji tüketimi, bakım, atık imha maliyeti vb.) bakılmalıdır. Bu sayede daha düşük karbon ayakizi veya uzun ömürlü ürünler, başta biraz pahalı olsa da uzun vadede tercih edilebilir. ISO 20400, geleneksel maliyet analizlerinin ötesine geçerek uzun vadeli tasarrufları (düşük enerji kullanımı, daha az atık, vb.) dikkate alan bütüncül değerlendirme yöntemlerini teşvik etmektedir.
-
Sözleşme ve Satınalma Koşulları: Seçilen tedarikçilerle yapılacak sözleşmelere sürdürülebilirlikle ilgili maddeler eklenmelidir. Örneğin, “Tedarikçi, teslim ettiği ürünlerde AB’nin ilgili kimyasal kısıtlamalarına (REACH yönetmeliği gibi) uyacağını taahhüt eder” veya “Tedarikçi, üretim süreçlerinde çocuk işçi çalıştırılmadığını beyan eder ve gerekirse denetime açık olacaktır” şeklinde şartlar konulabilir. Sözleşmelere karbon emisyon raporlaması, atık bertarafı, işçi hakları ihlali durumunda fesih hakkı gibi hükümler eklemek de şirketi güvence altına alır. Önemli bir diğer konu, izleme ve denetim mekanizmalarının sözleşmeye dahil edilmesidir. Yani tedarikçinin sürdürülebilirlik performansı, sözleşme süresi boyunca belirli periyotlarda raporlanacak veya denetlenecektir. ISO 20400’e göre, seçilen tedarikçiyle yapılan sözleşmelere sürdürülebilirlik taahhütleri yazılmalı ve tedarik süresince tedarikçinin performansı takip edilmelidir.
-
Tedarikçi Geliştirme ve İşbirliği: Şirketler, tedarik zincirindeki tüm sorunları sadece tedarikçi değiştirme yoluyla çözemez; mevcut tedarikçilerini daha sürdürülebilir uygulamalar benimsemeleri için desteklemelidir. Sürdürülebilirlik performansı zayıf ancak stratejik önemdeki bir tedarikçiyle çalışılıyorsa, o tedarikçiye eğitimler vermek, teknik destek sunmak veya finansal teşvikler sağlamak uzun vadede kazançlı olabilir. ISO 20400, kuruluşların tedarikçileriyle iş birliği halinde çalışarak onların sürdürülebilirlik kapasitelerini geliştirmesini önerir – örneğin eğitim, teknik destek veya iyileştirmeler için teşvikler sunmak yoluyla. Bu yaklaşım, tedarik zinciri genelinde sürekli iyileştirme kültürü yaratır ve tedarikçinin de şirkete bağlılığını artırır.
-
Lojistik ve Depolama: Tedarik zincirinin sürdürülebilirliği sadece malzeme alımıyla sınırlı değildir; ürünlerin taşınması ve depolanması süreçleri de iyileştirilmelidir. Şirketler, yeşil lojistik uygulamalarına geçmeyi değerlendirmelidir: Daha düşük emisyonlu nakliye modları (ör. mümkünse denizyolu veya demiryolu kullanımı), rotaların optimizasyonu, taşımada yeniden kullanılabilir ambalaj malzemeleri kullanımı, depo operasyonlarında enerji verimli sistemlere geçiş (LED aydınlatma, elektrikli forklift vb.) gibi adımlar atılabilir. Gıda sektöründe soğuk zincir yönetimi önemli bir enerji tüketimi kaynağıdır; bu alanda enerji verimli soğutucular ve iyi yalıtım uygulamalarıyla hem maliyet hem emisyon azaltımı sağlanabilir.
-
Döngüsel Ekonomi ve Atık Yönetimi: Sürdürülebilir tedarik zinciri, döngüsel ekonomi prensiplerini de benimsemelidir. Ürün ve ambalaj tasarımında, kullanım sonrası atıkların geri dönüşüme veya yeniden kullanıma girmesini kolaylaştıracak yaklaşımlar tercih edilmelidir. Otomotiv sektöründe, araç parçalarının yeniden üretimi (remanufacturing) veya geri dönüştürülmüş malzemelerin araçlarda kullanımı artmaktadır. Tekstil sektöründe, üretim atıklarından veya tüketici sonrası tekstil atıklarından geri dönüştürülmüş elyaf kullanımı giderek yaygınlaşıyor. Şirketler, tedarikçilerinden gelen ambalajları geri alıp tekrar kullanma (reverse logistics) veya atıkları kaynağında ayrıştırma gibi uygulamalarla atık miktarını azaltabilir. AB’nin döngüsel ekonomi politikalarına uyum sağlamak adına, malzemelerin yaşam döngüsü boyunca takibi ve geri dönüştürülebilirliğinin artırılması önemlidir.
-
Performans İzleme ve Raporlama: Uygulamaya konan sürdürülebilirlik süreçlerinin etkinliği düzenli olarak ölçülmeli ve raporlanmalıdır. Tedarikçilerin performans skor kartları, denetim raporları, tedarik zincirinden kaynaklanan emisyon ölçümleri gibi veriler belirli periyotlarla (örneğin üç aylık, altı aylık) üst yönetime sunulmalıdır. Bu sayede hangi alanlarda hedeflerin gerisinde kalındığı tespit edilerek, gerekiyorsa politika ve süreçlerde düzeltici adımlar atılabilir. Unutulmamalıdır ki sürdürülebilir tedarik zinciri dinamik bir süreçtir; düzenli gözden geçirmeler ve iyileştirmelerle ilerleme sağlanır.
Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Kültürü ve Sistemlerinin Oluşturulması
Şirket içinde sürdürülebilir bir tedarik zinciri kültürü oluşturmak, yazılı politikaların ötesinde, tüm çalışanların günlük karar ve davranışlarına sürdürülebilirlik perspektifinin yerleşmesini gerektirir. Bu kültürü inşa etmek için hem gerekli politika belgelerinin hazırlanması hem de uygun organizasyonel yapı ve sistemlerin kurulması önem taşır.
Kurumsal Yapılanma ve Sorumluluklar: Öncelikle, sürdürülebilir tedarik zinciri konusundaki sorumluluklar net biçimde tanımlanmalıdır. Şirket içinde bir Sürdürülebilirlik Komitesi veya benzer bir yönetim yapısı kurulabilir. Bu komite, farklı departmanlardan (tedarik, lojistik, kalite, Ar-Ge, finans, hukuk vb.) temsilcileri barındırarak çapraz fonksiyonel iş birliğini sağlar. Amaç, sürdürülebilirlik hedeflerinin şirket genelinde sahiplenilmesidir. Örneğin, satınalma müdürleri kadar, ürün tasarım ekipleri ve üretim yöneticileri de tedarik zinciri sürdürülebilirliği konusunda rol almalıdır. Sürdürülebilirlik yöneticisi veya tedarik zinciri sürdürülebilirlik sorumlusu gibi pozisyonlar tanımlanarak, belirlenen politikaların uygulanması için hesap verebilir kişiler görevlendirilebilir.
Eğitim ve Kapasite Gelişimi: Sürdürülebilir tedarik zinciri kültürünün temelinde, çalışanların bu konudaki bilgi ve becerilerinin geliştirilmesi yatar. Satınalma ve tedarik zinciri ekiplerine yönelik özel eğitim programları düzenlenmelidir. Bu eğitimlerde, sürdürülebilir satınalma teknikleri, yaşam döngüsü değerlendirmesi yapma, tedarikçi denetimi planlama, karbon ayak izi hesaplama gibi konular ele alınabilir. ISO 20400, satınalma profesyonellerinin sürdürülebilirlik konusunda donanımlı hale getirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca tedarik zinciri personeline, ilgili AB düzenlemeleri ve şirket politikasındaki yeni beklentiler konusunda düzenli bilgilendirme yapılmalıdır. Örneğin, AB Ormansızlaşma Düzenlemesi yürürlüğe girdiğinde, hammadde alımlarını yapan çalışanlar bu düzenlemenin gereklilikleri (ör. coğrafi doğrulama, belge toplama) hakkında eğitilmelidir.
İç İletişim ve Farkındalık: Şirket içi iletişim kanalları, sürdürülebilirlik başarılarını ve hedeflerini düzenli duyurmak için kullanılmalıdır. Örneğin, şirket bültenlerinde sürdürülebilir tedarik zinciriyle ilgili sağlanan iyileştirmeler (daha yeşil bir lojistik uygulaması, tedarikçi denetimlerinden elde edilen sonuçlar gibi) paylaşılabilir. Çalışanların önerilerini dile getirebileceği platformlar oluşturmak da kültürün sahiplenilmesini artırır. Örneğin, tedarik zincirinde atık azaltımı için çalışan öneri programı başlatılabilir.
Politika ve Prosedür Dokümantasyonu: Sürdürülebilir tedarik zincirinin sağlıklı işlemesi için gerekli tüm politika ve süreçler dokümante edilmelidir. Bu kapsamda hazırlanması gereken temel belgeler şunlardır:
-
Sürdürülebilir Tedarik Politikası: Şirketin sürdürülebilirlik ilkelerini ve tedarik zincirine yaklaşımını ortaya koyar (önceki bölümde bahsedilen).
-
Tedarikçi Davranış Kuralları (Supplier Code of Conduct): Tedarikçilerden beklenen asgari standartları tanımlar. Çevre, işçilik, etik ve uyum konularında net kurallar içerir. Örneğin, “Tedarikçi, kendi çalışanları için güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamı sağlayacaktır; asgari ücretin altında ödeme yapmayacaktır” gibi maddeler barındırır.
-
Tedarikçi Değerlendirme ve Denetim Prosedürleri: Tedarikçilerin nasıl seçileceği, değerlendirileceği ve izleneceğini adım adım tarif eder. Bu prosedürler, tedarikçi ziyaretlerinin/saha denetimlerinin sıklığını, kontrol listelerini, puanlama sistemlerini belirler. Örneğin, yüksek riskli tedarikçileri yılda bir kez sosyal uygunluk denetimine tabi tutmak gibi kurallar konabilir.
-
Sürdürülebilirlik Veri Toplama ve Raporlama Prosedürü: Tedarik zincirinden toplanacak verilerin (ör. enerji tüketimi, emisyonlar, atık miktarları, kaza oranları) neler olduğunu, bu verilerin hangi sıklıkla ve kimler tarafından raporlanacağını tanımlar. Bu, ilerleyen bölümlerde bahsedilecek dijital takip sistemlerinin de temelini oluşturur.
-
Acil Durum/Eylem Planları: Tedarik zincirinde tespit edilen ciddi bir uygunsuzluk veya sürdürülebilirlik ihlali durumunda (örn. tedarikçide çocuk işçi çalıştırıldığının saptanması, bir ham maddenin yüksek ormansızlaşma riski taşıdığının anlaşılması) atılacak adımları belirten planlar. Bu planlar, sorunun nasıl giderileceğini ve tekrarlanmaması için hangi önlemlerin alınacağını içerir.
Dijital Sistemlerin Kurulması: Modern sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi, güçlü dijital altyapılar gerektirir. Tedarik zinciri boyunca veri takibi ve şeffaflık sağlamak için şirketler çeşitli yazılımlar ve platformlar kullanmalıdır. Örneğin, tedarikçi yönetim sistemleri, her tedarikçinin sertifikalarını, denetim sonuçlarını, performans verilerini tek bir yerde tutarak analiz imkanı verir. İzlenebilirlik yazılımları ise ürünlerin ham madde kaynağından nihai ürüne kadar geçirdiği aşamaları kaydeder. Büyük perakende şirketleri ve üreticiler, tedarik zincirlerini uçtan uca izlemek için blockchain tabanlı çözümler veya bulut tabanlı tedarik zinciri platformları kullanmaya başlamıştır. Bu sistemler sayesinde bir ürünün içerdiği bileşenlerin hangi ülkeden geldiği, üretim koşulları ve çevresel ayak izi gibi bilgiler toplanabilir. Örneğin, bir gıda üreticisi dijital bir sistem üzerinden tüm hammadde tedarikçilerinin çiftlik konumlarını ve sertifikasyon durumlarını kayıt altına alabilir; böylece AB’ye ihracatta gerekli olan orman riski veya izlenebilirlik verilerini hızlıca derleyebilir.
Uluslararası Standartlarla Uyum: Sürdürülebilir tedarik zinciri kültürü oluştururken, uluslararası en iyi uygulamaları temsil eden standart ve inisiyatiflere uyum sağlamak faydalıdır. Bu standartlar şirketin küresel ölçekte kabul görmüş bir çerçevede hareket etmesine yardımcı olur:
-
ISO 14001 (Çevre Yönetim Sistemi): Şirketin hem kendi operasyonlarında hem de tedarikçileri nezdinde çevresel etkilerini sistematik olarak yönetmesi için bir çerçeve sunar. ISO 14001 sertifikalı bir şirket, çevresel hedefler belirleyip (örn. atık azaltımı, enerji verimliliği) bunları sürekli iyileştirme döngüsüyle yönetir. Tedarik zincirinde de tedarikçilerden ISO 14001 gibi çevre yönetim sistemlerine sahip olmaları talep edilebilir. Bu yaklaşım, tedarik zincirinin genel çevresel performansını yükseltir ve AB çevre mevzuatlarına uyumu kolaylaştırır.
-
ISO 20400 (Sürdürülebilir Satınalma Rehberi): Bu standart doğrudan sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi için yol göstericidir. ISO 20400’ün temel prensipleri bu rehberin geneline yansıtılmıştır. Standart, kurum stratejisine sürdürülebilir satın almayı entegre etmekten, satınalma sürecinin her adımında (planlama, değerlendirme, sözleşme, izleme) nelere dikkat edilmesi gerektiğine kadar kapsamlı bir rehber sunar. Şirketler ISO 20400 rehberliğinde kendi iç prosedürlerini güncelleyerek uluslararası iyi uygulamalarla uyumlu hale gelebilir.
-
SA8000 (Sosyal Sorumluluk Standardı): Özellikle tedarik zincirinde adil ve güvenli çalışma koşullarını sağlamak için dünya çapında kabul görmüş bir standarttır. SA8000, çocuk işçiliği yasağı, zorla çalıştırma yasağı, güvenli ve sağlıklı çalışma ortamı, örgütlenme özgürlüğü, ayrımcılık yapmama, çalışma saatleri ve ücretlendirme gibi konularda net kriterler ortaya koyar. Tekstil ve elektronik gibi emek yoğun tedarik zincirlerinde, SA8000 sertifikası, bir fabrikanın uluslararası çalışma standartlarına uyduğunun göstergesi olabilir. Şirketler kritik tedarikçilerinin SA8000 veya benzeri sosyal uygunluk denetimlerinden geçmesini şart koşarak, tedarik zincirinde insan hakları risklerini minimize edebilirler. Bu aynı zamanda AB’nin insan hakları due diligence beklentileriyle de uyumludur.
-
Diğer İnisiyatifler: Şirketler Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact) gibi oluşumlara katılarak sürdürülebilirlik taahhütlerini uluslararası platformda ortaya koyabilirler. Bu tür inisiyatifler, tedarik zincirinde de uygulanması beklenen insan hakları, çalışma standartları, çevre ve yolsuzlukla mücadele ilkelerini içerir. Ayrıca sektör bazlı programlar (ör. tekstilde Better Cotton Initiative, gıdada Rainforest Alliance sertifikaları gibi) tedarik zincirinde sürdürülebilir uygulamaları teşvik eder. Şirket içi kültürü güçlendirmek adına bu girişimlere aktif katılım önemlidir.
Özetle, sürdürülebilir tedarik zinciri kültürü ve sistemleri; net tanımlanmış politika ve prosedürler, eğitilmiş ve sorumluluk almış ekipler, destekleyici dijital altyapılar ve uluslararası standartlara uygun uygulamalardan oluşan bir bütündür. Böyle bir kurumsal yapı oluşturmak, AB’nin getirdiği yeni yükümlülüklere proaktif şekilde yanıt vermeyi ve rekabette öne geçmeyi sağlayacaktır.
AB Düzenlemeleri ve Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Yükümlülükleri
Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat kapsamında tedarik zincirlerini dönüştürmeyi hedefleyen bir dizi düzenlemeyi yürürlüğe koymaktadır. Türkiye’den AB’ye ihracat yapan şirketler için bu düzenlemelere uyum sağlamak hem yasal bir gereklilik hem de pazarda varlığını sürdürmenin önkoşuludur. Bu bölümde, sürdürülebilir tedarik zincirini doğrudan etkileyen başlıca AB düzenlemeleri teknik detaylarıyla ele alınmaktadır:
AB Ormansızlaşma Düzenlemesi (EUDR)AB Ormansızlaşma Düzenlemesi (EUDR) kapsamında denetlenecek başlıca emtia ve ürün grupları: kakao (çikolata, kakao tozu vb.), soya (fasulye, soya unu vb.), palmiye yağı (ve palm çekirdeği yağı), kauçuk (lastikler, kauçuk bazlı ürünler), odun ürünleri (kereste, kağıt, basılı kâğıt ürünleri vb.), büyükbaş (canlı hayvan, et ve deri) ve kahve (kavrulmuş kahve, kahve türevleri) gibi tarımsal ve ormancılık kaynaklı ürünlerdir. Bu yedi emtia ve türevleri, AB pazarına sunulmadan önce “ormansızlaşmaya yol açmamış” olduklarının kanıtlanmasını gerektirmektedir. Özellikle 29 Haziran 2023’ten sonra üretilen bu ürünlerin, 31 Aralık 2020’den sonra ormansızlaştırılan arazilerden gelmediği coğrafi verilerle doğrulanmak zorundadır.
Düzenlemenin Amacı ve Kapsamı: EUDR, AB pazarında tüketilen ürünlerin küresel ormansızlaşmaya katkıda bulunmamasını amaçlar. 2019’da başlatılan AB Orman Stratejisi ve Yeşil Mutabakat hedefleri doğrultusunda ortaya çıkan bu düzenleme, özellikle tarım ve ormancılık kaynaklı belirli emtiaları mercek altına almıştır. Kakao, kahve, palm yağı, soya, odun, kauçuk ve büyükbaş hayvan ürünleri (et ve deri) ile bunlardan türetilen ürünler düzenlemenin kapsamındadır. Bu ürünlerin üretimi için tropikal ormanların yok edilmesi, iklim değişikliğine ve biyolojik çeşitlilik kaybına ciddi katkı yaptığı için AB bu konuda sorumluluk almayı hedeflemektedir.
Yükümlülükler: EUDR’ye göre, AB’ye bu kapsamdaki ürünleri pazara süren her operatör (ithalatçı) kapsamlı bir due diligence (özen yükümlülüğü) yapmak zorundadır. AB’de ithalatçı konumundaki şirketler, ürünlerinin üretildiği arazi parsellerinin coğrafi koordinatlarını, üretim tarihlerini ve o ülkedeki yerel yasalara uygunluk durumunu belgelemek zorundadır. Örneğin, Türkiye’den AB’ye kahve veya kakao içeren bir gıda ürünü ihraç eden bir firma, o kahve/kakao çekirdeklerinin yetiştiği çiftliklerin konumunu ve 2020 sonrası ormansızlaşma olup olmadığını bilmek ve AB otoritelerine beyan etmek durumundadır. AB’deki ithalatçı şirket, yetkili makamlara “Due Diligence Statement” denilen beyanları sunacak; bu beyanlarda ürünün ormansızlaşma riski taşımadığı taahhüt edilecektir. Küçük ve mikro ölçekli ithalatçılar için bazı basitleştirilmiş uygulamalar olsa da (örneğin tedarikçilerinden aldıkları beyanları kullanabilecekler), büyük şirketler için tam izlenebilirlik esastır.
Kesim Tarihi Kuralı: Düzenleme, 31 Aralık 2020’yi kritik bir sınır tarihi olarak belirlemiştir. Bu tarihten sonra ormansızlaştırılan arazilerde üretilmiş emtialar, AB’ye sokulamayacaktır. Örneğin, bir çiftçi 2021 yılında ormanlık alanı tarlaya dönüştürüp kahve ekimi yaptıysa, buradan elde edilen kahve AB pazarına giremeyecektir. 2020 öncesinde gerçekleşmiş ormansızlaşmalar bu düzenleme kapsamı dışında kalıyor; ancak ilerleyen yıllarda bu tarihi güncelleyebileceklerini de göz önünde bulundurmak gerekir.
İzlenebilirlik ve Coğrafi Doğrulama: EUDR’nin belki de en teknik gerekliliği, coğrafi izlenebilirlik verisi toplamaktır. İthal edilecek her bir parti için ürünün yetiştiği tüm arazi parsellerinin enlem-boylam koordinatları ilgili platforma yüklenmek zorunda. Uydu görüntüleri ve arazi izleme teknolojileriyle bu koordinatlardaki orman kaybı kontrol edilecektir. Şirketler, tedarik zincirlerini çok iyi tanımak ve çiftlik düzeyine kadar şeffaflık sağlamak zorunda kalacaklardır. Özellikle kahve, kakao gibi birçok küçük çiftçiden toplanıp gelen ürünlerde bu oldukça zorlu bir süreç olabilir; bu nedenle sertifikasyon programları (Rainforest Alliance, Fair Trade gibi) ve teknoloji çözümleri devreye girmektedir. Örneğin, uydu tabanlı izleme yapan veya blokzincir teknolojisiyle çiftlikten fincana veri kayıt eden sistemler, şirketlerin bu verileri toplamasına yardımcı olmaya başlamıştır.
Türkiye’deki Şirketlere Etkisi: Türkiye, kakao veya kahve gibi emtiaların üreticisi olmamakla birlikte, bu ürünleri işleyerek (ör. çikolata üretimi) AB’ye ihraç eden firmalara sahiptir. Bu firmalar, tedarik ettikleri kakao/kahvenin menşeini artık çok daha sıkı denetlemek durumunda kalacaklar. Benzer şekilde, Türkiye önemli bir deri ürünleri (ayakkabı, çanta, deri koltuk vb.) ihracatçısıdır. Derinin kaynağı olan hayvanların yetiştiği alanlar veya hayvan yemi (örneğin soyayla beslenmiş sığırlar) dolaylı ormansızlaşma içeriyorsa, bunlar da risk teşkil edebilir. Odun ve ağaç ürünleri konusunda, Türkiye’nin kereste ve mobilya ihracatı da bu düzenlemeden etkilenecektir. Kendi orman ürünlerimiz genelde sürdürülebilir orman yönetimi altında olsa da, ithal tropik ağaçlardan üretilen mobilyalar varsa bunlar da denetime tabidir.
Zamanlama: EUDR, 29 Haziran 2023’te yürürlüğe girmiştir ancak fiili uygulama için şirketlere geçiş süresi tanınmıştır. AB, Aralık 2024’te aldığı kararla büyük ve orta ölçekli şirketler için uyum tarihini 30 Aralık 2025 olarak belirlemiştir. Mikro ve küçük işletmeler ise 30 Haziran 2026’ya kadar muaf tutulmuştur. Yani Türkiye’de AB’ye ihracat yapan büyük şirketlerin 2025 bitimine dek sistemlerini EUDR uyumlu hale getirmeleri gerekecektir. Bu süre, coğrafi veri toplama sistemlerinin kurulması, tedarikçilerden gerekli bilgilerin temini, dahili süreçlerin oturtulması için kullanılmalıdır.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM)
CBAM Nedir ve Neden Önemli?
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (Carbon Border Adjustment Mechanism – CBAM), AB’nin iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında geliştirdiği yenilikçi bir karbon vergilendirme sistemidir. AB’de halihazırda uygulanan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kapsamında AB’li üreticiler karbon emisyonları için bedel öderken, ithal ürünler için benzer bir mali yükümlülük yoktu. Bu durum, karbon kaçağı (carbon leakage) denilen, karbon maliyeti olmayan ülkelere üretimin kayması riskini doğuruyordu. CBAM, bu riski önlemek ve küresel ölçekte adil bir karbon maliyeti oluşturmak için tasarlandı. Mekanizmanın temel mantığı, belirli karbon yoğun ürünlerin AB’ye ithalatında, içerdiği karbon emisyonu miktarına göre bir ücret alınmasıdır.
Kapsam ve Ürün Grupları: CBAM, başlangıç aşamasında karbon yoğun bazı sektörlerle sınırlı tutulmuştur. 2026 yılında tam uygulamaya geçtiğinde, aşağıdaki ürün grupları CBAM kapsamına girecektir:
-
Demir ve Çelik: Çelik kütük, sac, demir cevheri vb. ürünler.
-
Alüminyum: Ham alüminyum, alüminyum ürünleri.
-
Çimento.
-
Gübreler: Özellikle azotlu gübreler.
-
Elektrik.
-
Hidrojen.
Bu ürünlerin üretimi esnasında ortaya çıkan ton başına CO2 emisyonları için, AB’ye ithalat sırasında bir karbon sertifikası satın alınması gerekecek. Sertifika fiyatı, AB Emisyon Ticaret Sistemi’ndeki karbon fiyatına endeksli olacak. Örneğin, Türkiye’den AB’ye 1 ton çelik ihraç eden bir şirket, o çeliğin üretiminde örneğin 2 ton CO2 emisyonu gerçekleştiyse ve AB’de karbon fiyatı 80 €/ton ise, yaklaşık 160 € tutarında CBAM ücreti söz konusu olabilecek (elbette bazı muafiyet ve hesaplama detayları mevcut, ancak genel prensip böyle).
Geçiş Süreci: CBAM, 1 Ekim 2023 itibariyle bir geçiş dönemi raporlama zorunluluğuyla başlamıştır. 2023 son çeyreğinden itibaren AB’ye yukarıdaki kapsamda ürün ihraç eden şirketlerin, her çeyrek AB otoritelerine rapor sunması gerekmektedir. Bu raporda, ithal edilen ürün miktarı, ürünün üretiminde oluşan emisyon miktarı ve eğer varsa menşei ülkede ödenen karbon bedeli belirtilir. 2023-2025 arası bu raporlamalar ücret ödeme zorunluluğu olmadan izleme amaçlıdır. Asıl uygulama ise 1 Ocak 2026 tarihinde başlayacaktır. Bu tarihten itibaren, ithalatçılar emisyon sertifikası alarak fiili ödeme yapmaya başlayacaklardır. AB’nin planına göre, 2026-2030 arasında AB içi üreticilere verilen ücretsiz emisyon kotaları kademeli azaltılırken, CBAM kapsamı da kademeli genişleyerek 2030’a kadar tüm temel sanayi ürünlerini içerebilir hale gelecektir.
Türk Şirketlerine Etkisi: CBAM özellikle demir-çelik, alüminyum ve çimento sektörlerinde faaliyet gösteren Türk ihracatçılarını yakından ilgilendiriyor. Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’nin imalat sanayii karbon yoğunluğu AB ortalamasından yüksektir ve ihracatının %40’ı AB’ye gitmektedir. Örneğin, Türkiye AB’nin en büyük çelik tedarikçilerinden biridir. Bir araştırmaya göre CBAM, Türk ihracatçılara yıllık 1,1-1,8 milyar Euro arasında ilave maliyet getirebilir (karbon fiyatına bağlı olarak) – özellikle demir-çelik sektörü en çok etkilenecek sektör konumundadır. Eğer Türk çelik üreticileri ve diğer sektörler üretim süreçlerini karbonsuzlaştırmazsa, CBAM nedeniyle ürünlerinin AB pazarındaki fiyatı artacak ve rekabet güçleri zayıflayacaktır. Nitekim CBAM mekanizması tam da “daha yüksek karbonlu üretim yapanlar daha fazla bedel ödesin” mantığıyla hareket etmektedir.
Veri İhtiyaçları: CBAM, şirketlerin ürün bazında karbon ayak izi hesaplama becerisine sahip olmasını gerektiriyor. Her bir ton çeliğin, çimentonun veya alüminyumun üretiminde salınan CO2 miktarını doğru hesaplamak kritik. Bu, kapsam 1 ve 2 emisyonlarının yanı sıra (elektrik tüketimi gibi dolaylı emisyonlar) tedarik zincirinden gelen bazı emisyonların da dikkate alınmasını gerektirebilir. Türk şirketleri için bu yeni; ancak gereken hesaplamaları yapmak için ISO 14064 (sera gazı hesaplama standardı) gibi uluslararası metodolojiler kılavuzluk edebilir. Ayrıca CBAM raporlaması yaparken doğrulanmış (verifiye edilmiş) verilere ihtiyaç duyulacağı için, bağımsız denetimler gerekebilir.
Uyum Stratejileri: CBAM’ye uyum sağlamak ve rekabetçiliği korumak için Türk şirketlerinin atabileceği adımlar şunlardır:
-
Karbon Ayak İzini Azaltma: En belirgin çözüm, üretimdeki karbon yoğunluğunu düşürmektir. Örneğin, elektrik ark ocaklı çelik üreticileri, elektriklerini yenilenebilir enerjiden sağlamaya çalışarak karbon ayak izini azaltabilir. Enerji verimliliği yatırımları, atık ısı geri kazanımı gibi yöntemlerle birim ürün başına emisyon düşürülebilir. Dünya Bankası uzmanları, Türk şirketlerinin yeşil dönüşüme erken adapte olarak ilk hareket eden avantajı yakalayabileceğini belirtmektedir.
-
Karbon Fiyatlandırma ve Yerel ETS: Türkiye, CBAM’ye hazırlık olarak kendi Emisyon Ticaret Sistemi’ni kurma hazırlığındadır. 2024-2030 dönemi iklim stratejisinde bunun merkezi bir rol oynayacağı vurgulanmıştır. Eğer Türkiye ulusal bir karbon fiyat mekanizması uygular ve örneğin çimento veya çelik üreticileri yurtiçinde karbon bedeli öderse, CBAM kapsamında AB’ye öderken bu miktar düşebilecektir (çünkü CBAM, menşe ülkede ödenen karbon bedelini mahsup etmektedir). Dolayısıyla, şirketler kendi ülkelerindeki düzenlemeleri de yakından takip etmelidir.
-
Veri Yönetimi ve Raporlama Sistemleri: CBAM raporlaması, şirketlerin tedarik zinciri veri yönetimini de geliştirmesini gerektirir. İthal girdilerin karbon izlerini bilecek şekilde tedarikçileriyle iletişim kurmaları gerekebilir. Örneğin, otomotiv sektörü sadece kendi montaj emisyonlarını değil, kullandığı çelik ve alüminyumun gömülü emisyonlarını da raporlamalıdır. Bu da tedarikçilerden bu verileri istemeyi gerektirir. Dijital karbon muhasebe araçları ve ürün yaşam döngüsü analiz yazılımları burada yardımcı olacaktır.
Otomotiv Sektörüne Dolaylı Etki: CBAM başlangıçta doğrudan otomobili kapsamıyor, ancak otomobil üretiminde yoğun kullanılan çelik ve alüminyum gibi girdileri kapsıyor. KPMG’nin bir analizine göre, tipik bir otomobil ~600 kg çelik ve ~90 kg alüminyum içerir; bunların üretiminde ciddi miktarda CO2 salınmaktadır. Dolayısıyla Türk otomotiv tedarikçileri (örneğin yan sanayi şirketleri), AB’ye parça ihraç ederken bu parçaların içerdiği çelik/alüminyum için dolaylı CBAM maliyeti hesaplanacağını bilmelidir. CBAM gelecekte kapsamını genişletip tüm endüstriyel ürünleri içerdiğinde, otomotiv sektörü doğrudan da etkilenmeye başlayacaktır.
Dijital Ürün Pasaportu (DPP)
Kavramsal Tanım: Dijital Ürün Pasaportu, AB’nin Döngüsel Ekonomi Eylem Planı çerçevesinde ortaya koyduğu ve ürünlere dair detaylı sürdürülebilirlik bilgilerinin dijital olarak kayıt altına alınmasını hedefleyen bir sistemdir. Basitçe ifade etmek gerekirse, her ürün için bir dijital kimlik kartı oluşturularak ürünün bileşimi, üretim kaynağı, çevresel ayak izi, kullanım ve bakım bilgileri ile geri dönüşüm talimatları gibi veriler bu pasaportta depolanacaktır. Amaç, ürün yaşam döngüsü boyunca şeffaflığı sağlamak, sürdürülebilir ürün tasarımını teşvik etmek ve atık oluşumunu azaltarak döngüsel ekonomiye geçişi hızlandırmaktır.
Yasal Çerçeve: Dijital Ürün Pasaportu uygulaması, AB’nin henüz kabul aşamasında olan Eko-Tasarım için Sürdürülebilir Ürünler Yönetmeliği (Ecodesign for Sustainable Products Regulation – ESPR) ile hayata geçecektir. 2024 itibariyle yürürlüğe girmesi öngörülen bu yönetmelik, başlangıçta belirli ürün kategorileri için geçerli olacaktır. Örneğin, AB Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstil Stratejisi, 2030 yılından itibaren tekstil ürünleri için dijital ürün pasaportlarını zorunlu kılmayı hedeflemektedir. Benzer şekilde, AB’nin yeni Pil Yönetmeliği 2023 yılında kabul edilmiş olup, 2026’dan itibaren piyasaya sürülen büyük bataryalar için bir dijital pasaport uygulamasını içermektedir (bataryanın kimyasal bileşimi, üretim karbon ayak izi, ikinci kullanım potansiyeli vb. bilgileri içerecek şekilde).
Pasaport İçeriği: Bir dijital ürün pasaportu, ürünün tüm önemli bilgisini barındıracaktır. Örneğin bir pasaportta şunlar yer alabilir:
-
Ürün Temel Kimliği: Marka, model, ürün tipi, parti veya seri numarası, üretim tarihi.
-
Malzeme ve Bileşen Bilgileri: Ürünün içerdiği malzemelerin listesi, oranları; kritik hammaddelerin (ör. pilde lityum, elektronik üründe altın vb.) miktarı ve menşei; bu bileşenlerin tedarik zinciri bilgileri.
-
Kimyasal Maddeler: Üründe tehlikeli madde varsa (örn. elektronik cihazlarda belirli kimyasallar) bunların bilgisi; RoHS veya REACH uyumu.
-
Karbon Ayak İzi: Ürünün üretiminden kaynaklanan karbon emisyonları; varsa kullanım aşamasındaki enerji tüketimi verileri.
-
Enerji Verimliliği ve Diğer Çevresel Etkiler: Özellikle elektronik ve beyaz eşya gibi ürünlerde enerji etiketi verileri; su ayak izi, vb.
-
Onarım ve Bakım Bilgileri: Ürünün nasıl tamir edilebileceği, yedek parça bulunabilirliği; ürün modüler ise bileşenlerinin değiştirilebilirliği; garanti bilgileri.
-
Kullanım Ömrü Sonu (End-of-Life) Bilgileri: Ürünün ömrü bittiğinde nasıl geri dönüştürüleceği veya yeniden kullanılabileceği; üretici geri alma programları.
-
Uygunluk Belgeleri: İlgili standart ve sertifikalar (örn. CE uygunluk beyanı, organik tekstil sertifikası, FSC sertifikası vb.).
Bu bilgilerin her biri dijital olarak depolanacak ve bir QR kodu, RFID/NFC çipi veya benzeri bir veri taşıyıcı ile ürüne iliştirilecektir. Ürüne fiziksel olarak eklenen bu kod/çip, pasaporta kayıtlı bilgilere erişim sağlar.
Teknoloji ve Veri Yönetimi: Böyle kapsamlı bir veri sisteminin güvenilir çalışabilmesi için gelişmiş dijital altyapı gereklidir. Blockchain teknolojisi, DPP’lerin omurgası olarak önerilen çözümlerden biridir. Blokzincir ile ürünle ilgili her olay (üretim, nakliye, bakım, ikinci el satışı, geri dönüşümü vb.) şeffaf ve değiştirilemez biçimde kayıt altına alınabilir. Bu sayede pasaporttaki bilgilere tüm paydaşlar güvenebilir. Örneğin bir tüketici, aldığı ürünün QR kodunu telefonuyla okuttuğunda, o ürünün hangi malzemelerden nerede üretildiğini, ne kadar enerji tükettiğini, bakım geçmişini vb. görebilir; bu bilgilerin de blockchain ile doğrulandığını bilebilir.
Dijital ürün pasaportları ayrıca açık veri standartları ile tasarlanacak, yani farklı sistemlerin birbiriyle uyumlu çalışmasına izin verecektir. Tüm bilgiler makina tarafından okunabilir, yapılandırılmış bir formatta sunulacak. Böylece üreticiden geri dönüşüm tesisine kadar herkes ihtiyacı olan veriye ulaşabilecek. Bu durum, veri gizliliği ve rekabet hassasiyeti açısından bazı zorluklar barındırsa da AB, farklı paydaşlara farklı erişim seviyeleri tanımlanacağını belirtmektedir. Örneğin, üretici tüm detayları görebilirken, tüketici belki yalnızca çevresel performans ve kullanım/onarım bilgilerini görebilecek.
Dijital takip sistemleri, tedarik zincirinde her ürünün ve bileşenin kaynağını ve yaşam döngüsü verilerini izlemek için kritik hale gelmektedir. AB’nin Dijital Ürün Pasaportu girişimi de bu amaçla her ürüne bir dijital kimlik atayarak üretimden kullanım ömrü sonuna dek tüm önemli bilgilerin kayıt altına alınmasını öngörmektedir. Bu sayede şirketler malzeme bileşimi, karbon ayak izi, onarım geçmişi gibi verileri toplayıp paylaşarak yasal uyumu sağlamakta ve müşterilere şeffaflık sunmaktadır.
Sektörel Uygulamalar: Dijital ürün pasaportları ilk etapta belirli sektörlere odaklanacak:
-
Tekstil ve Moda: Hızlı modadan uzaklaşıp döngüsel bir tekstil sektörüne geçiş hedefiyle, pasaportlar tekstil ürünlerinin lif içeriğini (örneğin ne kadar organik pamuk, geri dönüştürülmüş polyester içerdiği), üretim koşullarını (işçilik uygulamaları dahil) ve bakım/onarım talimatlarını içerebilir. AB’nin planı 2030’a kadar tekstil ürünlerinde pasaport zorunluluğuna gitmektir. Bu, Türk tekstil ihracatçıları için ciddi bir dönüşüm gerektirebilir (bkz. sektörler bölümünde ayrıntı).
-
Elektronik ve Elektrikli Eşyalar: Halihazırda enerji etiketleriyle verimlilik bilgileri paylaşılan beyaz eşya ve elektronikler, pasaportlarla daha geniş veri setleri sunacak. Özellikle e-atık sorununun çözümü için, cihaz bileşenlerinin kolay sökülüp geri dönüştürülebilmesi ve tüketiciye bu konuda bilgi verilmesi hedefleniyor. Örneğin, bir buzdolabının pasaportunda, “içerdiği soğutucu gazın küresel ısınma potansiyeli, kompresörünün kullanım ömrü, plastik ve metal kısımlarının geri dönüşüm oranı” gibi bilgiler dahi yer alabilir.
-
Piller ve Elektrikli Araçlar: AB’nin yeni Pil Yönetmeliği uyarınca, EV (elektrikli araç) bataryaları için 2026’dan itibaren dijital pasaport geliyor. Bu pasaportlarda bataryanın kimyasal bileşimi, kapasite kaybı, yeniden kullanım potansiyeli, geri dönüşüm oranı, hatta hammaddelerin (lityum, kobalt vb.) sürdürülebilir kaynaklardan gelip gelmediği bilgileri yer alacak. Bu durum, otomotiv sektöründe çok önemli zira bataryalar aracın toplam çevresel etkisinin büyük kısmını oluşturuyor.
-
Ambalajlar: AB’nin döngüsel ekonomi hedefleri kapsamında, ambalajlar için de 2030’a kadar tüm ambalajların tekrar kullanılabilir veya geri dönüştürülebilir olması şartı getiriliyor. Dijital pasaportlar ileride ambalajların malzeme türünü ve geri dönüşüm bilgisini de içerebilir, bu sayede atık yönetimi kolaylaşır.
Türkiye’deki Şirketlere Öneriler: Dijital ürün pasaportu konsepti, henüz zorunlu olmasa bile, Türk ihracatçıların geleceğe hazırlanması için şimdiden harekete geçmeleri gereken bir alandır. Şirketler:
-
Ürün verilerini (malzeme, tedarikçi, vs.) dijital olarak tutmaya başlamalı,
-
Ürün yaşam döngüsü analizleri yaparak nerelerde veri açığı olduğunu tespit etmeli,
-
Üretim sırasında ve sonrasında ürünlere birer benzersiz kimlik atayıp izlenebilirlik pilot projeleri uygulamalı (örneğin bir parti ürüne QR kodlar koyup tedarik zinciri boyunca izlemek gibi),
-
Mümkünse sektör konsorsiyumlarına katılarak AB’de standardın gelişimine katkı sağlamalı (özellikle tekstil sektöründe Eurofins, GS1 gibi kuruluşların çalışmalarına dahil olunabilir).
Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi (CSDDD)
Genel Bakış: Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi (Corporate Sustainability Due Diligence Directive – CSDDD), AB’nin tedarik zincirlerinde insan hakları ve çevre standartlarını yasal zorunluluk haline getirmeye yönelik devrim niteliğinde bir düzenlemesidir. 2024 Temmuz ayında resmen yürürlüğe giren bu direktif, büyük ölçekli şirketlere küresel operasyonlarında ve değer zincirlerinde (tedarikçiler ve müşteriler dahil) insan hakları ihlallerini ve çevresel zararları tespit edip önleme yükümlülüğü getirmektedir. Kısaca, due diligence kavramını zorunlu kılarak “kendi faaliyetlerinde olduğu kadar tedarik zincirinde de sorumlu ol” ilkesini hukuki bir çerçeveye oturtur.
Kapsama Giren Şirketler: CSDDD kademeli olarak farklı büyüklükteki firmaları kapsayacak şekilde uygulanacaktır:
-
2027 Temmuz itibariyle: 5,000’den fazla çalışanı ve 1.5 milyar € üzeri cirosu olan çok büyük şirketler (AB şirketleri için, AB dışı şirketler de eğer AB’de 1.5 milyar € üzeri ciroları varsa).
-
2028 Temmuz itibariyle: 3,000’den fazla çalışan + 900 milyon € üzeri cirosu olan şirketler (AB veya AB’de büyük ciro yapan yabancı).
-
2029 Temmuz itibariyle: 1,000’den fazla çalışan + 450 milyon € üzeri ciro (AB’de büyük ciro yapan yabancı şirketler için de aynı eşikler).
Yani en geç 2029’da 1000+ çalışan ve AB’de 450 milyon € ciroyu aşan tüm şirketler kapsamda olacak. Türkiye’de bu büyüklükte olup AB pazarıyla entegre şirketler (örneğin belirli büyük holdingler veya AB’de önemli satışı olan markalar) eğer doğrudan dahil değilse bile dolaylı olarak CSDDD’den etkilenecekler. Ayrıca daha küçük Türk şirketleri, CSDDD kapsamındaki Avrupalı müşterilerinin talepleri üzerinden dolaylı olarak bu yükümlülüklerle karşılaşacak. Nitekim direktif, büyük şirketlerin iş ortaklarını da kapsayacak şekilde “değer zinciri” kavramını kullanıyor.
Sektörel Etki: CSDDD özellikle belirli yüksek riskli sektörlerde daha büyük etki yaratacak şekilde tasarlandı. Direktifin gerekçelerinde tekstil, tarım, madencilik, orman ürünleri, gıda-içecek, üretim (imalat sanayi) gibi sektörler öncelikli olarak sayılmıştır. Bu, bu sektörlerde insan hakları ve çevre risklerinin daha yaygın olduğunun kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Örneğin tekstil sektöründe çocuk işçilik veya çok düşük ücret, tarımda ormansızlaşma ve pestisit kullanımı, madencilikte işçi güvenliği ve toksik atık sorunları vb. riskler öteden beri gündemdeydi. Dolayısıyla, bu alanlarda faaliyet gösteren Türk ihracatçıları CSDDD kapsamında Avrupalı alıcılar tarafından daha yakından incelenecektir.
Due Diligence (Özen Yükümlülüğü) Adımları: Direktif, şirketlerin uygulaması gereken due diligence süreçlerini OECD’nin Rehber İlkeleriyle uyumlu 6 adımda tarif etmektedir:
-
Politika ve Yönetim Sistemine Entegre Etme: Şirket, insan hakları ve çevre risklerine ilişkin bir politika benimsemeli, bunu üst yönetim seviyesinde onaylamalı ve iç süreçlerine entegre etmelidir. (Örneğin, tedarik zinciri sürdürülebilirlik politikası oluşturma, tedarikçi sözleşmelerine bu konuları dahil etme gibi.)
-
Riskleri ve Olumsuz Etkileri Belirleme & Değerlendirme: Kendi faaliyetlerinde ve tüm değer zincirinde insan hakları ihlalleri ve çevresel zarar risklerini tespit etmeli ve önceliklendirmelidir. Bu, ülke risk analizleri, sektör risk haritaları, tedarikçi taramaları gibi yöntemlerle yapılabilir.
-
Önleme ve Düzeltici Faaliyetler: Belirlenen risklere karşı tedbirler almalı, mevcut olumsuz etkileri sonlandırmalı veya azaltmalıdır. Örneğin, yüksek riskli bir maden bölgesinden tedarik varsa alternatif kaynak bulmak veya mevcut tedarikçiyle iyileştirme planı yapmak; ya da fabrikasında iş güvenliği sorunu varsa yatırımla düzeltmek.
-
İzleme ve Uygulamaların Etkinliğini Takip: Alınan önlemlerin işe yarayıp yaramadığını düzenli olarak kontrol etmeli, ölçmeli ve değerlendirmelidir. Bu, periyodik denetimler, performans göstergeleri takibi vb. ile olur.
-
Kamuya İletişim ve Raporlama: Due diligence çabaları ve sonuçları hakkında yıllık olarak kamuya rapor sunulmalıdır. Bu, şeffaflık gereği, tedarik zincirindeki riskleri ve neler yapıldığını paydaşlara bildirir. (Zaten AB’nin 2024’ten itibaren uygulamaya soktuğu Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile de uyumludur.)
-
Tazmin ve Telafi Mekanizmaları: Eğer şirketin değer zincirinde bir mağduriyet veya zarar oluşmuşsa, şirket etkilenenlere giderim sağlamalı veya bu konuda iş birliği yapmalıdır. Örneğin, tedarikçisinde hak ihlali olmuş bir işçinin zararının tazmini, rehabilitasyon programları, bölge halkına destek gibi.
Bu adımlar, şirketin sadece bir kereye mahsus değil sürekli bir süreç olarak due diligence yapmasını zorunlu kılar. Yani “kutuyu işaretle geç” yaklaşımı değil, devamlı öğrenme ve iyileştirme yaklaşımı esastır.
Değer Zinciri Kapsamı: CSDDD, “değer zinciri” tanımını geniş tutarak sadece doğrudan tedarikçileri değil, dolaylı tedarikçileri ve dağıtım, müşteri kullanım aşamalarını dahi içerebileceğini belirtmiştir. Bu, Alman Tedarik Zinciri Yasası (LkSG) gibi önceki ulusal düzenlemelerden daha kapsamlıdır. Örneğin bir otomotiv şirketi, sadece parça tedarikçilerini değil, o parçaların ham maddesini sağlayan madencilik şirketlerini de göz önüne almalı; hatta belki ürün kullanımı sonrası atık (hurda araçların bertarafı) gibi konulara da bakmalıdır. Her ne kadar pratikte şirketler önceliklendirme yapacak olsa da, Türk tedarikçiler, Avrupalı müşterilerinin artık kendi tedarikçilerinin tedarikçilerine dair de sorular sorabileceğini hesaba katmalıdır.
İşbirlikçi Yaklaşım ve Sözleşme Klozları: Büyük şirketlerin, tedarik zincirindeki due diligence yükümlülüklerini yerine getirebilmek için tedarikçileriyle sözleşmelerine yeni maddeler eklemesi beklenir. AB Komisyonu, gönüllü model sözleşme klozları yayımlayacağını belirtmiştir. Örneğin, “Tedarikçi, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili tüm yerel yasalara uyacağını ve ILO’nun temel sözleşmelerine riayet edeceğini taahhüt eder” gibi. Türk tedarikçiler, AB’li müşterilerinin sözleşmelerinde bu tarz hükümler ve gerektiğinde denetim/izleme şartları görmeye hazırlanmalıdır. Ayrıca CSDDD, şirketlerin “etkilenen paydaşlarla anlamlı etkileşim” kurmasını zorunlu kılarak sendikalar, STK’lar ve yerel topluluklarla iletişimi de bir parça sürece dahil etmektedir. Örneğin bir moda markası, tedarik zincirindeki işçilerin temsilcileriyle diyalog mekanizması kurmak zorunda kalabilir.
Şikayet Mekanizmaları ve Yaptırımlar: Direktif, şirketlerin tüm değer zinciri için ulaşılabilir bir şikayet mekanizması kurmasını şart koşuyor. Bu, tedarik zincirindeki herhangi bir çalışan, topluluk üyesi veya STK’nın şirketin ihlali konusunda şikayette bulunabileceği bir kanal anlamına geliyor. Örneğin, bir tekstil tedarikçisinin işçisi, koşullarının CSDDD’ye aykırı olduğu gerekçesiyle nihai marka şirkete şikayet iletebilecek. Şirketler bu şikayetleri ciddiyetle ele alıp takip etmek zorunda kalacak.
Yaptırımlar konusunda ise, üye ülkelerin belirleyeceği ciroyla orantılı para cezaları öngörülüyor; ceza üst sınırının en az global cironun %5’i kadar olacağı belirtilmiştir. Ayrıca uyumsuz şirketlerin kamuya teşhir edilmesi (“name and shame”) ve ciddi durumlarda sivil sorumluluk (tazminat davaları) da gündemdedir. Bu, büyük şirketler üzerinde ciddi bir baskı oluşturur ve dolaylı olarak tedarikçilerine de aynı baskıyı yansıtır. Yani bir Türk tedarikçi, eğer AB’li müşterisini zor durumda bırakacak bir ihlale sebep olursa, müşteri şirket hem yasal ceza hem itibar kaybı riskiyle karşılaşacağından, muhtemelen o tedarikçiyle ilişkisini sonlandıracak ya da ona karşı hukuki adım atacaktır.
Türk Şirketleri Ne Yapmalı? CSDDD’nin ruhu, şirketlerin proaktif risk yönetimi yapmasıdır. Bu kapsamda Türk şirketlerine şu tavsiyeler verilebilir:
-
Kendi Due Diligence Süreçlerini Kurmak: AB’li müşteriler talep etmeden önce, şirket içi due diligence prosedürleri oluşturulmalı. Örneğin, firma kendi tedarikçilerini risk seviyelerine göre sınıflandırıp yüksek riskli olanları yılda bir sosyal/çevresel denetime tabi tutabilir; tedarikçi seçiminde etik ve çevresel kriterler tanımlayabilir (yukarıda anlatıldığı gibi).
-
Sertifikasyonlar: Uluslararası sertifikalar, due diligence kapsamında önemli araçlardır. Örneğin SA8000, BSCI, SEDEX/SMETA gibi sosyal uygunluk denetimleri, ISO 45001 iş sağlığı-güvenliği standardı, ISO 14001 çevre standardı, FSC orman ürünleri sertifikası, Fairtrade gibi etiketler – bunlar bir şirketin veya ürünün belirli riskleri kontrol altında tuttuğunu gösterir. AB’li müşteriler bu tür belgeleri tedarikçilerinden isteyebilir. Dolayısıyla, imkan dahilinde akredite sertifikalara sahip olmak hem proaktif bir adım hem de pazarlama avantajı olacaktır.
-
İletişim ve Şeffaflık: Tedarikçiler, müşterilerine tedarik zinciri hakkında şeffaf bilgi sunmaya hazır olmalı. Örneğin, ham maddelerini nerelerden aldıkları, kritik tedarikçilerinin kimler olduğu, varsa üçüncü taraf denetim raporlarını paylaşabilmeli. Bu, güven ilişkisi kurmayı kolaylaştırır.
-
Eğitim ve Farkındalık: Şirket içerisinde üst yönetimden fabrika çalışanlarına kadar herkese insan hakları ve çevre konusunda eğitimler verilmeli. Özellikle yönetim kademesi bu konuyu “olmazsa olmaz” görmeli ki gereken yatırımlar ve değişiklikler yapılabilsin.
-
Hukuki Takip: CSDDD henüz Türkiye’de doğrudan bir mevzuat değil fakat AB ile ticaret yapanlar için dolaylı bağlayıcı. Türk şirketleri, bu alandaki gelişmeleri (üyelik sürecimiz olsun veya olmasın) takip etmeli. Gümrük Birliği güncellemesi gibi konular gündeme geldiğinde, AB sürdürülebilirlik standartları muhtemelen o çerçevelere de entegre edilecek.
Sürdürülebilir Ürün Girişimleri ve Dijital Takip Sistemleri
Sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi, yalnızca mevcut süreçlerin iyileştirilmesi değil aynı zamanda ürünlerin tasarımından yaşam döngüsü sonuna kadar sürdürülebilirlik odaklı yenilikçi girişimleri de kapsar. Bu bölümde, sürdürülebilir ürün geliştirme inisiyatifleri ve tedarik zinciri şeffaflığını artıran dijital takip sistemleri ele alınmaktadır.
Sürdürülebilir Ürün ve Döngüsel Ekonomi İnisiyatifleri
Geleneksel “kullan-at” ürün modelinden uzaklaşıp döngüsel bir modele geçiş, AB politikalarının merkezinde yer alıyor. Bu da şirketlerin ürün tasarımı ve geliştirme aşamasında sürdürülebilirliği ön planda tutmasını gerektiriyor. Temel bazı sürdürülebilir ürün girişimleri şunlardır:
-
Eko-Tasarım (Eco-Design): Ürünün tasarım aşamasından itibaren çevresel etkilerini minimize etmeyi hedefleyen yaklaşımdır. Örneğin, bir elektronik cihaz tasarlanırken enerji verimli çalışması, tamir edilebilir olması (vidalarla kolayca açılabilir tasarım, yedek parça bulunabilirliği), modüler olması (sadece arızalı parça değiştirilebilsin), ve ömrü bittiğinde malzemelerinin kolay ayrıştırılıp geri dönüştürülebilmesi gibi kriterler göz önüne alınır. AB, Eko-Tasarım Direktifi’ni (2009/125/EC) güncelleyerek artık enerjiyle bağlantılı olmayan ürünlere de çevresel kriterler getirmeyi planlıyor. Bu, mobilyadan tekstile pek çok üründe asgari dayanıklılık, tamir edilebilirlik gibi kriterlerin zorunlu olabileceği anlamına geliyor. Örneğin, AB tekstil stratejisi, 2030’a kadar AB pazarındaki tekstil ürünlerinin uzun ömürlü, tamir edilebilir ve geri dönüştürülmüş fiber içerikli olmasını hedefliyor.
-
Malzeme İnovasyonu: Sürdürülebilir ürün geliştirmenin kritik bir yönü, çevre dostu malzemelerin kullanımıdır. Bu alanda şirketler yenilikçi girişimlere imza atıyor. Örneğin, tekstilde petrol bazlı polyester yerine biyobazlı veya geri dönüştürülmüş polyester kullanımı, deri yerine mantar bazlı vegan deri malzemeler, paketlemede tek kullanımlık plastik yerine biyobozunur veya yeniden kullanılabilir ambalajlar gibi malzeme inovasyonları yaygınlaşıyor. Otomotiv sektöründe araç içi plastik aksamların geri dönüştürülmüş plastikten üretilmesi, lastiklerde doğal kauçuk yerine sentetik biyopolimerlerin geliştirilmesi gibi çalışmalar var. Türkiye’de de bazı hazır giyim üreticileri, denizlerden toplanan atık plastiklerden iplik üretme gibi projelere girmiştir – bunlar hem marka değerini artırıyor hem de AB’li alıcıların beklentilerini karşılıyor.
-
Ürün Yaşam Döngüsü Analizi (LCA): Şirketler, ürünlerinin ham madde temininden üretime, kullanımdan bertarafa kadarki tüm aşamalarını yaşam döngüsü analizi yöntemiyle değerlendirip en büyük çevresel etki noktalarını belirleyebilir. Bu sayede, örneğin bir ayakkabının karbon ayak izinin büyük kısmı ham madde üretiminden geliyorsa oraya odaklanır, bir elektronik cihazın etkisi kullanım aşamasındaki elektrik tüketiminden ise enerji verimli tasarıma odaklanır. LCA sonuçları, eko-tasarım sürecine girdi sağlar. AB’de gelecekte ürünler için çevresel etiket veya notlama sistemleri getirilmesi (örneğin bir tişörtün su ayak izi skoru, karbon ayak izi skoru gibi) gündemdedir; Fransız hükümeti tekstil ürünlerinde bir “ekolojik etiket” pilotu başlatmıştır. Bu da şirketlerin LCA yetkinliklerini geliştirmesini gerektirir.
-
Geri Dönüşüm ve Ürün Geri Alma Programları: Sürdürülebilir bir tedarik zinciri, ürünün ömrü sonunda atık olmamasını, yeniden hammaddeye veya ikinci el ürüne dönüşmesini idealler. Birçok sektör, “kapanış döngü (closing the loop)” girişimleri başlatmıştır. Örneğin, bazı moda markaları müşterilerinin kullandığı giysileri toplayıp geri dönüşüme göndermekte veya ikinci el satışını yapmaktadır. Elektronik üreticileri, eski cihazları için geri dönüşüm programları sunarak içindeki değerli metallerin tekrar kazanılmasını sağlamaktadır. Otomotivde, artık firmalar ikinci el araç pazarına girip eski araçları toplayarak yenileyip satma (refurbishment) işine dahi giriyor. Türkiye’de de beyaz eşya sektöründe eski ürünü getir yeni al kampanyaları uzun süredir uygulanıyor; bunun arkasında hem pazarlama hem de geri dönüşüm hedefleri var. AB, üretici sorumluluğu ilkesiyle, şirketlerin ürünlerinden çıkan atıkları toplamasını zaten teşvik ediyor; bu kapsam genişleyecektir.
-
Sürdürülebilir Sertifikalı Ürünler: Belirli ürün kategorilerinde, uluslararası sertifikasyon programları sürdürülebilir ürün girişimlerinin parçası olmuştur. Örneğin, orman ürünlerinde FSC (Forest Stewardship Council) veya PEFC sertifikaları, ürünün sürdürülebilir orman yönetiminden geldiğini garanti eder. Tekstilde GOTS (Global Organic Textile Standard) organik lif kullanımını ve sosyal standartları doğrular, Fair Trade sertifikası ürünün adil ticaret koşullarında üretildiğini gösterir, EU Ecolabel çevre dostu ürünler için AB’nin verdiği etikettir. Bu sertifikalar, ürüne katma değer katarak pazarda tercih edilirliğini yükseltiyor. Sürdürülebilir tedarik zinciri stratejisi içinde, uygun olduğu durumlarda bu tür sertifikalı ürünlere yönelmek, hem piyasada premium segmentte yer almayı hem de düzenlemelere hazır olmayı sağlayacaktır. Nitekim AB’nin ithalat düzenlemelerinde de bu tarz sertifikaların önemli rol oynayacağı öngörülüyor (örneğin EUDR kapsamında ormansızlaşmasız kaynak kullandığını ispatlamada FSC sertifikası yardımcı olabilecektir, her ne kadar otomatik uyum sağlamasa da).
Döngüsel Ekonomi ve AB İnisiyatifleri: AB, döngüsel ekonomiye geçişte şirketleri yönlendirmek için çeşitli girişimler başlatmıştır. Özellikle vurgulanması gereken, Asgari Geri Dönüştürülmüş İçerik Oranları ve Geri Dönüşülebilirlik Zorunluluklarıdır. Örneğin, yeni Plastik Ambalaj Yönetmeliği teklifinde 2030’a kadar plastik şişelerin en az %30 geri dönüştürülmüş plastik içermesi gibi hedefler var. Otomotivde, araç bataryalarının belirli oranda geri dönüştürülmüş kobalt, nikel içermesi planlanıyor. Dünya Bankası raporlarına göre, yakın gelecekte AB, ürünlerin sürdürülebilirlik metriklerine dair detaylı bilgi talep edecek ve asgari geri dönüşüm içerikleri belirleyecektir. Bu gelişmelere hazırlık olarak Türk üreticiler, tedarik zincirlerine geri dönmüş materyalleri entegre etme konusunda Ar-Ge yapmalı ve pilot uygulamalar başlatmalıdır.
Özetle, sürdürülebilir tedarik zinciri rehberi, sadece “mevcut durumu nasıl düzeltiriz” sorusuna değil, “ürünlerimizi ve iş modelimizi geleceğe nasıl hazırlarız” sorusuna da yanıt aramalıdır. Sürdürülebilir ürün girişimleri ve döngüsel ekonomi hamleleri, bir yandan AB’nin düzenleyici baskılarına uyum sağlarken bir yandan da şirketlere inovasyon, maliyet tasarrufu ve yeni pazarlara erişim fırsatları sunar. Proaktif davranan şirketler, örneğin sürdürülebilir malzeme kullanan yenilikçi ürünleriyle rakiplerinin önüne geçebilir, marka değerini yükseltebilir. Bu nedenle tedarik zinciri profesyonelleri, sadece tedarikçileri denetlemekle kalmayıp Ar-Ge, ürün geliştirme ve pazarlama birimleriyle de yakın çalışarak sürdürülebilir ürün stratejilerini şekillendirmelidir.
Sektörel Analiz: AB Düzenlemelerinin Türkiye İhracatına Etkisi
AB’nin sürdürülebilirlik odaklı düzenlemeleri tüm sektörleri etkilemekle birlikte, Türkiye’nin AB’ye ihracatında büyük paya sahip sektörler üzerinde özellikle belirgin sonuçlar doğurmaktadır. Bu bölümde, tekstil, otomotiv ve gıda sektörlerine odaklanarak, her bir sektördeki şirketlerin karşılaşabileceği gereklilikler ve uyum stratejileri ele alınmaktadır. Her sektör için örnek uygulamalar, olası riskler ve tavsiyeler tablolarla özetlenmiştir.
Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü
Türkiye’nin tekstil ve hazır giyim sektörü, AB pazarına en çok ihracat yapan sektörlerden biridir ve sürdürülebilirlik alanındaki dönüşümün merkezinde yer almaktadır. AB’nin yeşil dönüşüm politikaları tekstil sektörünü yakından ilgilendiriyor: “Hızlı moda”yı azaltmak, ürünleri daha dayanıklı ve dönüştürülebilir hale getirmek, tekstil atığını en aza indirmek ana hedefler. Tekstil tedarik zinciri, pamuk tarlalarından konfeksiyon atölyelerine dek birçok adımdan oluştuğundan, sürdürülebilirlik riskleri de çok boyutludur (tarımda su kullanımı ve pestisitler, boya süreçlerinde kimyasal deşarjlar, konfeksiyonda işçi koşulları vb.). AB düzenlemeleri ve müşteri talepleri, Türk tekstil ihracatçılarını şu alanlarda aksiyon almaya zorlamaktadır:
-
Dijital Ürün Pasaportu ve İzlenebilirlik: Yukarıda değinildiği gibi, 2030’dan itibaren AB’de satılan tekstil ürünlerinde dijital ürün pasaportu zorunlu hale gelebilireon.xyz. Bu, Türk hazır giyim üreticilerinin her bir ürüne dair malzeme ve tedarik zinciri bilgisini dijital olarak sağlaması anlamına geliyor. Örneğin bir tişörtün hangi çiftlikten gelen pamukla üretildiği, kumaşının hangi fabrikada boyandığı gibi veriler istenebilir. Şimdiden birçok Avrupalı moda markası, tedarikçilerinden izlenebilir pamuk kullanmasını talep ediyor (BCI sertifikalı veya organik pamuk gibi). Türk şirketleri dijital izlenebilirlik teknolojilerine (ör. Blockchain tabanlı pamuk takibi) yatırım yapmaya başladılar bileusbcertification.com.
-
İnsan Hakları ve Çalışma Standartları (Due Diligence): Tekstil sektörü, küresel ölçekte işçi sömürüsü risklerinin yüksek olduğu bir sektör olarak bilinir. AB’nin CSDDD ve benzeri due diligence kuralları kapsamında, büyük markalar tedarikçilerinin fabrikalarında çocuk işçi çalıştırılmadığını, fazla mesai ve ücret ihlali olmadığını, iş sağlığı güvenliği önlemlerinin alındığını belgeleyecek. Zaten hali hazırda pek çok Avrupalı alıcı, Türk tedarikçilerini BSCI, Sedex/SMETA, SA8000 gibi denetimlerden geçirmekteydi. Bu denetimler daha da sıkılaşabilir ve yasal zorunluluk haline gelebilir. Dolayısıyla tekstil ihracatçıları sosyal uygunluk konusunda temiz bir sicile sahip olmalı, alt yüklenicileri dahil düzenli denetimler yapmalıdır. Özellikle tedarik zincirinin alt kademelerinde (örneğin küçük atölyelerde) kayıt dışı istihdam veya güvencesiz çalışma varsa bu büyük risk oluşturur.
-
Kimyasal Yönetimi ve Çevresel Etkiler: Tekstil boyama ve terbiye süreçleri çevresel açıdan en kirletici aşamalardır. AB’de zararlı kimyasalların kullanımını kısıtlayan REACH regülasyonu mevcuttur ve tekstil ürünlerindeki azo boyar maddelerden, ağır metal içeriklerine kadar bir dizi kimyasal parametre regüle edilmiştir. Yeni dönemde PFAS gibi “sonsuz kimyasallar”ın da tekstilde yasaklanması gündemdedir. Türk tekstil üreticileri, ZDHC (Zero Discharge of Hazardous Chemicals) programına katılım gibi gönüllü inisiyatiflerle kimyasal kullanımını güvence altına alabilirler. Ayrıca atık su arıtma, enerji verimliliği gibi konularda AB standartlarını yakalamak önemli. Birçok Avrupalı marka artık tedarikçilerinin karbon emisyon verilerini, su tüketim verilerini de talep ediyor. Örneğin H&M gibi devler, Türk tedarikçilerinden CDP İklim ve Su programlarına raporlama yapmalarını şart koşabiliyor.
-
Döngüsellik ve Atık Azaltma: Tekstil sektörü AB’de yıllık kişi başı 11 kg gibi yüksek bir atık oranına sahip ve AB politikası bu atığı azaltmayı hedefliyor. Bu kapsamda, kullanılmış giysi toplama, geri dönüştürülmüş lif kullanımı gibi kavramlar öne çıkıyor. Türk şirketleri, geri dönüştürülmüş polyester iplik üretimi, kırpıntı kumaşlardan yeni iplik elde etme gibi alanlarda Ar-Ge projeleri yapıyor. İHKİB gibi sektör kuruluşları, döngüsel ekonomi projelerini teşvik eden eylem planları açıklamış durumdaihkib.org.tr. Bunun şirket düzeyinde karşılığı, üretim süreçlerinde daha az fire vermek, fireleri geri kazanmak, hatta müşterilere “eskiyi getir yeniyi götür” tipinde kampanyalarla eski giysileri toplamak olabilir. Ayrıca AB’de kullanılmamış tekstil ürünlerinin imhasının yasaklanması tartışılıyor (satılmayan ürünlerin yakılması vs. yasak gelebilir), bu da şirketlerin stok planlamasını etkileyecek bir konu.
-
Karbon Ayak İzi ve Enerji: Tekstil üretimi, özellikle boya-terbiye aşaması enerji yoğun bir süreçtir. CBAM tekstili doğrudan kapsamıyor ancak dolaylı etkileri olabilir (örneğin elektrik veya buhar üretimindeki karbon maliyeti artabilir). Öte yandan, büyük moda markaları 2030’a yönelik Net-Sıfır hedefleri koydular ve bunun için tedarikçilerinin de yenilenebilir enerji kullanmasını teşvik ediyorlar. Türkiye’de yenilenebilir enerjiye geçiş (fabrika çatılarına güneş paneli kurmak gibi) tekstil firmaları arasında yayılıyor. Bu hem maliyet avantajı sağlıyor hem de “yeşil enerjiyle üretim” etiketi, AB müşterileri nezdinde tercih sebebi oluyor.
Aşağıdaki tabloda, tekstil sektörü özelinde AB düzenlemeleri ve sürdürülebilirlik trendlerinin getirdiği gereklilikler ve Türk şirketlerinin uygulayabileceği çözüm adımları özetlenmiştir:
Tekstil Sektörü: AB Sürdürülebilirlik Gereklilikleri ve Uyum Adımları
Gereklilik/Trend | Açıklama ve Etki | Önerilen Uyum Adımları (Türkiye) |
---|---|---|
Dijital Ürün Pasaportu (2030 hedefi) | Tekstil ürünlerine dair malzeme ve tedarik zinciri bilgisinin dijital olarak sunulması bekleniyoreon.xyz. İzlenebilirlik ve şeffaflık zorunlu hale gelecek. | – Tedarik zincirini uçtan uca haritalama, alt tedarikçileri belirleme. – Ürün bazında malzeme bileşimini ve kaynaklarını kayıt altına alan veri sistemleri kurma. – Örneğin pamuk tedarikinde BCI/organik sertifikalı kaynaklara geçiş; tedarik zinciri platformlarına katılım (Blockchain pilotları vb.) |
İnsan Hakları Due Diligence | CSDDD ile birlikte büyük markalar tedarikçilerini sosyal standartlar açısından daha sıkı denetime tabi tutacakskadden.com. Çocuk işçi, kayıt dışı istihdam, aşırı mesai gibi konular mercek altında. | – Tüm üretim tesislerinde SA8000, BSCI gibi sertifikasyonlardan geçme. – Alt yükleniciler dahil düzenli sosyal denetimler yapma, bulgulara hızlı aksiyon. – İşçi geri bildirim mekanizmaları kurma (çalışan şikayet hattı gibi). – Ücretler, çalışma saatleri gibi konularda yerel yasal ötesinde iyileştirmeler (yaşam ücreti ödeme hedefi vb.). |
Kimyasal Kullanım Kısıtlamaları | REACH uyumu, zararlı boyar maddelerin yasaklanması, PFAS kısıtları vb. artıyor. Ayrıca ZDHC çerçevesinde atık su deşarj standartları sıkılaşıyor. | – Kimyasal yönetiminde ZDHC programını uygulama, atık su arıtma yatırımları yapma. – Tedarikte OEKO-TEX Standard 100 sertifikalı hammaddeler kullanma (zararlı madde içermez garantili). – Boyahanelerde temiz üretim tekniklerine geçiş (düşük su tüketimli boyama, organik boyalar kullanımı). |
Döngüsel Ekonomi (Geri Dön. Lif Kullanımı) | AB, tekstilde geri dönüştürülmüş malzeme kullanımını teşvik ediyor. Gelecekte belirli oranlar zorunlu gelebilir. Ayrıca ürün toplama sorumluluğu artabilir. | – Ürünlerde % x oranında geri dönüştürülmüş polyester/pamuk kullanımı için Ar-Ge (iplik firmalarıyla iş birliği). – Üretim firelerini geri dönüştürerek tekrar kullanma (downcycling/upcycling projeleri). – Müşterilerle iş birliği yaparak kullanılmayan ürünlerin toplanması ve geri dönüşümü programları. |
Karbon ve Enerji Yönetimi | Moda markaları tedarikçilerinden karbon ayak izi raporlaması istiyor; 2030 için net-sıfır hedeflerine uygun hareket bekliyor. | – Fabrikalarda enerji verimliliği önlemleri (verimli kazanlar, atık ısı geri kazanımı). – Yenilenebilir enerji kullanımı (güneş panelleri kurma, yeşil enerji satın alma). – Tedarik zinciri karbon envanteri çıkarma, CDP Climate gibi programlara raporlama. |
Tekstil sektörü, sürdürülebilirlik dönüşümüne uyum sağladıkça AB pazarındaki konumunu güçlendirecektir. Nitekim Türkiye, coğrafi yakınlığın da avantajıyla hızlı termin süreleri sunabilen ve sürdürülebilirlik koşullarına daha kolay adapte olabilen bir üretim üssü olarak değerlendiriliyorusbcertification.com. Sektörün dönüşümü için gerek kamu (ör. Yeşil OSB’ler, teşvikler) gerekse sektör birliği düzeyinde (ihkib eylem planı vb.) çalışmalar da sürmektedir.
Otomotiv ve Yan Sanayi Sektörü
Otomotiv sektörü, Türkiye’nin AB’ye ihracatında lokomotif konumdadır. Araçlar ve parçaları, gümrük birliği sayesinde serbest dolaşımda olsa da AB’nin yeni sürdürülebilirlik politikaları bu sektörü de dönüştürüyor. Sektör, hem iklim politikaları (elektrifikasyon, düşük karbonlu üretim) hem de döngüsel ekonomi (araç geri dönüşümü, batarya yönetimi) açısından büyük bir değişim içinde. Türk otomotiv üreticileri (OEM’ler) ve geniş yan sanayi, genelde büyük küresel markalarla entegre çalıştığı için, bu markaların sürdürülebilirlik taleplerini karşılamak zorundadır. Başlıca konular ve etkiler:
-
CBAM ve Malzeme Karbon İçeriği: Otomotiv üretimi, yukarıda belirtildiği gibi çelik ve alüminyum gibi karbon yoğun malzemelere dayalıdır. CBAM’in 2026 itibariyle devreye girmesiyle, Türkiye’de üretilip AB’ye ihraç edilen araçlar (veya parçalar) dolaylı bir karbon maliyetiyle karşılaşabilir. Örneğin, bir Türk tedarikçi, AB’ye şasi parçası gönderiyorsa, içerdiği çelik/alüminyum için ithalatçı firma CBAM ödeyecektir. Bu da o parçanın rekabetini etkiler. Dolayısıyla otomotiv yan sanayi şirketleri, kullandıkları hammaddelerin karbon ayak izini düşürmek için çelik üreticileriyle iş birliğine gitmelidir (ör. elektrik ark ocaklarının yeşil enerji kullanması, düşük karbonlu çelik tedariki gibi). Hatta bazı küresel otomotiv devleri, “yeşil çelik” (karbonsuz çelik) projelerine yatırım yapmaya başladı bile. Türk şirketleri de bu trendi takip etmelidir. Aksi halde, AB’ye otomotiv ihracatı yapan ülkeler arasında daha karbon yoğun olması nedeniyle Türkiye dezavantaj yaşayabilirworldbank.org.
-
Tedarikçi Sürdürülebilirlik Standartları: Otomotiv sektörü kalite yönetiminde nasıl ISO/TS 16949 vb. standartları titizlikle uyguluyorsa, artık sürdürülebilirlik konusunda da standartlaştırılmış beklentiler gelişiyor. Örneğin, BMW, Daimler, VW gibi üreticiler, tedarikçi davranış kurallarına çevre ve insan hakları maddelerini koydular. Ayrıca tedarikçilerinden her yıl CDP İklim anketine yanıt vermelerini, CO2 azaltım hedefleri belirlemelerini istiyorlar. Bazıları tedarikçilerin Bilim Temelli Hedefler (SBTi) belirlemesini şart koşuyor. Türk otomotiv yan sanayi, bu tür talepleri karşılayacak kurumsal yapıları oluşturmalı. Bu sektörde ISO 14001 çevre yönetim sistemi neredeyse zaten yaygın bir şart; üzerine ISO 45001 iş güvenliği de eklendi. Şimdi bunlara bir de etik ve insan hakları boyutu daha güçlü şekilde ekleniyor (örn. VDA’nın sürdürülebilirlik denetim gereksinimleri). Özellikle kablo, elektronik parça gibi alt sektörlerde madenlerin sorumlu tedariki (conflict minerals) konusu da var – AB’nin Konflikt Mineralleri Yönetmeliği (2017) kalay, tungsten, tantal, altın için due diligence şartı getiriyor. Otomotiv firmaları bu madenlerin izini de sürmek zorunda.
-
Elektrikli Araçlar ve Batarya Tedarik Zinciri: Otomotivin geleceği elektrikli araçlarda. Bu, tedarik zincirinin profilini de değiştiriyor. Artık batarya hücreleri, elektrik motorları, güç elektroniği gibi yeni alanlar ön plana çıkıyor. Bu alanlarda AB sürdürülebilirlik kriterleri getiriyor. Örneğin, AB Pil Yönetmeliği ile 2027’den itibaren bataryalarda karbon ayak izi beyanı zorunlu, 2030’dan itibaren ise minimum geri dönüştürülmüş kobalt, lityum, nikel oranları şart koşulacak. Ayrıca 2025’ten itibaren üreticiler, bataryaları için toplama ve geri dönüşüm oranı hedeflerini tutturmak zorunda. Türk otomotiv sektörü, henüz batarya üretiminde yeni ama bu alana yatırım yapan şirketler (TOGG’un batarya yatırım ortağı Farasis gibi) AB kurallarına uygun üretim planlamalı. Ayrıca e-atık ve geri dönüşüm tarafında şimdiden altyapı kurulmalı (eski bataryaların geri dönüşümü vb.).
-
Ar-Ge ve Yeni Teknolojiler: Sürdürülebilirlik, otomotivde inovasyonu tetikliyor. Örneğin araç hafifletme çalışmaları (hafif malzemeler kullanarak yakıt tüketimini/menzil tüketimini azaltmak), alternatif malzemeler (bio-kompozit iç parçalar, geri dönüştürülmüş plastik kaplamalar) artıyor. Türk tedarikçileri de bu trendlerle uyumlu Ar-Ge yapmalı. Örneğin, bazı Türk iç trim üreticileri, kenevir lifi tabanlı plastik geliştirme projelerine girdiler (daha düşük karbon ayak izi için). Bu tür girişimler, AB’li OEM’lerin de ilgisini çekiyor.
-
Döngüsel İş Modelleri: Otomotivde döngüsellik, araçların daha uzun ömürlü kullanımı, yeniden üretim (remanufacturing) ve geri dönüşüm demek. AB, araçlar için uzun süredir ELV (End-of-Life Vehicles) Direktifi uyguluyor, ancak bunu güncelleyerek geri kazanım oranlarını artırmayı planlıyor. Yakın gelecekte, belki de otomotiv üreticileri araçlarının sökülmesi ve parça yeniden kullanımı konusunda sorumlu tutulacak. Bu, yedek parça üreticileri için yeni fırsatlar demek: Örneğin ikinci el parça piyasası büyüyebilir veya üreticiler kritik parçaları yeniden üreterek garanti kapsamında sunabilir. Türk yan sanayi, remanufacturing (yeniden üretim) alanında da kendini konumlandırabilir.
Otomotiv Sektörü: AB Gereklilikleri ve Uyum Önerileri
Gereklilik/Trend | Açıklama ve Etki | Önerilen Uyum Adımları (Türkiye) |
---|---|---|
CBAM ve Karbon (Çelik/Alüminyum) | 2026’dan itibaren çelik, alüminyum ithalatı karbon fiyatına tabi olacakkpmg.com. Otomotiv ürünleri dolaylı olarak etkilenecek, girdi maliyetleri artabilir. | – Çelik tedarikçileriyle “yeşil çelik” anlaşmaları (düşük karbonlu üretim) yapma. – Alüminyum tedarikinde geri dönüştürülmüş alüminyum kullanımını artırma. – Ürün bazında karbon ayak izi hesaplayarak en yoğun kısımları tespit etme; hafifleme veya malzeme değişimi ile azaltma. |
Tedarikçi Kodları ve Denetimler | OEM’ler tedarikçi davranış kurallarını sıkı uyguluyor: çevre, insan hakları, etik uyum istiyor. Yıllık sürdürülebilirlik değerlendirmeleri yapıyorlar. | – Ana sanayi müşterilerinin sürdürülebilirlik anketlerine/denetimlerine hazırlıklı olma (içeride veri toplayıp raporlama kapasitesi oluşturma). – Kendi tedarikçilerini de benzer şekilde değerlendirme (2. kademe tedarikçi yönetimi). – İş etiği eğitimleri, yolsuzlukla mücadele programları uygulama. |
Elektrifikasyon ve Batarya Regülasyonları | AB Pil Tüzüğü, batarya karbon ayak izi beyanı, geri dönüştürülmüş içerik zorunluluğu, pasaport ve geri toplama sorumluluğu getiriyor. | – Eğer batarya üretimi/yatırımı varsa, süreçleri yeni AB tüzüğüne göre tasarlama (düşük karbonlu üretim, izlenebilir hammaddeler). – Elektrikli araç parçaları üreten yan sanayi için, kritik madenlerin (kobalt, lityum) etik tedarikine dikkat etme; gerekirse sertifikalı kaynaklar kullanma. – Batarya geri dönüşümü kapasitesini takip etme ve ortaklıklar geliştirme (Eski bataryaların geri kazanımı için). |
Döngüsel Ekonomi (Araç Ömrü ve Geri Dönüşüm) | Araçlarda geri dönüştürülebilirlik oranları artıyor; parça yeniden üretim (remanufacture) teşvik ediliyor. Yeni ELV düzenlemesi gelebilir. | – Ürün tasarımında parçaların kolay sökülebilir, tek malzemeli olmasına dikkat (geri dönüşümü kolaylaştırmak için). – Yenileme/remanufacturing işine yatırım (özellikle yüksek değerli parçalar için). – Araç ömrü sonu iş ortaklıkları kurma (hurda işlemesi yapan şirketlerle). |
Enerji ve Emisyon Azaltımı | OEM’ler kendi üretimleri için yenilenebilir enerji hedefleri koyuyor, tedarikçilerin de emisyon azaltmasını bekliyor. | – Fabrikalarda ISO 50001 (Enerji yönetimi) uygulayarak sürekli iyileştirme. – Çatı GES projeleri, yeşil elektrik tedariki yoluyla üretimin tamamen yenilenebilir enerjiye geçişi. – Düşük karbonlu üretim teknikleri (ör. boya tesislerinde alternatif yakıtlar, verimli fırınlar vb.). – Tedarikçilere de enerji verimliliği konusunda destek programları. |
Türk otomotiv sektörü halihazırda AB pazarının kalite ve maliyet beklentilerini karşılamada çok başarılı. Şimdi benzer bir başarıyı sürdürülebilirlik alanında göstermek durumunda. İyi haber, büyük oyuncuların birçoğu (Ford Otosan, Tofaş, Oyak-Renault vb.) halihazırda ana firmalarının sürdürülebilirlik stratejilerine entegre durumdalar. Örneğin Ford Otosan, 2030’a kadar üretimde karbon nötr olma taahhüdü verdi; Tofaş tüm tedarikçileriyle birlikte CDP’ye raporlama yapıyor. Bu lider şirketlerin uygulamaları, tedarikçi ekosistemine de yayılıyor. Küçük yan sanayi firmaları için belki kamu destekli yeşil dönüşüm programlarına ihtiyaç var (örneğin KOSGEB’in Yeşil Dönüşüm Destekleri gibi). Sonuç olarak, otomotiv sektörü Türkiye’de AB düzenlemelerine en hazırlıklı sektörlerden biri olsa da, karbonsuzlaşma ve döngüsellik konularında önemli yatırımlar ve yapısal değişimler yapması gereken bir sektör olarak öne çıkıyor.
Gıda ve Tarım Sektörü
Gıda sektörü (tarım ürünleri, işlenmiş gıda, içecekler vb.), AB’ye ihracatta güçlü olduğumuz alanlardan biri (yaş meyve-sebze, kuruyemiş, hububat mamulleri, su ürünleri, işlenmiş gıdalar gibi). Bu sektörde sürdürülebilirlik deyince akla gelen konular: gıda güvenliği ve pestisit kalıntıları, sürdürülebilir tarım uygulamaları (toprak, su yönetimi), ormansızlaşma riski, hayvan refahı, ambalaj atığı gibi geniş bir yelpazedir. AB’nin “Çiftlikten Çatala” stratejisi, 2030’a kadar pestisit kullanımının %50 azaltılması, organik tarımın payının %25’e çıkarılması, gübre kullanımının %20 azaltılması gibi iddialı hedefler içeriyor. Ayrıca tüketiciler nezdinde karbon ayak izi ve et üretiminin çevresel etkileri tartışılıyor. Türk gıda ihracatçıları için öne çıkan hususlar:
-
AB Ormansızlaşma Düzenlemesi Etkisi: EUDR’nin belki de en çok etkileyeceği sektör gıda ve tarım. Yukarıda detaylı anlatıldığı üzere, kahve, kakao, palm yağı, soya gibi tarımsal ürünler doğrudan düzenleme kapsamında. Türkiye bu ürünleri üretmese de, kakao ve kahve içeren işlenmiş gıda ihracatımız var (çikolata, bisküvi vb.). Bu ihracatçılar, kullandıkları kakao/kahvenin ormansızlaşma riski taşımayan kaynaklardan geldiğini belgelemek durumunda kalacak. Yani bir çikolata üreticisi Gana’dan aldığı kakaonun çiftlik koordinatlarını sistemine kaydedecek veya zaten Rainforest Alliance sertifikalı gibi izlenebilir kaynak kullanacak. Aynı şekilde, Türkiye’den AB’ye giden deri mamulleri (ayakkabı, çanta vb. gıda değil ama hayvansal ürün) EUDR kapsamında; bunun gıda tarafında etkisi, eğer Türkiye büyükbaş eti veya ürünleri ihraç ederse (salam, sosis vs.), sığırların yetiştiği mera alanlarının ormansızlaşma içerip içermediğinin sorgulanacak olmasıdır. Bu bizim et ihracatımız için belki kritik olmayabilir (Türkiye’nin AB’ye eti sınırlı), ancak deri sektörü için önemli olabilir (daha önce tekstilde bahsettik).
-
CBAM Dolaylı Etki: CBAM şu an gıdayı kapsamıyor. Ancak tarım ve gıda ürünleri de yoğun enerji ve gübre kullanır, dolaylı olarak etkilenecekler var. Örneğin gübre CBAM kapsamına alındı. Bu demek ki, Türkiye’de gübre üretip AB’ye ihraç eden yok belki ama gübre fiyatları globalde artabilir, bu da tarım maliyetini arttırır. Uzun vadede “gıdanın karbon ayak izine göre vergilendirilmesi” gibi uç fikirler AB’de tartışılsa da, şimdilik öyle bir mekanizma yok. Ancak AB’de perakendeciler ürünlerin üzerinde karbon etiketi fikrini konuşuyor. Örneğin bir süt ürününün kaç kg CO2e salımına yol açtığı ambalajda yazabilir. Bu olursa, Türk gıda firmaları da rekabet için düşük karbon yöntemlere yönelebilir (ör. süt üretiminde yemden kaynaklı metan emisyonunu azaltmak vs.).
-
Pestisit ve Gıda Güvenliği Standartları: AB halihazırda dünyanın en sıkı gıda güvenliği standartlarına sahip. Türkiye’den çıkan ürünlerde zaman zaman pestisit kalıntısı veya mikotoksin gibi problemler nedeniyle iadeler olabiliyor. Sürdürülebilir tedarik zinciri, çiftlikte entegre zararlı yönetimini (IPM) teşvik ederek kimyasal kullanımı azaltmayı hedefler. AB’nin pestisit kısıtları ve maksimum kalıntı limitleri sürekli güncelleniyor, bazı etkin maddeler yasaklanıyor. Türk ihracatçıları, üreticileri ile birlikte daha organik ve iyi tarım uygulamalarına yönelmeli. Zaten “iyi tarım uygulamaları” (GlobalGAP gibi) AB süpermarketlerinin aradığı sertifikalar haline geldi. Organik tarım tarafı da önemli; AB organik ürün talebi artıyor, Türkiye burada tedarikçi olarak öne çıkabilir.
-
Hayvan Refahı: Gıda sektöründe eğer hayvansal ürün varsa, AB tüketicisi hayvan refahına çok önem veriyor. Örneğin AB, 2027’den itibaren kafeste tavuk yumurtasını tamamen yasaklamayı planlıyor. Halihazırda birçok süpermarket, “free-range” (gezen tavuk) yumurta satma taahhüdü verdi. Türkiye’den AB’ye tavuk ürünleri ihracatı sınırlı olsa da (hastalık vs. engeller var), bu tür refah standartları et, süt, balık (akua-kültürde balık refahı) gibi alanlarda karşımıza çıkabilir. AB aynı zamanda ithal ürünlerde de bu standartları aramayı tartışıyor (örneğin ithal balıkların da AB’deki gibi refah standartlarında yetiştirilmiş olması). Olası bir “Refah mevzuatı” güncellemesi ihracatçıları zorlayabilir.
-
Ambalaj ve Plastik Atıklar: Gıda ürünleri ambalajsız olmaz; AB, özellikle plastik ambalaj atıklarını azaltmak için agresif adımlar atıyor. Tek kullanımlık plastik kaplar, çatal-kaşık yasaklandı bile. Sırada plastik ambalajların tamamen geri dönüştürülebilir olması, belirli oranda geri dönmüş plastik içermesi şartı var. Türk gıda ihracatçıları, ambalajlarını şimdiden yeniden gözden geçirmeli. Örneğin, kompozit (katmanlı) ambalajlar geri dönüştürülmesi zor olduğundan AB’de eleştiriliyor. Cam, metal gibi malzemeler veya tek tür plastik (monomateryal) ambalajlar kullanmak ileride avantaj sağlayabilir. Ayrıca AB, 2030’a kadar ambalaj atığının önemli oranda azaltılmasını istiyor; bu belki de bazı ürünlerin doldurulabilir veya yeniden kullanılabilir ambalajlarla satılmasını gerektirecek. Örneğin, AB’de süpermarketlerde yeniden doldurulabilir deterjan istasyonları, kahve çekirdeği doldurma istasyonları gibi uygulamalar pilotlanıyor.
-
İklim Değişikliği Etkileri: Aslında AB’nin sürdürülebilir gıda hamlelerinin arkasında iklim değişikliği de var. Kuraklıklar, ekstrem hava olayları tarımsal üretimi etkiliyor; bu da gıda tedarik zincirinde risk demek. AB bu yüzden yerel üretimi güçlendirme ve çeşitlendirilmiş tedarik peşinde. Türkiye’nin coğrafi yakınlığı burada avantaj, ama iklim değişikliği Türkiye’nin de tarımsal üretimini zorluyor (ör. su kısıtı). Sürdürülebilir tedarik zinciri, su yönetimini iyileştirmeyi de içerir. Özellikle su yoğun ürünler (pamuk, şekerpancarı, meyve) için su verimliliği teknolojileri kullanmak, damla sulama, akıllı sulama gibi uygulamalar hem mali hem çevresel sürdürülebilirlik için şart.
Gıda Sektörü: AB Gereklilikleri ve Uyum Önerileri
Gereklilik/Trend | Açıklama ve Etki | Önerilen Uyum Adımları (Türkiye) |
---|---|---|
Ormansızlaşmasız Tedarik (EUDR) | Kakao, kahve, palm yağı gibi emtialar için ormansızlaşmaya neden olmama şartı. İthal girdilerde izlenebilirlik istenecek. | – Çikolata, kahve ürünleri ihracatçıları için sertifikalı (Rainforest/UTZ) kakao, kahve tedarikine geçiş. – Palm yağı kullanılan ürünlerde RSPO sertifikalı sürdürülebilir palm kullanımı. – Deri ürünleri için, hammadde sığır derilerinin geldiği ülkelerdeki çiftliklerin izlenmesi (gerekirse sertifikalı deri tedariki). |
Pestisit Azaltımı ve Organik Tarım | AB, pestisit kullanımını azaltıyor, bazı etken maddeleri yasaklıyor. Organik ürünlere talep artıyor. | – İhracata yönelik tarım yapan üreticilere entegre zararlı yönetimi eğitimleri vermek, biyolojik mücadeleyi teşvik etmek. – GlobalGAP, Organik Tarım, İyi Tarım sertifikasyonlarını yaygınlaştırmak. – Analiz altyapısını güçlendirerek kalıntı riskini sıfıra yaklaştırmak (her parti ürünü akredite lablarda test etmek). |
Gıda Karbon Ayak İzi ve Sera Gazları | Hayvancılık kaynaklı metan, gübre kaynaklı N2O gibi emisyonlar tartışma konusu. İleride etiketleme gelebilir. | – Tarımsal tedarikçileri (çiftçileri) eğiterek daha az girdiyle üretime yönlendirme (ör. hassas tarım, azot verimliliği). – Büyük işleyiciler için yenilenebilir enerjiye geçiş (ör. gıda fabrikasında biyogaz tesisi kurma, kendi atığından enerji üretme). – Ürün bazında yaşam döngüsü analizi yaparak iyileştirme alanlarını belirleme. |
Hayvan Refahı Standartları | Kafessiz yumurta, yüksek refah et ürünleri AB’de önem kazanıyor. İthal ürünlerde de benzer şartlar gelebilir. | – Et ve süt ihracatçıları, tedarik çiftliklerinde AB refah standartlarını uygulamalı (geniş barınak, veteriner kontrolü, uzun nakliyede önlemler vb.). – Yumurtada kafessiz üretime yatırım (iç pazarda da talep artıyor). – Balık çiftliklerinde sertifikasyon (ASC gibi) yoluyla çevre ve refah standartlarını sağlama. |
Ambalaj Atığı ve Plastik | 2030’a kadar tüm ambalajlar geri dönüştürülebilir olacak, plastik kullanımında kısıtlar geliyor. | – Ürün ambalajlarını gözden geçirip mümkünse plastik azaltma (ör. cam veya kağıt ambalaj kullanımını artırma). – Plastik ambalajlarda monomateryal ve geri dönüştürülmüş içerik kullanma (ör. %30 geri dönüştürülmüş PET şişeler). – Ambalaj tedarikçileriyle birlikte çalışarak AB’deki yeni kurallara uygun tasarımlara şimdiden geçme. |
Gıda sektöründe AB pazarına uyum, sadece regülasyonlara değil tüketici eğilimlerine de bağlı. Avrupa tüketicisi sürdürülebilir ve etik üretilmiş gıdaya prim veriyor. Örneğin, organik fındık, süpermarket rafında konvansiyonel fındığa göre daha pahalıya alıcı buluyor. Türkiye, dünyada organik üretimde önemli bir oyuncu olabilecekken henüz potansiyelini tam kullanmış değil. Ancak sürdürülebilirlik trendi bunu hızlandırabilir. Bir diğer fırsat da coğrafi işaretli ve kaliteli ürünlerde. Sürdürülebilirlik çoğu zaman kaliteyle de örtüşüyor (ör. küçük üreticiye adil fiyat vermek, geleneksel üretimi korumak gibi). AB pazarı Gaziantep baklavasından Aydın incirine, Malatya kayısısından Antep fıstığına coğrafi işaretli ürünlerimizi zaten tanıyor. Bu ürünlerin sürdürülebilir yöntemlerle üretildiğini belgelendirmek (örneğin bir kooperatifin adil ticaret sertifikası alması, veya agro-ekolojik yöntemler kullanması) o pazarı genişletebilir.
Sonuç olarak, gıda sektöründe sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimi demek, çiftlikten çatala her adımda çevresel ve sosyal sorumluluğu gözetmek demek. AB düzenlemeleri bu dönüşümü hızlandırıcı bir rol oynuyor. Türk gıda ihracatçıları, halihazırda katı gıda güvenliği normlarına uyum sağlayarak önemli bir eşiği atlattılar; şimdi sırada çevresel ve etik normlarda mükemmelliği yakalamak var.
Pratik Kontrol Listesi: Sürdürülebilir Tedarik Zinciri Uygulama Adımları
Son olarak, sürdürülebilir tedarik zinciri politikasını hayata geçirmek isteyen bir şirket için, yukarıda anlatılanları adım adım uygulamaya dönüştürebilecek bir kontrol listesi sunuyoruz. Bu liste, şirketlerin kendi durumlarına uyarlayabilecekleri temel adımları içermektedir:
-
Üst Yönetim Taahhüdü ve Vizyon Belirleme: Şirket üst yönetiminin sürdürülebilir tedarik zincirine bağlılığını yazılı ve sözlü olarak ifade etmesini sağlayın. Sürdürülebilirlik vizyonunuzu ve hedeflerinizi belirleyin; bunları kurum genelinde duyurun.
-
Mevcut Durum Analizi: Tedarik zinciri uygulamalarınızı inceleyerek çevresel ve sosyal açıdan riskli noktaları tespit edin. Tedarikçi performansı, enerji kullanımı, atık yönetimi, çalışma koşulları gibi alanlarda mevcut durumu ölçün ve bir başlangıç noktası belirleyin.
-
Sürdürülebilir Tedarik Politikası Oluşturma: Kurumunuzun sürdürülebilir tedarik ilkelerini ve hedeflerini yazılı bir politika belgesi haline getirin. Bu politikayı kurumsal sürdürülebilirlik hedeflerinizle uyumlu hale getirin ve tüm paydaşların (iç ve dış) erişimine açın.
-
Tedarikçi Davranış Kuralları Belirleme: Tüm tedarikçilerinizin uyması gereken çevresel, sosyal ve etik standartları tanımlayan bir Tedarikçi Kodunu yayınlayın. Bu kuralları yeni sözleşmelere dahil edin ve mevcut tedarikçilere iletişim kurarak beklentilerin net olmasını sağlayın.
-
Eğitim ve Farkındalık: Satınalma ekibi başta olmak üzere ilgili departmanlara sürdürülebilir tedarik zinciri eğitimi verin. Tedarikçilerinizle de iletişime geçip yeni beklentiler ve nasıl uyum sağlayacakları konusunda rehberlik sunun.
-
Sürdürülebilirlik Kriterlerini Entegre Etme: Satınalma süreçlerinize çevresel ve sosyal değerlendirme kriterleri ekleyin. İhale ve teklif değerlendirmelerinde fiyat/kalite yanında bu kriterlere de ağırlık verin (örneğin, ISO 14001’e sahip olma, düşük karbon ayak izi, sertifikalı ham madde kullanımı gibi).
-
Tedarikçi Değerlendirme ve Segmentasyon: Tedarikçilerinizi sürdürülebilirlik performanslarına göre değerlendirin ve risk profillerine göre segmentlere ayırın. Kritik ve yüksek riskli tedarikçileri önceliklendirerek denetim veya iyileştirme programları planlayın.
-
Due Diligence Sürecini Uygula: OECD’nin altı adımını (politika, risk analizi, önleme, izleme, raporlama, giderim) kendi operasyon ve tedarik zincirinizde hayata geçirin. Örneğin, yıllık insan hakları risk değerlendirmesi yapın; tespit edilen sorunlar için düzeltici eylem planları hazırlayın; ilerlemeyi üst yönetim ve kamuya raporlayın.
-
Dijital İzlenebilirlik Sistemleri Kurma: Tedarik zincirindeki önemli verileri (tedarikçi sertifikaları, hammaddelerin menşei, ürün bileşenleri, karbon emisyon verileri vb.) toplamak ve takip etmek için bir yazılım/platform kullanmaya başlayın. Mümkünse pilot bir blockchain veya dijital ürün pasaportu uygulaması deneyin.
-
Performans Göstergeleri ve Hedefler: Sürdürülebilir tedarik zinciri için spesifik KPI’lar tanımlayın (örn. “ilk 100 tedarikçimizin %80’i ISO 14001 sertifikalı olacak” veya “tedarik zinciri kaynaklı karbon emisyonunu 3 yılda %20 azaltacağız” gibi). Bu hedeflere yönelik yıllık takip yapın ve sonuçları ölçün.
-
Raporlama ve İletişim: Yıllık sürdürülebilirlik raporunuzda tedarik zinciriyle ilgili bölüme yer verin; kaydedilen ilerlemeleri ve karşılaşılan zorlukları şeffafça paylaşın. Önemli başarıları iç ve dış paydaşlara duyurun (örneğin bir tedarikçinizde çocuk işçiliği riskini ortadan kaldırdığınızı, ya da tüm ambalajlarınızı geri dönüştürülebilir yaptığınızı duyurmak).
-
Sürekli İyileştirme: Sürdürülebilir tedarik zinciri durağan bir hedef değil, sürekli gelişen bir yolculuktur. Düzenli aralıklarla politikalarınızı ve uygulamalarınızı gözden geçirin; yeni çıkan AB düzenlemeleri, sektör trendleri ve teknolojik yenilikler ışığında güncellemeler yapın. Çalışanlardan ve tedarikçilerden gelen geri bildirimleri değerlendirin ve sisteminizi adaptif tutun.
-
Acil Durum Planları: Tedarik zincirinizde ani bir sürdürülebilirlik krizi (örneğin bir tedarikçide ciddi bir ihlal haberi) ortaya çıkarsa nasıl yöneteceğinize dair prosedürler hazırlayın. Kriz iletişim planı, alternatif tedarik planı ve düzeltici eylem adımları bu prosedürlerin parçası olsun.
Bir yanıt yazın