Türkiye’deki banka yöneticileri ve kredi riski uzmanları için hazırlanan bu rehber, Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) nedeniyle ortaya çıkan kredi risklerinin nasıl analiz edileceğine dair kapsamlı bilgiler sunmaktadır. Özellikle karbon yoğun sektörlerde (demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre gibi) faaliyet gösteren Türk şirketlerinin kredi risklerini değerlendirirken SKDM’nin etkilerini göz önünde bulundurmak kritik hale gelmiştir.
1. SKDM Nedir? Genel Tanım ve Türkiye’ye Etkileri
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), Avrupa Birliği’nin karbon kaçağını önlemek ve ithal ürünlerin karbon içeriklerini fiyatlandırmak amacıyla geliştirdiği bir sınır vergisi sistemidir. 2023’te başlayan geçiş döneminin ardından 2026 itibarıyla uygulanacak olan SKDM, demir-çelik, çimento, alüminyum, gübre, elektrik gibi sektörlerden AB’ye yapılan ithalatlara karbon bedeli yansıtarak AB içindeki Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) maliyetlerini dengelemeyi hedefler. Bu mekanizma sayesinde AB, yerli üreticilerin uğradığı karbon maliyet dezavantajını telafi etmeyi ve üçüncü ülkelerdeki üreticileri de karbon emisyonlarını azaltmaya teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Türkiye için SKDM’nin önemi büyüktür. AB, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı konumundadır ve Türkiye’den AB’ye yapılan ihracatın önemli bir kısmı SKDM kapsamındaki karbon yoğun sektör ürünleridir. Örneğin, Türkiye’nin demir-çelik ihracatının yaklaşık üçte biri, alüminyum ihracatının ise yarısı AB ülkelerine yöneliktir. Bu durum, Türk sanayisinin SKDM’den doğrudan etkileneceği anlamına gelir. SKDM devreye girdiğinde, AB’ye ihracat yapan firmalar karbon içerikleri ölçüsünde ek maliyetlerle karşılaşacaklardır.
SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi’nin 2025 tarihli kapsamlı analizine göre, mevcut politika ve üretim yapısının devam ettiği “olağan durum” (Business-as-Usual, BAU) senaryosunda bile karbon fiyatlaması olmaksızın dahi ilgili sektörlerin ihracatının ülke ekonomisine net katkısı sınırlıdır. Hatta AB ETS’de güncel karbon fiyatı (~70 €/ton) uygulandığında, AB’ye yapılan ihracatta elde edilen faydaların maliyetlerin gerisine düşeceği öngörülmektedir. Bu bulgu, karbon maliyeti devreye girdiğinde mevcut ihracat modelinin sürdürülemez hale geleceğine işaret eder. Özetle, SKDM Türkiye’nin ihracatçı sektörlerini ciddi bir dönüşüme zorlamaktadır:
Yapısal Dönüşüm İhtiyacı: SKDM kapsamındaki sektörlerde (ör. çimento, gübre, alüminyum) ihracatın mevcut durumda bile ülke ekonomisine net maliyeti faydasından yüksektir. Bu durum, bu sektörlerde yeşil ve yapısal dönüşümün zorunlu olduğunu göstermektedir. İlgili sektörlerin daha yüksek katma değerli ve düşük karbonlu üretime geçmesi, hem SKDM kaynaklı mali yükü azaltacak hem de uzun vadede rekabet gücünü koruyacaktır.
Paris Anlaşması ve Net Sıfır Hedefleri: Türkiye 2053 için net-sıfır emisyon hedefini benimsemiştir. SKDM, bu hedef doğrultusunda bir baskı unsuru olup, Türkiye’nin karbon azaltım politikalarını hızlandırmasına katkı sağlayabilir. SKDM’ye uyum, sadece AB ile ticareti korumak için değil, aynı zamanda Türkiye’nin küresel iklim taahhütleriyle uyumlu kalkınması için de kritik görülmektedir.
Erken Uyum ve Rekabetçiliğin Korunması: AB’nin SKDM’si yanı sıra dünya genelinde benzer karbon düzenlemeleri gelişmektedir. Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı AB olduğu için bu mekanizmaya erken uyum sağlamak, uluslararası rekabet gücünü koruması açısından elzemdir. Aksi takdirde Türk ihracatçıları karbon maliyeti nedeniyle pazar payı kaybedebilir ve finansal performansları olumsuz etkilenebilir.
Karbon Fiyatlandırması ve Ulusal Politikalar: SHURA analizi, Türkiye’de ulusal bir karbon fiyatlandırması veya Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) uygulanmasının, AB pazarındaki konumu güçlendirebileceğini vurgular. Türkiye kendi karbon fiyat mekanizmasını hayata geçirirse, firmalar AB’ye ödedikleri karbon maliyetini azaltabilecek ve bu yolla toplanan gelirleri yeşil dönüşüm yatırımlarında kullanmak mümkün olacaktır. Bu, bankalar için de önemlidir; zira düzenli bir karbon piyasası, risk analizlerinde belirsizliği azaltır ve firmaların uyum kapasitesini artırır.
2. SKDM 2025/2083 Güncellemesi: 50 Ton Eşiği ve “De Minimis” Muafiyeti
SKDM mekanizması, 2026’da mali yükümlülükler başlamadan önce basitleştirme amacıyla güncellenmiştir. Ekim 2025’te AB Resmî Gazetesi’nde yayımlanan (AB) 2025/2083 sayılı düzenleme ile SKDM kapsamında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu güncellemenin en dikkat çekici yönü, yıllık 50 tonluk eşik (50 ton “kütle eşiği”) ve buna bağlı “de minimis” muafiyetidir.
50 Ton Eşik Kuralı: Yeni düzenlemeye göre, bir şirketin bir takvim yılı içinde AB’ye ihraç ettiği SKDM kapsamındaki ürünlerin toplam net ağırlığı 50 tonu aşmıyorsa, o şirket o yıl için SKDM yükümlülüklerinden muaf tutulacaktır. Bu muafiyet, küçük hacimli ihracat yapan şirketleri bürokratik yükten korumayı amaçlamaktadır. Özellikle KOBİ ölçeğindeki ihracatçıların veya çok sınırlı miktarda ilgili ürün satan firmaların, 50 ton sınırı altında kaldıkları sürece SKDM sertifikası satın alma, raporlama yapma gibi yükümlülükleri olmayacaktır. Ancak bu eşik değeri demir-çelik, çimento, alüminyum ve gübre sektörlerindeki ürünler için geçerli olup elektrik ve hidrojen sektörlerini kapsamamaktadır (bu sektörler doğaları gereği farklı değerlendirildiği için muafiyet dışı bırakılmıştır).
De Minimis Muafiyeti ve Kapsamı: 50 tonluk eşik, SKDM’de bir “de minimis” (en düşük düzey) muafiyet mekanizması oluşturur. AB Komisyonu’nun verilerine göre, bu muafiyet sayesinde ithalatçı firmaların yaklaşık %91’i SKDM yükümlülüklerinden muaf olacak, ancak toplam ithalat emisyonlarının sadece %1’inden azı muafiyet kapsamında kalacaktır. Yani eşik değer özellikle çok küçük ölçekli ithalat işlemlerini kapsar ve SKDM ile yakalanmak istenen emisyonların %99’u yine mekanizma kapsamında kalır. Bu, muafiyetin çevresel bütünlüğü bozmayacak şekilde tasarlandığını göstermektedir. Zaten düzenlemenin gerekçesinde de, toplam ithalat kaynaklı emisyonların %1’inden azını yaratan işlemlerin yükümlülükten çıkarılarak idari maliyetlerin büyük ölçüde azaltılmasının hedeflendiği belirtilmiştir.
Risk Analizine Etkileri: 50 ton eşiği ve de minimis muafiyeti, kredi riski analizinde segmentasyon gerektirir. Küçük ölçekli ihracatçılar (örneğin sadece sınırlı miktarda ürününü AB’ye satan firmalar) bu muafiyet sayesinde kısa vadede SKDM maliyetinden etkilenmeyebilirler. Bankalar, portföylerindeki ihracatçı firmaları inceleyerek hangilerinin bu eşiğin altında kaldığını tespit etmelidir. Eşik altında kalan firmalar için SKDM kaynaklı ani bir nakit çıkışı riski düşük olabilir; ancak eşik değere yakın firmalar için dikkatli olunması gerekir. Zira bir firma yıl içinde 50 ton sınırını aştığı anda, o yıl yaptığı tüm ilgili ihracatlar için birden SKDM yükümlüsü haline gelecektir. Bu da beklenmedik bir maliyetin birikimli şekilde ortaya çıkması anlamına gelir. Örneğin, yıl boyunca 49 ton çelik ihraç eden bir şirket yükümlü değilken, 51 ton ihraç ederse tüm 51 tonluk ihracatının emisyonlarını beyan etmek ve karşılığında sertifika satın almak zorunda kalacaktır. Bu eşik etkisi, risk analizinde senaryo olarak ele alınmalıdır. Bankalar, kredi verdiği ihracatçı firmaların büyüme planlarını değerlendirirken, 50 ton sınırının aşılması durumunda ortaya çıkacak karbon maliyetini de finansal projeksiyonlara dahil etmelidir.
Ayrıca, bu düzenleme yaptırım ve uyum boyutuna da sahiptir. Yeni tüzük, 50 tonluk muafiyet sınırını aşıp da yükümlülüklerini yerine getirmeyen ithalatçılara (dolayısıyla dolaylı olarak ihracatçılara) cezai yaptırımlar öngörmektedir. Küçük oranlı aşım durumlarında (%10’a kadar aşım gibi) daha düşük cezalar uygulanabilecekken, kasıtlı olarak sevkiyatları bölerek muafiyetten yararlanmaya çalışmak gibi durumların önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu noktada, bankaların müşterilerinin uyum davranışını da izlemesi faydalı olacaktır. Zira cezalar ve itibar kaybı, kredi riskini artıran unsurlardır.
50 ton eşiği ve de minimis muafiyeti, SKDM’nin etki alanını çok küçük ihracatçılar lehine daraltırken, bankaların risk analizine ekstra bir boyut eklemektedir. Kredi değerlendirmelerinde, firmanın SKDM eşiği altında mı kalacağı yoksa üzerine mi çıkacağının senaryolarını yapmak önemli hale gelir. Bu eşik, bir firmanın SKDM kaynaklı maliyetle karşılaşmadığı durum ile tam yükümlü olduğu durum arasında keskin bir fark yaratır. Dolayısıyla, bu belirsizlik bandı, kredi riski değerlendirmelerinde muhafazakâr yaklaşımlarla yönetilmelidir (örneğin, firmanın ihracat artış potansiyeli yüksekse, eşiği aşacağı varsayılarak stres testi yapılabilir).
3. PD ve LGD Metriklerinin SKDM Etkisiyle Güncellenmesi
PD (Probability of Default – Temerrüt Olasılığı) ve LGD (Loss Given Default – Temerrüt Halinde Kayıp), kredi riskinin temel bileşenleridir. SKDM ile gelen maliyet ve belirsizlikler, bu parametrelerin hesaplanmasında geleneksel yöntemlere ek olarak yeni faktörlerin dahil edilmesini gerektiriyor. Bankalar, özellikle SKDM’den etkilenen sektörlerde faaliyet gösteren borçlular için PD ve LGD tahminlerini güncellemelidir.
Temerrüt Olasılığı (PD) ve SKDM’nin Etkisi
SKDM nedeniyle firmaların maruz kalacağı ek maliyetler, temerrüt olasılığını artırıcı bir etki yapabilir. Özellikle karbon yoğun üretim yapan ve kâr marjı düşük firmalarda, karbon maliyeti kârlılığı azaltarak borç servis kapasitesini zayıflatacaktır. Örneğin, uluslararası bir araştırma, karbon fiyatlandırması gibi çevresel düzenlemelerin şirketlerin temerrüt riskini ölçülebilir düzeyde yükseltebileceğini göstermiştir. Nitekim bankalar da iklim kaynaklı finansal riskleri artık PD modellerine entegre etmeye başlamıştır. IFRS 9 standartları uyarınca kredi riskinin ömür boyu tahmin edilmesinde ileriye dönük faktörlerin kullanılması gereği, iklim risklerini ve SKDM gibi düzenleyici değişiklikleri de kapsamaktadır. Bu doğrultuda PD hesaplamalarında aşağıdaki güncellemeler önerilir:
Karbon Maliyeti Marj Oranı: Firmanın ürün başına düşen tahmini karbon maliyetinin (€/ton) satış fiyatına oranı hesaplanarak, bu oranın yüksekliği PD’ye artırıcı bir faktör olarak eklenebilir. Oran belli eşikleri aşıyorsa (örneğin karbon maliyeti/kâr marjı > %50), firmanın finansal stres yaşama ihtimalinin arttığı varsayılabilir.
Emisyon Yoğunluğu ve Senaryo Analizi: Firmanın gelirine veya üretimine oranla emisyon yoğunluğu (ton CO2/ciro) PD modelinde bir açıklayıcı değişken olarak eklenebilir. Emisyon yoğun firmalar, SKDM benzeri düzenlemelerden daha fazla etkileneceği için, diğer koşullar sabitken daha yüksek PD ile değerlendirilebilir. Ayrıca bankalar, senaryo analizleri yaparak farklı karbon fiyatı varsayımlarında firmanın finansallarını öngörmeli ve bu senaryoların PD üzerindeki etkisini modele yansıtmalıdır (örneğin, karbon fiyatı 80 €/ton olursa DSCR – borç servisi karşılama oranı – ne kadar düşüyor ve bu PD’yi nasıl etkiliyor?).
Yönetim Stratejisi ve Uyum Yeteneği: Firmanın karbon azaltım stratejisi, teknolojik yatırımları, enerji verimliliği projeleri gibi nitel unsurlar da PD değerlendirmesine kalitatif olarak entegre edilmelidir. Çevresel uygulamaları zayıf ve iklim riskine kayıtsız bir işletme, daha sıkı düzenlemelerle karşılaşarak geri ödeme performansında zafiyet yaşayabilir. Dolayısıyla ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) skoru düşük olan müşteriler için PD’ye bir miktar konservatif ekleme yapılması düşünülebilir. BDDK da bankalara, temerrüt olasılığı tahmininde ÇSY (ESG) risklerinin dikkate alınmasını önermektedir.
Kısa vs Uzun Vadeli PD: SKDM etkileri zamanla artacağından, kısa vadeli PD’ye kıyasla uzun vadeli PD’de daha belirgin bir yükseltme gerekebilir. Özellikle kredi vadesi SKDM’nin tam uygulama dönemine denk geliyorsa (2026 ve sonrası), “ömür boyu PD” hesaplamalarında karbon maliyeti varsayımları dahil edilmelidir. Bu sayede beklenen kredi zararı (ECL) hesapları daha gerçekçi olacaktır.
Temerrüt Halinde Kayıp (LGD) ve SKDM’nin Etkisi
LGD, bir temerrüt durumunda bankanın maruz kalacağı zararın (eksik kalan alacağın) yüzdesidir. SKDM, LGD üzerinde de dolaylı etkilere sahip olabilir:
Varlık Değerlerinde Düşüş Riski: Yüksek karbon yoğunluklu varlıklar (eski tip bir çimento fabrikası, yüksek emisyonlu fırınlar, kömür bazlı üretim ekipmanları) SKDM ve genel iklim politikaları nedeniyle stranded asset (değer kaybeden varlık) konumuna düşebilir. Eğer bir firma karbon maliyetleri yüzünden iflas ederse, geride kalan fiziksel varlıkların piyasadaki değeri düşebilir (çünkü o varlıkları satın alacak bir yatırımcı, yeniden çalıştırdığında aynı karbon maliyetleriyle karşılaşacaktır). Bu durumda, temerrüt halinde bankanın bu varlıklardan elde edeceği tahsilat düşük kalabilir. LGD hesaplamalarında, karbon riskine maruz sektörlerde teminat değerlerine ekstra temkinli teminat kesintisi (haircut) uygulanması uygun olabilir. Örneğin normalde %70 geri kazanım beklenen bir makine teminatı, eğer karbon yoğun bir üretim için kullanılıyor ve gelecekte düzenlemelerle değeri düşecekse, geri kazanım beklentisi %50’ye çekilebilir.
Teminat Yapısının Gözden Geçirilmesi: Bankalar, karbon riskinin yüksek olduğu şirketlerden aldıkları teminatların bileşimini yeniden değerlendirmelidir. Mümkünse sadece fabrika binası, makine gibi varlıklar değil; firmanın karbon kredileri, yenilenebilir enerji yatırımları gibi düşük karbon varlıkları da teminat havuzuna dahil edilebilir. Böylece temerrüt halinde elde kalacak varlıkların iklim politikaları karşısında değerini koruma ihtimali artar. LGD modeline, teminatların karbon yoğunluğu veya sürdürülebilirlik değeri gibi bir parametre eklenebilir.
SGP (Stress Güncelleme Prensibi) Uygulaması: LGD genellikle ekonomik döngüye duyarlı bir parametredir. İklim kaynaklı risklerin ekonomik etkisi senaryoları da LGD stres testlerine dahil edilmelidir. “Yüksek karbon fiyatı” senaryosunda ilgili sektör genelinde varlık değerlerinin %X düşeceği öngörülüyorsa, bu senaryoda LGD oranları artırılarak beklenen zarar hesaplanmalı ve karşılıklar buna göre ayrılmalıdır. Bu yaklaşım, SKDM’nin kademeli sertleşeceği orta-uzun vadeye bankaların bilanço olarak hazırlıklı olmasını sağlar.
BDDK’nın İklim Çarpanı Önerisi: 2024 yılında BDDK Bankacılık ve Finansal Piyasalar Dergisi’nde yayımlanan bir çalışma, SKDM etkilerini kredi risk bileşenlerine yansıtmak için “İklim Çarpanı” adında bir katsayı modeli önermektedir. Bu modelde, firmanın sektör içindeki konumu (%80 ağırlık ile) ve sektörün toplam ihracattaki payı (%20 ağırlık ile) bir araya getirilerek bir iklim risk katsayısı hesaplanır. Hesaplanan iklim çarpanı, hem kredi karşılıklarında (ECL) hem de teminat değerlemelerinde çarpan olarak kullanılmaktadır. Örneğin, iklim çarpanı 1.2 çıkan bir firma için bankanın normal şartlarda %100 olarak aldığı teminat değeri, SKDM riski yansıtılmış olarak %120’ye yükseltilerek (daha fazla teminat talep ederek) risk telafi edilebilir. Aynı şekilde, beklenen zarar karşılığı tutarı da bu çarpanla çarpılarak daha yüksek karşılık ayrılması sağlanır. Bu yaklaşım, PD ve LGD’deki muhtemel bozulmayı proaktif şekilde dengelemeyi amaçlar ve bankayı olası finansal kayıplara karşı koruyacak ek bir kalkan işlevi görür. Henüz sektörde yaygın bir uygulama olmasa da, bu tür modeller iklim riskinin nicel olarak kredi riskine entegrasyonu için yol göstericidir.
PD ve LGD metriklerinin SKDM ışığında güncellenmesi, bankaların kredi risk yönetiminde iklim faktörlerini içselleştirmesi demektir. Temerrüt olasılığı modellerine karbon maliyeti ve emisyon yoğunluğu gibi girdiler eklemek, temerrüt halinde kayıp hesaplamalarında varlık değerlemesini iklim senaryolarına göre ayarlamak gerekebilir. Bu değişiklikler, ilk bakışta bankalar için ek bir maliyet veya iş yükü gibi görünse de, alınan risk karşısında bankayı olası finansal kayıplara karşı koruyacak bir kalkan görevi görecektir. Unutulmamalıdır ki, iklim riskleri henüz gerçekleşmemiş olsa da giderek yaklaşıyor; bugünün muhafazakâr PD/LGD ayarlamaları, yarının beklenmedik zararlarını engelleyen sigortalar gibidir.
4. Demir-Çelik, Çimento, Alüminyum ve Gübre Sektörlerinde Kredi Geri Ödeme Riski
SKDM’nin en doğrudan etki yapacağı alan, karbon yoğun ve SKDM kapsamına giren sektörlerdir. Türkiye’de demir-çelik, çimento, alüminyum ve gübre sektörleri SKDM’den ilk aşamada etkilenecek başlıca sektörlerdir. Bu sektörlerde faaliyet gösteren firmaların kredi geri ödeme riskleri, SKDM nedeniyle önemli ölçüde değişebilir. Bankaların, bu sektörlerdeki müşterilerinin finansal dayanıklılığını sektör dinamikleriyle birlikte değerlendirmesi gerekir. Aşağıda her bir sektör için SKDM’nin olası etkileri ve bunların kredi riskine yansımaları ele alınmıştır.
Demir-Çelik Sektörü
Türkiye’nin demir-çelik sektörü, AB pazarına ciddi ihracat hacmine sahiptir (yukarıda belirtildiği gibi ihracatının üçte biri AB’ye yöneliktir). Türk çelik üreticileri ağırlıklı olarak elektrik ark ocağı (EAO) teknolojisi ile hurdadan çelik üretmektedir. Bu üretim metodu, geleneksel yüksek fırınlı entegre tesislere kıyasla daha düşük karbon yoğunluğuna sahiptir. Dolayısıyla, Türkiye çelik sektörü bir nebze avantajlı bir konumda olabilir. Ancak yine de elektrik kaynaklı emisyonlar önemli bir maliyet unsuru olacaktır. SKDM kapsamında, örneğin 1 ton çelik ihracatında yaklaşık 0,5 ton CO2 emisyonu beyan edilmesi gerekebilir (firmanın kullandığı enerji kaynağına göre değişir). EU ETS’de karbon fiyatının 80 €/ton civarında olduğunu düşünürsek, bu her ton çelik için ~40 € ek maliyet anlamına gelir. Bu, güncel çelik fiyatlarının (örneğin 700 $/ton bandı) yanında hatırı sayılır bir tutardır.
Finansal açıdan bakıldığında, demir-çelik şirketlerinin kârlılık marjları SKDM ile darbe alabilir ancak tamamen negatife dönmeyebilir. SHURA’nın 100 €/ton karbon fiyatı varsayımıyla yaptığı modellemede, demir-çelik sektörü BAU senaryosunda diğer sektörlere kıyasla en sınırlı olumsuz etkiyi yaşamaktadır (dünyaya ihracat bazında net etki: -%1,2). Bu sonuç, Türk çelik sektörünün hurdadan üretim avantajı ve belki de ihracatının görece yüksek katma değerli kısmı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Kredi geri ödeme riski açısından, çelik firmaları SKDM maliyetlerini kısmen fiyatlarına yansıtma esnekliğine sahip olabilirler; zira AB içindeki çelik üreticileri de benzer karbon maliyetlerine tabi (ETS kapsamında) olduğundan, rekabet koşulları tamamen asimetrik olmayabilir. Yine de, karbon verimliliği düşük olan (örneğin enerji verimliliği düşük EAO tesisleri veya entegre tesisler) firmalar daha dezavantajlı olacak, kârları eriyeceğinden borç servisinde zorlanma riski artacaktır.
Bankalar, demir-çelik sektörü kredi portföylerini incelerken şu metriklere odaklanmalıdır: Firmanın ton başına düşen emisyonu, elektrik maliyetlerinin oranı, karbon maliyetini ürün fiyatına yansıtma kabiliyeti (örneğin uzun vadeli kontratlarla fiyat sabitlemiş ise yansıtamayabilir), Avrupa’daki müşterilerinin bu maliyete katlanma isteği ve firmanın olası bir ulusal ETS durumunda maruz kalacağı maliyetler. Türk çelik sektörü, eğer yeşil dönüşüme yatırım yaparsa (örneğin yenilenebilir enerji kullanımı, hurda/verimlilik artırımı), orta vadede SKDM’nin etkilerini azaltabilir. Kredi riski analizinde, her bir çelik üreticisi için “dönüşüm senaryosu” (yeşil yatırımlar yapılırsa) ve “aynı düzende devam” senaryosu ayrı ayrı değerlendirilmeli; dönüşüme yatırım yapmayanların rekabet gücü kaybı nedeniyle PD’sinin artacağı hesaba katılmalıdır.
Çimento Sektörü
Çimento sektörü, birim ürün başına emisyon yoğunluğunun en yüksek olduğu sektörlerden biridir. Yaklaşık olarak 1 ton klinker üretiminde 0,6-0,8 ton CO2 doğrudan kimyasal süreçlerden, ek olarak enerji kullanımından kaynaklı emisyon çıkmaktadır. Bu nedenle SKDM, çimento ihracatına adeta ekstra bir vergi niteliğinde yansıyacaktır. Türkiye, Avrupa’nın önemli çimento tedarikçilerinden biridir; ancak SKDM sonrasında Türk çimentosunun rekabetçiliği ciddi sınav verecektir. Bir örnekle somutlaştıralım: 1 ton çimentonun ihracat fiyatı farz edelim 60 € olsun, firmanın ton başına karı 9 € (yaklaşık %15 marj) olsun. Eğer o ton çimentonun üretiminde 0,7 ton CO2 emisyonu varsa, SKDM kapsamında 0,7 * 80 € = 56 € karbon ücreti ortaya çıkar. Bu, firmanın elde ettiği kârın çok üzerinde bir maliyettir ve ton başına 47 € zarar anlamına gelir. Böyle bir durumda firmanın ya fiyatını yükseltmesi (ki bu talebi düşürür) ya da zararı kabul etmesi gerekir ki ikisi de sürdürülebilir değildir.
Bu basit hesaplama, çimento sektörünün SKDM karşısında ne denli kırılgan olduğunu gösterir. Nitekim SHURA analizinde de çimento sektörü, karbon fiyatı 100 €/ton varsayımıyla BAU senaryosunda en büyük negatif etkiyi yaşayan sektörlerden biri olarak belirtilmiştir (dünya ihracatı bazında net etki: -%232 gibi dramatik bir değer). Başka bir ifade ile karbon maliyeti, sektörün mevcut katma değerinin birkaç katı fazlasına mal olarak yansımaktadır. Böyle bir durumda kredi geri ödeme riski son derece yüksektir; zira sürekli zarar eden veya rekabet gücü kalmayan bir firmanın nakit akışı hızla bozulur, borçlarını geri ödemede aksama ihtimali artar.
Bankalar, çimento sektöründeki müşteriler için acil eylem planları görmeyi beklemelidir. Bu firmalar ya karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojilerine, alternatif düşük karbonlu çimento üretimine, atık ısı geri kazanımına vb. büyük yatırımlar yapmalı ya da ihracat pazarlarını çeşitlendirmelidir (örneğin AB dışı pazarlar). Ancak unutulmamalıdır ki küresel ölçekte de karbon düzenlemeleri artış trendindedir; dolayısıyla sadece pazar kaydırmak uzun vadeli çözüm olmayabilir. Kredi analisti, çimento üreten bir firmanın finansallarını değerlendirirken, SKDM maliyetini kâr/zarar tablosuna ekleyerek bakmalıdır. Eğer eklenmiş halinde firma zarara geçiyorsa, bu durumda ya firmanın fiyat arttırma kabiliyeti (pazar payını koruyarak) ya da maliyetleri düşürme planı olup olmadığı sorgulanmalıdır. Aksi halde, böyle bir firmaya içsel derecelendirme notu verilirken daha temkinli olunmalı, gerekirse kredi limiti düşürülmeli veya ilave teminat talep edilmelidir.
Alüminyum Sektörü
Alüminyum üretimi, elektrik enerjisine son derece bağımlı bir süreçtir (özellikle birincil alüminyum, yani cevherden alüminyum üretimi). Türkiye’nin alüminyum ihracatı içinde AB’nin payı %50 civarındadır ve bu sektör SKDM kapsamında yüksek riskli kategoridedir. Alüminyum sektöründe karbon yoğunluğu, üretimde kullanılan elektriğin kaynağına göre değişir: Eğer elektrik fosil yakıtlardan geliyorsa ton başına 10+ ton CO2 emisyonu söz konusu olabilirken, hidroelektrik gibi temiz kaynaklarla bu 4-5 ton düzeyine düşebilir. Türkiye’deki alüminyum tesislerinin enerji kaynağı karışımına bağlı olarak, SKDM maliyetinin büyüklüğü şirketten şirkete değişecektir. Ancak bir olasılık hesaplayalım: 1 ton alüminyum için ortalama 5 ton CO2 emisyon varsayalım (kısmen fosil, kısmen yenilenebilir elektrik). SKDM altında bu, 5 * 80 = 400 € maliyet demektir. Alüminyumun piyasa fiyatı ton başına ~2500 $ düzeyindeyken 400 € (yaklaşık 425 $) ilave maliyet, satış fiyatının %17’si kadardır. Alüminyum üreticilerinin tipik kâr marjlarının %10-15 civarı olduğu düşünülürse, SKDM bu marjı tamamen silebilir. Hesabımızda varsaydığımız 5 ton CO2 ile firma neredeyse başa baş noktasına gelirken, eğer elektrik karışımı daha karbon yoğun (örneğin ağırlıkla kömür) ise bırakın kârı, ton başına zarar yazılması kaçınılmaz olacaktır.
Bu tablo, alüminyum sektöründe kredi riskini çok ciddiye almamız gerektiğini gösteriyor. SHURA’nın hesaplamalarında da alüminyum sektörü, dönüşüm olmadan devam ederse en ağır negatif etkiyi gören sektörlerden (net etki -%298 gibi) olarak öne çıkmıştır. Bu, sektörün mevcut yapısıyla karbon maliyetini kaldırmasının imkansız olduğuna işaret eder. Dolayısıyla, bankaların alüminyum sektöründeki müşterileri için şu soruları yanıtlaması gerekir:
Enerji Kaynağı ve Emisyon: Şirketin kullandığı elektriğin kaynağı nedir? Yenilenebilir enerji kullanım oranı nedir? Şirketin ton başına emisyonunu düşürmek için anlaşmalar (örneğin yenilenebilir enerji satın alma anlaşmaları – PPA) yapması mümkün mü?
Yatırım Planları: Şirket düşük karbonlu üretime geçmek için herhangi bir yatırım planlıyor mu? Örneğin, geri dönüştürülmüş alüminyum (hurda) kullanımını artırmak, enerji verimliliği yatırımları, vb. Eğer planlı yatırımlar varsa, bunların finansman ihtiyacı ve takvimi nedir? Banka bu finansmana ortak olacaksa, projenin başarısızlık riski de hesaba katılmalıdır.
Müşteri Portföyü ve Fiyatlama: Şirketin müşteri kitlesi SKDM maliyetinin ne kadarını tolere edebilir? AB içindeki alıcılar, belki de AB’deki üreticilere göre hala ucuz kalması durumunda Türk alüminyumunu almayı sürdürebilirler. Ancak eğer AB üreticileri dekarbonizasyon nedeniyle daha “yeşil alüminyum” üretip premium fiyatlarla satmaya başlarsa, karbon yoğun Türk alüminyumu tercih edilmeyebilir. Bu da satış hacmini düşürerek finansal riski artırır.
Alüminyum şirketlerinin kredi geri ödeme riski, eğer şirket herhangi bir uyum adımı atmıyorsa oldukça yüksektir. Böyle durumlarda bankalar, kredi sözleşmelerine SKDM’ye uyumla ilgili kovenantlar ekleyebilir. Örneğin, belirli bir tarihe kadar emisyon yoğunluğunu şu seviyeye düşürme, ya da yenilenebilir enerji kullanımını %X’e çıkarma gibi taahhütler, yerine getirilmediğinde temerrüt tetikleyici olmasa da yüksek risk göstergesi kabul edilebilir. Banka böylece şirkete doğru yönde motivasyon verirken kendi riskini de kontrol altında tutabilir.
Gübre Sektörü
Gübre (özellikle azotlu gübre) sektörü, doğası gereği yüksek enerji ve hammadde (doğalgaz) kullanımı nedeniyle yoğun sera gazı emisyonlarına sahiptir. Amonyak üretimi, gübre sektörünün temelidir ve 1 ton amonyak üretimi yaklaşık 2 ton CO2 emisyonu açığa çıkarır (doğalgazın hem yakıt hem hammadde olarak kullanılması sonucu). Dolayısıyla SKDM, gübre ihracatçılarına da ciddi maliyet bindirecektir. Türkiye’nin gübre ihracatı AB’ye sınırlı olmakla birlikte (daha çok iç pazar odaklıdır), yine de AB’ye satış yapan üreticiler SKDM’den etkilenecektir. Örneğin 1 ton gübre için 2 ton CO2 varsayarsak, 80 €/ton karbon fiyatıyla 160 € maliyet oluşur. 1 ton gübrenin fiyatı ürün türüne göre değişmekle birlikte diyelim 600 € olsun; bu durumda fiyatın %26’sı kadar ek maliyet gelir. Marjlar gübrede volatil olsa da, bu düzeyde bir maliyet kârı büyük ölçüde azaltacaktır.
SHURA’nın bulgularına göre, gübre sektörü BAU senaryosunda SKDM etkisine en kırılgan sektördür – net fayda-maliyet dengesi en olumsuz olan sektör olarak belirtilmiştir. Hatta dönüşüm senaryosu uygulansa bile gübrede diğer sektörlere nazaran pozitif katkı sağlamak zor olabilir. Bunun nedeni, gübre üretiminde teknolojik dönüşümün (örneğin yeşil hidrojen ile amonyak üretimi) yüksek maliyetli ve uzun vadeli olmasıdır. Kısa vadede SKDM, gübre ihracatçılarının kârlılığını ciddi ölçüde aşağı çekecektir.
Kredi riski açısından gübre sektöründe dikkat edilecek noktalar:
Hammadde Fiyatları ile Karbon Maliyeti Etkileşimi: Gübre üreticileri halihazırda doğalgaz fiyatlarındaki oynaklıktan çok etkilenir. Karbon maliyeti de eklendiğinde, maliyet yapıları iyice karmaşık hale gelecektir. Örneğin doğalgaz fiyatları yükselirken bir de SKDM maliyeti binmesi, firmaları çift taraflı sıkıştırabilir. Bu nedenle, stres testlerinde hem emtia fiyat şoku hem karbon fiyat şoku birlikte değerlendirilmeli, en kötü senaryoda firmanın nakit akışı incelenmelidir.
İç Pazar vs Dış Pazar Dengesi: Eğer SKDM nedeniyle AB’ye ihracat yapmak ekonomik olmaktan çıkarsa, Türk gübre üreticileri ürünlerini iç pazara veya diğer ülkelere yönlendirmeye çalışacaktır. Bu da iç piyasada arz fazlası nedeniyle fiyat düşüşlerine yol açabilir. Dolaylı olarak, SKDM olmasa bile bu firmaların kârlılığı düşebilir. Bankalar, özellikle yurtiçi satışı yoğun olan gübre firmalarının sektör dinamiklerini (fiyatlandırma gücü, talep artışı vs.) yakından izlemelidir.
Yeşil Dönüşüm Olanakları: Gübre sektöründe karbon ayakizini düşürmek için yeşil hidrojen kullanımı, karbon yakalama veya verimlilik artırımı gibi çözümler ufukta görünse de, bunlar büyük yatırım ve teknoloji gerektirir. Firmaların böyle planları varsa bunların gerçekleşme olasılığı ve etkisi kredi değerlendirmesinde hesaba katılmalıdır. Eğer bir firma, örneğin 5 yıl içinde tesisini karbondan arındırmak için ciddi bir proje başlatmışsa, kısa vadede risk yüksek olsa da uzun vadede rekabetçiliğini koruyabilir. Banka burada proaktif davranarak bu tür projeleri uygun koşullu kredilerle desteklemeyi düşünebilir (hem firmanın hayatta kalması hem de bankanın alacağını tahsil edebilmesi için).
Yukarıda özetlenen sektör analizlerinden görülebileceği üzere, SKDM bazı sektörlerde şirketlerin kârlılık yapılarını kökten sarsmaktadır. Özellikle çimento, alüminyum ve gübre gibi sektörlerde, dönüşüm olmadan devam etmek muhtemelen sürdürülemez finansallara yol açacaktır. Demir-çelik sektörü göreli olarak daha az etkileniyor görünse de, bu sektör de dönüşüm baskısı altındadır çünkü küresel rekabet ve yeşil çelik trendi kapıdadır. Bankalar, bu sektörlerdeki kredi müşterilerinin finansal tablolarına SKDM etkisini entegre etmeli, hatta mümkünse müşteriyle birlikte oturup nakit akış projeksiyonlarını karbon maliyeti ekleyerek güncellemelidir. Ödeme takvimi, faiz karşılama oranı, borç/EBITDA gibi kilit göstergelerin SKDM’li ve SKDM’siz senaryolarda nasıl değiştiği ortaya konulmalıdır.
Yukarıdaki grafikte gösterildiği gibi, çimento, alüminyum ve gübre sektörlerinde SKDM sonrası kârlılık negatife dönebilmektedir. Bu durum, söz konusu sektörlerde faaliyet gösteren firmaların kredi geri ödeme kabiliyetlerinin ciddi şekilde riske girmesi demektir. Kredi riski uzmanları, bu gibi durumlarda müşterinin nakit akışındaki bozulmanın geçici mi kalıcı mı olacağını değerlendirmelidir. Örneğin, firma hızlıca emisyonlarını azaltacak yatırımlar yapıyorsa birkaç yıl içinde tekrar kâra geçebilir (geçici risk); ancak hiçbir aksiyon planı yoksa zarar durumu kronik hale gelebilir (kalıcı risk). Kalıcı bir kârsızlık beklentisi, kredi notunun düşürülmesini ve provizyonların artırılmasını gerektirir.
Özetle, Türkiye’de demir-çelik, çimento, alüminyum ve gübre sektörlerinde SKDM’nin etkisiyle kredi geri ödeme riski belirgin biçimde artmaktadır. Bankalar sektörel uzmanlıklarını devreye sokarak, her bir müşteriyi kendi sektör dinamikleri içinde analiz etmelidir. Gerekirse sektör bazlı kredi portföy limitleri güncellenmeli (örneğin, toplam kredi portföyünde çimento sektörüne ayrılan payın sınırlandırılması gibi), riskli sektörlerde strese dayanıklı şirketlere odaklanılmalıdır. Bu da bizleri bir sonraki konuya, karbon fiyatlamasının şirket nakit akışlarına etkisine götürmektedir.
5. Karbon Fiyatlamasının Nakit Akışlarına ve Borç Ödeme Kapasitesine Etkileri
SKDM ile fiilen uygulanan karbon fiyatlaması, şirketlerin nakit akış tablolarında yeni bir kalem olarak belirmektedir. AB’ye ihracat yapan bir firma, her çeyrek SKDM kapsamında raporlama yaparken, 2026 sonrasında ithalatçı firma tarafından yıllık bazda satın alınacak olan karbon sertifikasından dolayı ilave maliyete katlanacaktır. Bu durum, şirketlerin operasyonel nakit akışını ve borç ödeme kapasitelerini çeşitli şekillerde etkiler:
Azalan Faaliyet Nakit Akışı: Karbon ücretleri, şirketler için fiilen ek bir vergi/masraf niteliğindedir. Eğer bu maliyeti tamamen müşterilere yansıtamazlarsa, şirkette kalacak ve kâr marjını düşürecektir. Azalan kâr marjı, aynı satış hacmiyle daha az nakit girişi demektir. Özellikle fiyat esnekliği düşük sektörlerde (örneğin çimento – rekabet çok olduğu için fiyat artışı zor), şirketin karbon maliyetini içselleştirmesi gerekebilir, bu da nakit akışını törpüler. Nakit akışının zayıflaması, şirketin borç servis oranlarını (Interest Coverage, Debt Service Coverage Ratio gibi) doğrudan düşürür. SKDM öncesi faiz giderlerini karşılayacak yeterli Faaliyet Karı/EBITDA’ya sahip olan bir firma, SKDM sonrası aynı faiz yükünü karşılamakta zorlanabilir. Bu durum kredi riskini artırarak temerrüt olasılığını yükseltir.
Çalışma Sermayesi İhtiyacı: SKDM sertifikaları, belirli dönemlerde satın alınacağından (ilk beyan için 2027 sonbaharı planlanmıştır), şirketler bu ödemeye hazırlık için önceden nakit ayırmak durumunda kalabilir. İhracat gerçekleştiği anda belki nakit akışı sağlanır, ancak yıl sonunda karbon sertifikası alımı için toplu ödeme gerekir. Bu da bir çalışma sermayesi planlaması gerektirir. Özellikle marjları daralan firmalar, bu toplu ödemeyi yapmak için dış finansmana ihtiyaç duyabilir.
Borç Ödeme Kapasitesinde Bozulma: Nakit akışı düşen bir şirketin borç ödeme kapasitesi de zayıflar. SKDM öncesi yılda 100 birim nakit fazlası olan bir şirket, SKDM sonrası kendisine yansıtılabilecek 20-30 birimini karbon sertifikası maliyetine harcamak zorunda kalırsa, borç servisinde kullanabileceği tutar 70-80 birime inecektir. Eğer şirketin yıllık kredi anapara+faiz ödemesi 90 birim ise, SKDM öncesi rahatça ödeyebilirken SKDM sonrası nakit açığı ortaya çıkar. Bu tip durumlar için bankalar önceden önlem almalıdır: Müşteriyle yeni ödeme planları yapılandırmak, gerekirse ödemesiz dönem veya vade uzatma gibi opsiyonları değerlendirmek, temerrüde düşmeden sorunu çözmeyi sağlar. Aksi takdirde, biriken karbon borcu kredi borcunun ödenmemesi şeklinde zincirleme etki yaratabilir.
Karlılık Eşiği ve Yatırım Kararları: Karbon fiyatlaması, bazı şirketleri belirli üretimleri kısmaya veya durdurmaya itebilir. Eğer ihracat yapmak kârsız hale gelirse, firma üretimini azaltacak; bu da gelirlerini düşürecektir. Geliri düşen firmanın sabit giderleri aynı kalırsa, nakit akışı daha da kötü etkilenir. Bu sarmal, şirketin borçlarını ödeyebilme kapasitesini aşındırır. Şirket bazında bakıldığında, yönetimin SKDM sonrası hangi ürünlerde/ne kadar üretime devam edeceği kritik bir nakit akışı belirleyicisidir. Bankalar, stratejik planlar konusunda müşterilerle iletişimde kalmalıdır. Örneğin, “A şirketi SKDM maliyeti yüzünden AB’ye ihracatı %50 azaltacak ve iç pazara yönelecek” bilgisini alan bir banka, firmanın gelir projeksiyonunu buna göre revize etmeli, bu yeni gelirle borçlarını ödeyip ödeyemeyeceğini tekrar hesaplamalıdır.
Yatırım ve Finansman Döngüsü: Bir diğer etki, SKDM’nin tetiklediği yeşil yatırımlardır. Şirketler karbon maliyetinden kaçınmak için yenileme ve modernizasyon yatırımlarına girişebilir. Kısa vadede bu yatırımlar şirketten ciddi nakit çıkışı (sermaye harcaması) gerektirecektir. Eğer bu yatırımlar krediyle finanse edilirse, şirketin borç yükü artacak ve faiz ödeme yükü gelecektir. Yatırım tamamlandığında emisyon düşeceği için uzun vadede karbon maliyeti azalır ve rekabet gücü artar, ancak kısa ve orta vadede şirketin nakit akışı gerilime girer. Bu nedenle bankalar, yeşil yatırım yapan firmaların geçici nakit akışı daralmalarını anlayışla karşılayıp uygun yapılandırmalar sunmalıdır. Örneğin, karbon azaltım projesi yapan bir firmaya yatırım döneminde anapara ödemesiz kredi verip, proje bittiğinde karbon tasarrufu elde edildikten sonra geri ödemeleri artırmak gibi esnek planlar düşünülebilir.
SHURA’nın makro analizinde, karbon fiyatının ekonomik dengelere etkisi çarpıcı biçimde ortaya konmuştur. 100 €/ton karbon ücreti varsayımıyla yapılan modellemede, işlerin olağan akışında AB’ye ihracatın makroekonomik katkısının nötrden negatife dönebileceği, oysa sanayi dönüşümü senaryosunda net etkinin pozitif kalabildiği belirtilmiştir. Bu, şirket düzeyine indirildiğinde şu anlama gelir: Karbon maliyeti eşiği, bazı firmaları nakit akışında eksiye düşürecek bir “turnusol kağıdı” gibi çalışır. Ancak dönüşüm yapabilen firmalar, yeni düzende dahi pozitif nakit akışı yaratabilir. Bankaların buradaki rolü, kimin pozitif kimin negatif tarafta kalacağını öngörmek ve kredi portföyünü buna göre ayarlamaktır.
Karbon fiyatlamasının şirket nakit akışlarına etkisi kötümser senaryolarda çok olumsuz, iyimser (uyumlu) senaryolarda yönetilebilir düzeydedir. AB ETS fiyatlarının uzun vadede artma olasılığı yüksektir; dolayısıyla bankalar bugünden yüksek karbon fiyatı varsayımıyla stres testleri yapmalıdır. Nakit akışı analizlerinde “borç servis karşılama oranı” gibi metrikler, SKDM maliyeti eklenerek yeniden hesaplanmalı ve sonuçlar şirketle paylaşılmalıdır. Eğer oran kabul edilemez seviyeye düşüyorsa, ya şirketin önlem alması ya da bankanın kredi riskini azaltıcı hamleler yapması (örneğin kredi limiti küçültme, ek teminat) gündeme gelmelidir.
6. Risk Derecelendirme Modellerine SKDM Uyumlu Parametrelerin Entegrasyonu
Bankaların içsel kredi derecelendirme modelleri ve puanlama sistemleri, geleneksel olarak finansal oranlar, nakit akışı göstergeleri, sektör riski, yönetim kalitesi gibi faktörleri içerir. SKDM gibi kapsamlı bir düzenleyici risk ortaya çıktığında, bu modellerin güncellenerek yeni parametrelerin entegre edilmesi gerekir. Böylece kredi risk derecelendirmeleri, karbon risklerini ve SKDM kaynaklı olası temerrütleri proaktif şekilde yansıtabilir.
İçsel derecelendirme modellerine entegre edilebilecek SKDM uyumlu yeni parametreler şunlar olabilir:
Karbon Emisyon Yoğunluğu Skoru: Firmanın üretim veya gelir başına düşen karbon emisyonunu yansıtan bir skor. Örneğin ton başına CO2 veya milyon TL ciro başına ton CO2 gibi bir metrik hesaplanabilir. Belirli aralıklara bu metriği karşılık gelecek puanlar atanabilir (düşük emisyon = düşük risk puanı gibi). Bu skor, firmanın karbon verimliliğini doğrudan derecelendirme notuna etki ettirecektir – emisyon yoğunluğu yüksek firmalar daha riskli kategoride değerlendirilecektir.
SKDM Maruziyet Oranı: Firmanın toplam satışlarının veya ihracatının yüzde kaçı SKDM kapsamındaki ülkelere (AB’ye) yapılmaktadır? Örneğin, %50’den fazlası AB’ye ihracatsa bu firma SKDM’ye yüksek maruziyetli demektir ve risk notuna negatif yansımalıdır. Ayrıca firmanın üretim portföyünde SKDM kapsamındaki ürünlerin payı da benzer şekilde dikkate alınabilir (ürettiği ürünlerin ne kadarı SKDM’de listelenen demir-çelik, çimento, vb. kategorisine giriyor). Bu parametre, gelir dalgalanma riskini ölçer; SKDM kapsamı genişledikçe (ileride diğer ürünler de eklenebilir) bu maruziyet daha kritik hale gelecektir.
Karbon Maliyeti/Kâr Oranı: Yukarıda nakit akışı bölümünde bahsedilen metriği burada da kullanabiliriz. SKDM kapsamında firmanın öngörülen yıllık karbon maliyetinin (ödenmesi gereken sertifika tutarı) firmanın FAVÖK’üne oranı hesaplanabilir. Diyelim bir firmanın yıllık EBITDA’sı 100 milyon TL, SKDM nedeniyle yılda 20 milyon TL maliyet gelecek, oran %20’dir. Bu oran ne kadar yüksekse firmanın riskliliği o kadar artmıştır. Belirli eşikler tanımlanarak (ör. >%10 ise risk puanı +1, >%20 ise +2 gibi) derecelendirme modeline eklenebilir.
Düşük Karbon Geçiş Planı: Bu daha ziyade niteliksel bir parametredir. Firmanın belgelenmiş bir iklim stratejisi, emisyon azaltım hedefi veya düşük karbonlu ürün geliştirme planı varsa, bu olumlu bir gösterge kabul edilebilir. Derecelendirme sürecinde firmanın yönetişim ve strateji kısmına ek bir soru olarak konulabilir: “Şirketin onaylanmış bir karbonsuzlaşma yol haritası var mı? Son 1 yılda bu yönde somut adımlar attı mı?” Evet ise +puan, hayır ise -puan gibi. Bu sayede, yönetimin proaktivitesi skora yansıtılır. Çünkü proaktif firmaların uzun vadede riskleri daha düşüktür.
SKDM Uyum Skoru (İklim Çarpanı): Önceki bölümde bahsedilen İklim Çarpanı yaklaşımı da derecelendirme modellerine uyarlanabilir. Örneğin BDDK çalışmasındaki formülasyona benzer şekilde, firma ve sektör bazlı bir risk katsayısı hesaplanıp modele girdi sağlanabilir. Sektör ağırlığı büyük, firma ihracatı yüksek ve karbon yoğun ise katsayı yüksek çıkacak; bu da derecelendirme notunu kıracaktır. Bu yaklaşım, firma ile sektör riskini bir arada değerlendirmenin sistematik bir yolu olabilir.
Esneklik ve Fiyatlama Gücü: Firmanın SKDM maliyetini fiyatlarına yansıtabilme becerisi de modele dahil edilebilir. Bu elbette doğrudan ölçülebilen bir şey değil ancak dolaylı göstergeler kullanılabilir: Örneğin firmanın ürünlerinin piyasadaki talep elastikiyeti düşükse (yani fiyat artınca talep çok düşmüyorsa) veya firmanın marka gücü yüksekse (rakiplerine kıyasla), bu durumda karbon maliyetini müşteriye yükleme olasılığı artar, risk nispeten düşer. Bu gibi bilgiler, sektör analistlerinin uzman görüşü yoluyla modele entegre edilebilir. Derecelendirme komitesi veya analisti, firmanın rekabet pozisyonunu değerlendirip not üzerinde küçük ayarlamalar yapabilir.
Model Entegrasyonu Nasıl Olmalı? Yeni parametrelerin entegre edilmesi, mevcut modelin yeniden kalibre edilmesini gerektirebilir. Bankalar, geçmiş veri olmadığı için (SKDM yeni bir olgu) bu parametrelerin ağırlıklarını uzman görüşleriyle belirlemelidir. Örneğin, karar ağacı şeklinde bir derecelendirme modeliniz varsa, önce finansal risk puanını hesaplayıp sonra üzerine “iklim riski puanı” ekleyebilirsiniz. Ya da skor kartı modelinizde ESG başlığı altında bu faktörlere yer verebilirsiniz. Önemli olan, nicel ve nitel göstergelerin bir arada kullanılmasıdır. BDDK’nin de belirttiği üzere, ESG faktörleri borçlunun temerrüt ihtimalini etkiler ve bankalar bu riskleri tahmin modellerine katmalıdır.
Veri ve Ölçüm Zorluğu: Burada kritik bir nokta veri erişimidir. Bankalar için en büyük sıkıntılardan biri, firma bazında emisyon verilerine erişimdir. SKDM’nin sağlıklı analiz edilebilmesi için, kredi müşterilerinin karbon emisyonlarını ve enerji kullanımlarını şeffaf şekilde raporlaması gerekir. BDDK’nin 2023 başındaki etki analizinde de, bankaların karşılaştığı en büyük sorunun “emisyon verilerine erişim” olduğu ve bu konuda firmaların veri paylaşmasını sağlayacak mekanizmaların değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştırsustainablefuture.com.tr. Yani, risk derecelendirme modeline karbon yoğunluğu parametresi eklemek istiyorsak, öncelikle bu veriyi müşteriden alabilmeliyiz. Bu nedenle bankalar, kredi süreçlerine veri toplama adımları eklemelidir: Kredi başvurusunda SKDM kapsamı müşterilerden son 3 yıllık enerji tüketimi ve üretim miktarı istenmesi, varsa karbon envanteri raporunun talep edilmesi gibi. Zamanla düzenleyici otoriteler de (BDDK, TCMB vs.) iklim riskleri raporlama rehberleri yayınlayarak bu süreci standart hale getirebilir.
Derecelendirme Örneği: Diyelim bir çimento firması kredi derecelendirmesinde finansal olarak “orta risk” kategorisinde. Ancak firmanın emisyon yoğunluğu sektör ortalamasının üstünde, ihracatının %40’ı AB’ye ve henüz elle tutulur bir yeşil dönüşüm planı yok. Bu durumda, yeni parametrelerle yapılan değerlendirmede firma “yüksek risk” kategorisine kayabilir. Banka, bu not düşüşünü firmanın önüne somut verilerle koyarak, risk primini yükseltebilir veya ilave teminat isteme yoluna gidebilir. Bu aynı zamanda firmaya da bir mesaj olacaktır: “Karbon riskini azalt, yoksa finansmana erişimin zorlaşacak.” Nitekim uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları da artık şirketlerin iklim risk performanslarını notlarına yansıtmaya başladılar. Benzer bir yaklaşımı Türk bankalarının iç derecelendirme mekanizmaları da benimsemelidir.
Sonuç olarak, risk derecelendirme modellerine SKDM uyumlu parametrelerin entegrasyonu hem bir gereklilik hem de bir fırsattır. Doğru entegre edildiğinde bu parametreler, bankaların risk tahmin doğruluğunu artıracak, olası sorunlu kredileri daha önceden işaret edecek ve bankaya zamanında önlem alma imkanı verecektir. Bu süreçte, model sonuçlarının düzenli olarak geriye dönük testlerle (backtesting) gözden geçirilmesi, parametre ağırlıklarının gerekirse ayarlanması önemlidir. SKDM’nin etkileri reel olarak görülmeye başlandıkça (2026 ve sonrasında), modeller de gerçek verilerle kalibre edilerek daha da sağlıklı hale gelecektir.
7. Artan Finansman İhtiyacı ve Riske Etkisi (AB ile Ticareti Olan Firmalar)
SKDM’nin devreye girmesi, AB ile ticaret yapan firmaların sadece risk profilini değil, aynı zamanda finansman ihtiyaçlarını da değiştirecektir. Karbon maliyetleri ve yeşil dönüşüm gereklilikleri, birçok firmanın önümüzdeki dönemde önemli miktarda sermaye harcaması yapmasını veya ilave işletme sermayesi bulmasını zorunlu kılıyor. Bu durum, bankalar açısından hem bir fırsat (yeni kredi talepleri) hem de bir risk (borçluluk artışı ve geri ödeme zorluğu) barındırıyor.
Yeşil Yatırım ve Dönüşüm Finansmanı İhtiyacı: SKDM’ye uyum sağlamak isteyen firmalar, üretim süreçlerini temiz teknolojilere geçirmek için büyük yatırımlara ihtiyaç duyacak. Örneğin, bir demir-çelik firması yüksek fırından elektrik ark ocağı teknolojisine geçmek isteyebilir, bir çimento fabrikası karbon yakalama tesisi kurabilir, bir gübre şirketi yeşil hidrojen kullanımına geçmeyi planlayabilir. SHURA’nın raporu, Türkiye’nin yeşil dönüşüm yatırımları için 2030’a kadar ciddi boyutta (örneğin on milyarlarca euroluk) yatırım ihtiyacı olabileceğine işaret etmektedirx.com. Bu yatırımların gerçekleşmesi için hem yurtiçi bankacılık sistemi hem de uluslararası finansman kaynakları devreye girmelidirtemizenerji.org. Uluslararası iklim fonları, yeşil tahviller, sürdürülebilir kalkınma kredileri gibi enstrümanlar bu noktada önem kazanacaktır. Bankalar olarak, yeşil finansman fırsatlarını kollamak ve müşterilere bu alanda rehberlik etmek gerekecek.
Elbette, yatırımlar krediyle fonlandığında şirketlerin borçluluk oranı artacaktır. Örneğin, şu an borcu az olup risk skoru iyi görünen bir firma, SKDM’ye uyum için 5 yıl içinde cirosuna yakın bir yatırım yapıp bunun büyük kısmını krediyle karşılarsa, borç/öz kaynak oranı fırlayabilir. Bu durumda klasik anlamda kredi riski artar (kaldıraç yükselir, finansal esneklik düşer). Ancak yatırımı yapmazsa da belki iş modeli yok olacak ve uzun vadede tamamen kredi riski gerçekleşecek (iflas). Bu bir ikilem yaratmaktadır: “Borçluluğu artırarak dönüşmek mi, dönüşmeyip riski kabullenmek mi?” Bankalar, bu ikilemi müşterileriyle birlikte ele almalı, makul projelere finansman sağlarken riskleri paylaşmanın yollarını aramalıdır. Örneğin, proje finansmanı yapısı kurarak, yatırımı yapılan tesisin nakit akışına dayalı kredi vermek ve firmanın mevcut bilançosunu çok zorlamamak bir çözüm olabilir. Ya da uluslararası kuruluşlardan (örn. EBRD, Dünya Bankası, kalkınma bankaları) garanti, uzun vadeli kredi desteği alarak riski dağıtmak düşünülebilir.
İşletme Sermayesi ve Sertifika Finansmanı: Önceki bölümlerde de değinildiği gibi, SKDM nedeniyle firmaların dönemsel nakit ihtiyacı artacaktır. Bu da bankalardan ek kredi limitleri talep etmelerine yol açabilir. Örneğin, 2026 sonunda ödenecek karbon sertifikaları için 2027 başında bir “karbon kredisi” talebi gelebilir. Bankalar bu tür kısa vadeli finansman ürünlerini şimdiden tasarlayabilir. Örneğin, “SKDM Sertifika Avans Kredisi” gibi bir ürün ile firma yıl içinde sertifika maliyetinin %X’ine kadar kredi kullanır, AB’den alacağı ödemelerle bunu kapatır vb. Ancak burada bankanın dikkat etmesi gereken, sertifika ödemesinin nihai olarak firmanın kendi kârından çıkacağıdır. Yani bu finansman sadece bir köprüleme sağlar, aslında firmanın finansallarında bir iyileşme yaratmaz. Bu nedenle bu tarz krediler, firmanın temel kredi değerliliğini değiştirmediği için risk primleri yüksek tutulmalıdır. Hatta banka, sertifika finansmanı talep eden firmadan ek teminat veya İhracat alacaklarının temliki gibi garantiler almalıdır ki, firma kendi nakit akışından ödeyemezse ihracat gelirlerinden otomatik tahsil edilebilsin.
Borçluluk Artışının Risklere Etkisi: AB ile yoğun ticareti olan firmalar hem SKDM maliyetini karşılamak hem de rekabetçi kalmak için borçlanmaya yönelecektir. Bunun sonucunda sektörel olarak bankacılık sisteminde bir risk konsantrasyonu oluşabilir. BDDK’nın 2023 başındaki etki analizi çalışması, SKDM’nin ilk aşamada Türk bankacılık sektörü kredi portföyüne etkisinin sınırlı (NPL oranında ~0.1 puan artış gibi) olacağını öngörse de, orta-uzun vadede etkilerin hızla ve belirgin şekilde artacağına dikkat çekmektedirsustainablefuture.com.tr. Bu, SKDM kapsamının genişlemesi ve firmaların borçluluğunun artmasıyla bağlantılıdır. Dolayısıyla, bugünden itibaren bankaların portföy dağılımını iyi planlaması şarttır. Örneğin, toplam kredilerin %10’undan fazlasının yüksek karbon riskli sektörlerde toplanmamasına yönelik iç limitler koyulabilir.
Ayrıca, artan finansman ihtiyacıyla gelen bir risk de, bazı firmaların bankacılık dışında finansman arayışına girmesi olabilir. Örneğin, sermaye piyasalarına yönelip tahvil ihraç etmek, ortak alarak özkaynak artırmak gibi yollara başvurabilirler. Bu durum her ne kadar bankaların kredi riskini azaltıyor gibi görünse de, piyasa dinamiklerini değiştireceği için dolaylı etkiler yaratabilir (örneğin tahvil yatırımcılarının risk fiyatlamaları bankaların alacaklarına da etki eder). Bankalar müşterileriyle bu olasılıkları konuşmalı, eğer mümkünse kendileri kredi vererek ilişkilerini sürdürmeyi ama bunu yaparken de riski kontrol etmeyi hedeflemelidirler.
Regülasyon ve Teşviklerin Rolü: Finansman ihtiyacı artışı konusunda devlet destekleri ve uluslararası iş birlikleri de belirleyici olacaktır. SHURA’nın raporu, SKDM’den etkilenen ihracatçı ülkeler arasında ikili iş birliği ve iklim diplomasisinin önemine değinmekte, maliyetlerin adil paylaşımı için uluslararası finansman fırsatlarının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Örneğin, AB’nin yeşil mutabakat fonları veya iklim finansman mekanizmaları Türkiye için de erişilebilir hale gelirse, dönüşüm yatırımlarının bir kısmı hibe veya düşük faizli dış kredi ile fonlanabilir. Bu, firmaların borç yükünü azaltacağı için kredi riskini de azaltıcı bir faktördür. Bankalar, müşterilerini bu tür olanaklar hakkında bilgilendirebilir, hatta proje bazında bu fonlardan yararlanmaları için danışmanlık verebilir. Sonuçta amaç, firmanın ayakta kalması ve bankanın alacaklarını sağlıklı bir şekilde tahsil edebilmesidir.
Özetlemek gerekirse, AB ile ticareti olan firmalarda SKDM kaynaklı finansman ihtiyacı artışı kaçınılmaz görünmektedir. Bu artış, kredi riskine çift yönlü etki yapar: Bir yandan firmaların borçluluğunu yükseltip ödeme kabiliyetini zorlayarak riski artırır; diğer yandan doğru yönetilirse firmaların dönüşümünü finanse ederek uzun vadede riski azaltabilir. Bankalar için burada kritik olan, her bir müşterinin finansman ihtiyacını gerçekçi bir şekilde belirlemek ve bunu karşılamanın kendi risk iştahlarına uyup uymadığını tartmaktır. Gerekirse konsorsiyum kredileri ile riski paylaşmak, teminat yapısını güçlendirmek, devlet garanti programlarından faydalanmak gibi yöntemlerle hem müşterinin finansmana erişimini sağlamak hem de bankanın riskini kontrol etmek mümkün olabilir.
8. Senaryo Analizi, Görsel Araçlar ve Uygulama Önerileriyle Desteklenen Kapsamlı Yaklaşım
SKDM kaynaklı kredi risklerini analiz ederken, veri temelli senaryo çalışmaları ve görsel araçlar kullanmak, karmaşık ilişkileri daha anlaşılır kılacaktır. Banka yöneticileri, teknik detaylara boğulmak yerine etkileri özetleyen tablolar, grafikler ve şemalar üzerinden konuyu kavrayabilir ve stratejik kararlar alabilir. Bu bölümde, rehberin tüm önceki kısımlarından çıkan temel öneriler senaryo ve görsel örneklerle bir araya getirilmiştir.
Veri Temelli Senaryo Analizlerinin Önemi
İklim ve karbon riskleri, doğası gereği ileri tarihli ve belirsizlik barındıran risklerdir. Bu nedenle senaryo analizi, SKDM etkilerinin kredi portföyüne nasıl yansıyacağını değerlendirmek için en iyi araçlardan biridir. Bankalar en az üç temel senaryo ile çalışmalıdır:
Olumlu Senaryo (Yeşil Dönüşüm Senaryosu): Türkiye’nin ve ilgili şirketlerin etkin bir şekilde yeşil dönüşüm yatırımları yaptığı, karbon yoğunluğunu hızla düşürdüğü bir senaryo. Bu senaryoda AB karbon fiyatları makul bir hızda artarken (örneğin 2030’da 100 €/ton), Türk ihracatçıları rekabet güçlerini koruyabilmektedir. Bu durumda beklenen temerrüt olasılıkları sınırlı artar, hatta dönüşüm yatırımları yapan firmaların uzun vadede pazar payı artacağı için kredi geri ödeme performansları iyileşebilir. SHURA analizinde dönüşüm senaryosunun, karbon fiyatı 230 €/ton’a çıksa dahi ihracatın net faydasını koruyabildiği gösterilmiştir. Bu çarpıcı sonuç, en olumlu senaryoda doğru hamleler yapılırsa risklerin yönetilebilir olduğunu ortaya koyar.
Orta Senaryo (Kademeli Uyum Senaryosu): Şirketlerin bir kısmının dönüşüme yatırım yaptığı, bir kısmının ise olduğu gibi devam ettiği bir karışık senaryo. Karbon fiyatları 2030’da diyelim 150 €/ton seviyelerine gelir. Bu senaryoda bazı şirketler uyum sağladığından ayakta kalır, bazıları ise zorluk çeker. Banka portföyü açısından bakıldığında, kredi risk göstergelerinde hafif bir kötüleşme olabilir ancak sistemik bir sorun yoktur. NPL oranları bir miktar artabilir fakat sermaye yeterliliklerini zorlamaz. Bu senaryo, bankaların bugünden kısmi önlemler alması durumunda karşılaşabileceği muhtemel gelecek olarak düşünülebilir.
Olumsuz Senaryo (Baseline-BAU Senaryosu, Yüksek Karbon Fiyatı ile): Türkiye’nin uyumda geciktiği, şirketlerin büyük kısmının dönüşüm yapmadığı, buna karşın AB ETS karbon fiyatlarının hızla yükseldiği (2030’da 200+ €/ton) bir senaryo. Bu durumda Türk ihracatçıları rekabet avantajlarını kaybeder, ihracat hacimleri düşer veya ciddi kâr kayıpları yaşarlar. Banka kredi portföyünde özellikle çimento, gübre, enerji gibi sektörlerde temerrütler artabilir. NPL oranı belirgin yükselir, bazı bankalar sektör konsantrasyonundan ötürü sorunlar yaşayabilir. BDDK’nın vurguladığı gibi, SKDM ve benzeri iklim politikalarının etkileri orta-uzun vadede hızla artacağından eğer proaktif davranılmazsa böyle bir senaryo gerçekleşebilirsustainablefuture.com.tr. Bu senaryo stres testi amaçlı kullanılmalı ve bankanın bu durumda dayanıklılığı (örneğin sermaye tamponları, likidite pozisyonu) ölçülmelidir.
Senaryo analizlerini yaparken bankaların görsel sunumlar kullanması, bulguların üst yönetime ve diğer paydaşlara aktarımını kolaylaştıracaktır. Örneğin, farklı karbon fiyatı varsayımlarında (50, 100, 150 €/ton gibi) belirli bir firmanın veya sektörün EBITDA marjının nasıl değişeceğini gösteren bir grafik, oldukça açıklayıcı olacaktır. Benzer şekilde, bankanın toplam kredi portföyünün iklim riskine maruz kısmını pasta grafikle göstermek (örneğin, %X’i yüksek riskli, %Y’i orta riskli sektörlerde) risk iştahı tartışmalarında faydalı olur.
Önerilen Görsel ve Analitik Araçlar
Isı Haritaları: Banka portföyünü sektörel ve müşterisel bazda bir matriste gösterip, SKDM risk seviyelerine göre renklendirme yapılabilir. Örneğin, satırlarda sektörler, sütunlarda karbon maruziyet skoru, her hücrede o sektördeki kredi tutarı ve risk derecesi. Renkler yeşilden kırmızıya gittikçe risk artışını gösterir. Böyle bir ısı haritası, portföyünüzün risk yoğunluğunu bir bakışta görmenizi sağlar.
Duyarlılık Analizi Tabloları: Örneğin bir çimento fabrikası için karbon fiyatı ile faiz karşılama oranı arasındaki ilişkiyi tablo yapabilirsiniz. Karbon fiyatını 0,50,100,150 €/ton alıp, her birinde firmanın faiz karşılama oranını hesaplayıp tabloya koyduğunuzda, risk eşiğinin nerede aşıldığını tespit edebilirsiniz. Bu tarz bir tablo, kredi komitesi sunumlarında somut öngörü sağlar (örn: “Karbon fiyatı 75 €’yi geçtiğinde bu firmanın DSCR’si <1 oluyor, yani borç ödeyemez hale geliyor.”).
Karbon Maliyeti Payı Grafiği: Farklı sektörler için karbon maliyetinin ürün fiyatına oranını gösteren bir çubuk grafik oluşturulabilir. Örneğin demir-çelik %5, çimento %80, alüminyum %15, gübre %25 gibi (farazi rakamlar). Bu grafik, hangi sektörün ne kadar risk altında olduğunu görsel olarak netleştirir ve yönetimin dikkatini çekebilir.
Zaman Serisi Projeksiyonlar: Önümüzdeki 5-10 yıl için, eğer elde veri/varsayım varsa, karbon maliyetlerinin ve firma kârlılıklarının nasıl ilerleyeceğine dair projeksiyon grafikleri yapılabilir. Örneğin, “dönüşüm yapılmazsa X firmasının kar marjı 2025’te %10’dan 2030’da -%5’e gerileyecek” gibi bir grafiği, yönetime sunmak hem bankanın durumunu hem müşterinin durumunu özetler.
Uygulama Önerileri ve Sonuç
Rehber boyunca detaylı analiz edilen konular ışığında, banka yöneticileri ve kredi riski uzmanlarına yönelik kilit uygulama önerilerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Müşteri İletişimi ve Şeffaflık: İhracatçı müşterilerle SKDM konusunda proaktif iletişim kurun. Onlardan karbon emisyon verilerini, SKDM nedeniyle bekledikleri maliyetleri ve uyum planlarını talep edin. Bu verileri paylaşmaya teşvik edin (gerekirse NDA ile güvence vererek). BDDK’nın da altını çizdiği üzere, bankaların emisyon verilerine erişimi kritik önemde olup, bunu sağlamak için gerekirse sözleşmelere özel maddeler ekleyinsustainablefuture.com.tr.
İçsel Kapasite Geliştirme: Banka içinde iklim riski ve SKDM konusunda uzman bir ekip veya çalışma grubu oluşturun. Kredi tahsis ve izleme birimlerine SKDM eğitimi verin. Böylece her analist kendi portföyündeki müşteriler için riskleri tanıyabilir. Gerekirse dış danışmanlık alın fakat mutlaka bu know-how’ı içeride geliştirip sürekli hale getirin.
Risk Politikalarını Güncelleme: Kredi politikalarınıza SKDM ve iklim riskleriyle ilgili bölümler ekleyin. Örneğin, “SKDM kapsamındaki sektörlere verilecek kredilerde azami vade X yıl olmalıdır” veya “yüksek karbon riski taşıyan yeni kredilerde ek %Y teminat marjı uygulanır” gibi kurallar belirleyin. Ayrıca sektör limitlerinizi gözden geçirip, aşırı yoğunlaşma varsa azaltıcı tedbirler planlayın.
Kredi Fiyatlamasında Farklılaşma: Müşterilerin iklim risk profiline göre kredi faizlerinde farklılaşma uygulayın. Bu bir tür risk bazlı fiyatlama olacaktır. Örneğin, aynı kredi notuna sahip iki firmadan biri düşük karbon stratejisine sahipse ona %1.5 faiz, diğeri yüksek riskli ise %2.0 faiz uygulanabilir (rakamlar örnek). Bu, bir yandan bankayı riskine karşı ödüllendirir, diğer yandan firmalara “yeşil ol kazan” mesajı verir. Hatta bazı bankalar uluslararası piyasalardan uygun maliyetli yeşil fonlama bulabilirlerse, bunu müşterilere şartlı olarak yansıtabilir (yeşil proje yap faizi düşüreyim gibi).
Sürdürülebilir Finans Ürünleri Geliştirme: SKDM nedeniyle artan finansman ihtiyacını karşılamak için özel ürünler tasarlayın. Yeşil krediler, sürdürülebilirlik bağlantılı krediler (ESG performansına göre faizi düşen/kalkan), karbon kredisi, enerji verimliliği kredisi gibi ürünlerle hem pazarda farklılaşın hem riski yönetin. Bu kredilerde performans kriterleri belirleyerek, müşteriyi hedeflerine ulaştırmaya yönelik yapı kurabilirsiniz (örn. anlaşılan emisyon azaltımı sağlanırsa faiz %X düşer; sağlanamazsa aynı kalır).
Uluslararası İşbirlikleri ve Fonlar: Müşterilerin finansman ihtiyacını tek başınıza yüklenmek zorunda değilsiniz. Kalkınma bankaları, ihracat kredi kuruluşları, uluslararası yeşil fonlar ile temas kurun. Özellikle büyük dönüşüm projelerinde sendikasyon veya konsorsiyum kredileriyle riski dağıtın. Bu sayede bilançonuza aşırı yük binmez. Aynı zamanda müşteriye de daha büyük ve uzun vadeli kaynak sağlama imkanı doğar.
Takip ve Erken Uyarı Sistemleri: SKDM etkileri 2026’dan itibaren finansallara yansımaya başlayacak olsa da, şimdiden bir erken uyarı sistemi kurmak faydalı olacaktır. Örneğin, ihracat verilerini aylık bazda takip ederek SKDM kapsamındaki ürün ihracatı düşen bir müşteri var mı, karbon fiyatları yükseldikçe marjları eriyen firmaların belirtileri var mı, izleyin. Finansal tablo analizinde yeni oranlar kullanın (karbon maliyeti dahil kârlılık gibi). Böylece risk gerçekleşmeden önce bayrak kaldırabilirsiniz.
Yönetim Katında Farkındalık: Banka üst yönetimi ve hatta yönetim kurulu seviyesinde, iklim riskleri ve SKDM gündemini canlı tutun. Periyodik olarak hazırlayacağınız *“İklim Risk Raporu”*nda SKDM’ye özel bir bölüm ayırarak, üst düzey karar vericileri bilgilendirin. Bu raporda yukarıda bahsedilen görsel araçları kullanarak durumu net ortaya koyun. Üst yönetimin desteği, gerekli politika değişiklikleri ve kaynak tahsisleri için şarttır.

Bir yanıt yazın