Günümüzde iklim değişikliğiyle mücadele, sadece çevresel bir gereklilik olmaktan çıkmış, aynı zamanda finansal ve yönetsel bir öncelik haline gelmiştir. Şirketlerin karbon ayak izlerini azaltma çabaları, hem operasyonel süreçlerinde değişiklik yapmalarını hem de yenilikçi finansal araçlar kullanmalarını gerektirir. Bu bağlamda karbon kredileri, işletmelerin emisyonlarını azaltma yolunda önemli bir araç olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu kredilerin etkin bir şekilde kullanılması ve raporlanması, doğru ve şeffaf bir yönetim gerektirir.
Karbon kredilerinin etkili ve güvenilir bir şekilde raporlanması konusundaki uluslararası tartışmaların ışığında, Science Based Targets Initiative (SBTi) tarafından yayımlanan Evidence Synthesis Report Part 1: Carbon Credits, şirketlerin karbon kredilerini kullanımlarını değerlendirirken dikkate almaları gereken önemli kriterleri ortaya koymaktadır. SBTi, bilimsel temelli hedefler belirleme konusunda rehberlik sunan bir kuruluş olarak, karbon kredilerinin emisyon azaltımı üzerindeki etkilerini detaylı bir şekilde incelemiş ve bu konuda küresel standartların geliştirilmesine katkı sağlamıştır.
Türkiye’de ise bu süreç, Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS) ile düzenlenmektedir. TSRS 2, iklimle ilgili açıklamalara odaklanarak, işletmelerin finansal raporlarında iklim riskleri ve fırsatlarına yer vermelerini zorunlu kılmaktadır. Standart, karbon kredilerinin kullanımıyla ilgili finansal etkilerin nasıl raporlanması gerektiğini belirleyerek, şirketlerin iklim hedeflerine ulaşma çabalarını daha şeffaf ve hesap verebilir hale getirmeyi amaçlar.
SBTi’nin raporu ile TSRS’nin hedefleri bir arada değerlendirildiğinde, karbon kredilerinin doğru yönetiminin, yalnızca emisyon azaltımını desteklemekle kalmayıp, aynı zamanda şirketlerin finansal performansı ve sürdürülebilirlik stratejileri üzerinde de önemli etkiler yaratacağı açıktır. Örneğin, bir şirketin yenilenebilir enerji projelerine yatırım yaparak elde ettiği karbon kredilerini raporlaması, sadece çevresel fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yatırımcılar için şirketin gelecekteki finansal dayanıklılığı hakkında da değerli bilgiler sunar.
Bu yazı, karbon kredilerinin Türkiye’deki sürdürülebilirlik raporlama standartları kapsamındaki rolünü ve bu kredilerin etkili bir şekilde nasıl raporlanması gerektiğini anlamaya yönelik bir giriş niteliğindedir. İlerleyen bölümlerde, karbon kredisi projelerinin katkısallık, kalıcılık ve kaçak riskleri gibi kritik unsurlarının detaylı bir analizine yer verilecektir.

Karbon Kredilerinin Etkinliği Üzerine Detaylı İnceleme
Karbon kredileri, şirketlerin ve ülkelerin sera gazı emisyonlarını azaltmalarına yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş finansal araçlardır. Bir karbon kredisi, genellikle bir ton karbon dioksit eşdeğerinde (tCO₂e) sera gazı emisyonunun azaltıldığını ya da atmosferden uzaklaştırıldığını temsil eder. Ancak, bu kredilerin gerçekten vaat ettikleri iklim faydalarını sağlayıp sağlamadığı, uzun zamandır tartışmalı bir konu olmuştur. Bu incelemede, karbon kredilerinin ne kadar etkili olduğu ve hangi koşullarda daha iyi sonuçlar verdiği üzerine bilimsel araştırmalar ve kanıtlar değerlendirilmiştir.
Karbon kredilerinin etkinliğini anlamak için bazı temel kavramların açıklığa kavuşturulması gerekir. İlk olarak, “katkısallık” (additionality) kavramı, bir karbon kredisi projesinin yalnızca o proje sayesinde gerçekleşmiş olan bir emisyon azaltımını temsil edip etmediğini ifade eder. Örneğin, bir rüzgar enerjisi santrali projesi, karbon kredileri olmadan da uygulanabilecek bir proje ise, bu durum ekillik kriterini karşılamaz. İkinci önemli kavram olan “kalıcılık” (permanence), karbon azaltımının ne kadar süreyle devam edeceğini sorgular. Örneğin, bir orman restorasyonu projesi, ağaçların birkaç yıl içinde kesilmesi durumunda kalıcılık sağlamaz. “Kaçak” (leakage) ise bir projeden kaynaklanan emisyon azaltımının başka bir bölgede emisyon artışına yol açıp açmadığını değerlendirir. Örneğin, bir bölgedeki orman kesimini durdurmak için yapılan bir proje, kereste talebinin başka bir bölgede ormanların kesilmesine neden olması durumunda kaçak riski taşır.
Bilim Temelli Hedefler Girişimi (SBTi) tarafından yapılan analiz, karbon kredileriyle ilgili farklı türdeki kanıtları üç kategoriye (Tier A, B ve C) ayırarak değerlendirmiştir. A ve B kategorisindeki kanıtlar genellikle daha güvenilir ve daha az önyargı içerirken, C kategorisindeki kanıtlar daha karışık sonuçlar sunmaktadır. Toplamda 41 kanıt değerlendirilmiş ve bu kanıtların %27’si A ve B seviyesinde, %73’ü ise C seviyesinde bulunmuştur.
A ve B kategorisindeki önemli çalışmalardan biri, Badgley ve arkadaşlarının araştırmasıdır. Bu çalışmada, karbon kredilerinin ekillik ve kalıcılık gibi temel kriterleri karşılamadığı, dolayısıyla birçok durumda gerçek emisyon azaltımlarını temsil etmediği belirtilmiştir. Benzer şekilde, West ve Coffield gibi araştırmacılar, karbon kredilerinin bazı projelerde sadece kağıt üzerinde bir başarı sağladığını, ancak pratikte önemli bir iklim faydası sağlamadığını ifade etmişlerdir. Örneğin, bazı orman koruma projeleri, gerçek bir emisyon azaltımı sağlamadan karbon kredisi üretmiş ve bu krediler, şirketler tarafından emisyonlarını “dengelemek” için kullanılmıştır.
Diğer yandan, karbon kredilerinin etkinliğini savunan bazı örnekler de mevcuttur. Örneğin, Anew Climate adlı bir kuruluş, karbon kredilerinin tarım projelerinde önemli etkiler yarattığını belirtmiştir. Bu tür projelerde, çiftçiler daha sürdürülebilir tarım uygulamalarına yönelmiş ve böylece hem toprak verimliliği artmış hem de emisyonlar azaltılmıştır. Ayrıca, yenilenebilir enerji projeleri kapsamında, karbon kredileri sayesinde güneş ve rüzgar enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarının finansmanı sağlanmış ve fosil yakıt kullanımının önüne geçilmiştir.
C kategorisindeki kanıtlar arasında, karbon kredilerinin bazı bağlamlarda etkisiz olduğunu vurgulayan çalışmalar dikkat çekmektedir. Örneğin, Calyx Global ve Rainforest Foundation UK gibi kuruluşlar, karbon kredilerinin özellikle orman koruma projelerinde ekillik ve kaçak sorunları nedeniyle zayıf bir araç olduğunu belirtmiştir. Bu çalışmalarda, projelerin genellikle şeffaflık ve izleme eksikliklerinden muzdarip olduğu ifade edilmiştir.
Genel olarak, karbon kredilerinin etkinliği konusunda net bir sonuç elde edilememiştir. Bazı kanıtlar, bu kredilerin etkili bir iklim çözümü olmadığını ve düzenleyici çerçevelerin güçlendirilmesi gerektiğini savunurken, diğer kanıtlar, doğru yapılandırıldığında karbon kredilerinin iklim finansmanını artırma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Örneğin, Norveç-Guyana REDD+ programı, ormansızlaşmayı önlemeye yönelik başarılı bir model olarak öne çıkmış ve karbon kredilerinin iyi yönetildiğinde olumlu sonuçlar sağlayabileceğini göstermiştir.
Kurumsal Karbon Kredisi Kullanımları ve Net-Sıfır Dönüşüm ile İklim Finansmanı Üzerindeki Etkileri
Şirketlerin karbon kredilerini nasıl kullandığı ve bu kullanım biçimlerinin net-sıfır dönüşüm (net-zero transformation) ve küresel iklim finansmanı (climate finance) üzerindeki etkileri, bu bölümde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Karbon kredileri (carbon credits), emisyon azaltımı (emissions reduction) sağlama veya emisyonları telafi etme (offsetting) amacıyla kullanılan finansal araçlardır. Bu araçlar, şirketlerin emisyon azaltma hedeflerini destekleyebilir veya engelleyebilir. İnceleme, karbon kredilerinin farklı kullanım modellerinin avantajlarını, dezavantajlarını ve potansiyel risklerini anlamayı hedeflemiştir.
Karbon kredileri şirketler tarafından genellikle üç temel şekilde kullanılmaktadır. İlk kullanım modeli, offsetting (dengeleme) olarak bilinir. Bu modelde, şirketler operasyonlarının dışında gerçekleştirilen projelerden karbon kredisi satın alarak kendi emisyonlarını telafi etmeyi amaçlar. Örneğin, bir şirket, kendi operasyonlarından kaynaklanan karbon emisyonlarını sıfırlamak için bir orman koruma projesinden elde edilen karbon kredilerini satın alabilir. Ancak offsetting yaklaşımı, bazı eleştirmenler tarafından “yalancı denge” (false balance) yaratmakla suçlanmaktadır, çünkü bu yöntem genellikle şirketlerin kendi emisyonlarını azaltmaya yönelik gerçek dönüşüm çabalarını ertelemelerine veya tamamen ihmal etmelerine yol açabilir. Bu da uzun vadede sektörel dönüşümü engelleyebilir ve net-sıfır hedeflerine ulaşılmasını zorlaştırabilir.
İkinci kullanım modeli, insetting (dahili dengeleme) olarak adlandırılır. Insetting, şirketlerin kendi değer zincirleri (value chains) içinde gerçekleşen faaliyetlerden karbon kredisi satın almasını ifade eder. Bu model, şirketlerin operasyonel süreçlerinde doğrudan emisyon azaltımı sağlamayı amaçlar. Örneğin, bir gıda üreticisi, sürdürülebilir tarım yöntemlerini benimseyen çiftçilere yatırım yaparak bu faaliyetlerden karbon kredisi elde edebilir. Insetting yöntemi, doğrudan şirket operasyonları içinde emisyon azaltımı sağladığından, daha sürdürülebilir ve güvenilir bir strateji olarak değerlendirilmiştir.
Üçüncü ve daha yeni bir yaklaşım olan Beyond Value Chain Mitigation (Değer Zinciri Ötesi Azaltım – BVCM), şirketlerin kendi değer zincirlerinin ötesindeki faaliyetlere yatırım yapmasını içerir. Bu model, şirketlerin yalnızca kendi emisyonlarını azaltmakla kalmayıp, aynı zamanda daha geniş çapta karbon azaltım projelerine katkıda bulunmasını sağlar. Örneğin, bir teknoloji şirketi, dünyanın başka bir bölgesindeki bir orman koruma projesine finansman sağlayarak karbon kredisi alabilir. Bu tür projeler, yalnızca karbon azaltımı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin korunmasına, yerel toplulukların ekonomik kalkınmasına ve doğal ekosistemlerin sürdürülebilirliğine de katkı sağlar. BVCM, küresel ölçekte iklim finansmanını artırma potansiyeline sahip bir model olarak değerlendirilmektedir.
Araştırma sonuçları, özellikle offsetting yaklaşımının çeşitli riskler içerdiğini ve bu risklerin şirketlerin net-sıfır hedeflerine ulaşmasını engelleyebileceğini göstermektedir. Örneğin, enerji yoğun bir sanayi şirketi, operasyonlarını temiz enerjiye dönüştürmek yerine karbon kredisi satın alarak mevcut emisyonlarını telafi etmeyi tercih edebilir. Bu durum, şirketin operasyonel dönüşüm süreçlerini geciktirebilir ve iklim değişikliğiyle mücadelede kritik bir yavaşlamaya neden olabilir. Ayrıca, bu tür bir yaklaşım, karbon piyasalarının (carbon markets) güvenilirliğini ve şeffaflığını da sorgulatabilir.
Buna karşılık, BVCM ve katkı iddiaları (contribution claims) gibi yaklaşımlar, net-sıfır dönüşümünü hızlandırma ve iklim finansmanını artırma potansiyeline sahiptir. Bu modeller, şirketlerin operasyonel emisyon azaltım hedeflerine ulaştıktan sonra daha geniş kapsamlı iklim projelerine yatırım yapmalarını teşvik eder. Örneğin, bir otomotiv şirketi, elektrikli araç üretimini artırarak kendi operasyonel emisyonlarını azaltabilir ve ardından güneş enerjisi santrallerine yatırım yaparak yenilenebilir enerji kapasitesinin küresel ölçekte artmasını destekleyebilir. Bu tür yaklaşımlar, hem emisyon azaltımı hem de sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılmasına önemli katkılar sağlayabilir.
Araştırma bulguları, toplamda 31 kanıt üzerinden analiz edilmiştir. Bu kanıtlar, şirketlerin karbon kredilerini etkili ve sorumlu bir şekilde kullanmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Offsetting yerine, insetting ve BVCM gibi modellerin önceliklendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca, karbon kredilerinin etkili bir şekilde kullanılabilmesi için şeffaflık (transparency) ve hesap verebilirlik (accountability) sağlanmasının yanı sıra düzenleyici çerçevelerin ve izleme mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda, daha sağlam bir yasal altyapı ve uluslararası iş birliği, karbon kredilerinin anlamlı ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını destekleyecektir. Bu tür adımlar, karbon kredilerinin sadece bir ticari araç olmaktan çıkarak, gerçek bir iklim çözümü aracı haline gelmesine yardımcı olabilir.
Karbon Kredileri ile İlgili İddiaların İncelenmesi
Karbon kredileriyle ilgili şirketlerin yaptığı iddialar, detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Bu iddialar, şirketlerin karbon kredisi satın alarak ve emisyon azaltım kredilerini emekliye ayırarak (yani kullanımdan kaldırarak) karbon ayak izlerini dengelemeye çalıştıklarını ifade eder. Ancak bu tür iddiaların doğruluğu, güvenilirliği ve çevresel etkileri üzerine yapılan analiz, önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. İddiaların şirketlerin iklim stratejilerinde nasıl kullanıldığı ve bunların ne ölçüde meşru olduğu, tartışmanın ana konusudur.
Karbon kredilerine yönelik iddialar, son yıllarda artan düzenleyici incelemeler altına alınmıştır. Dünya genelinde çeşitli yasal ve rehber niteliğindeki düzenlemeler, şirketlerin çevresel iddialarını daha sıkı bir şekilde denetlemektedir. Bu düzenlemeler, karbon kredilerinin doğru kullanımını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Ancak farklı yasal düzenlemeler ve rehberlik çerçeveleri, şirketlerin nasıl hareket edeceği konusunda kafa karışıklığı yaratabilmektedir.
Kanıtların analizine göre, karbon kredilerinin sunduğu çevresel faydalar ve bu kredilerle yapılan iddiaların güvenilirliği sorgulanmıştır. Karbon dengeleme iddialarının geçerliliği sıklıkla eleştirilmiştir. Karbon kredilerinin bir şirketin değer zincirindeki doğrudan emisyon azaltımlarına eşdeğer olarak sunulması, bazı uzmanlar tarafından yanıltıcı ve çevresel etkiler açısından problemli bulunmuştur. Örneğin, bir şirketin fosil yakıtla çalışan bir fabrikadan kaynaklanan emisyonları dengelemek için başka bir ülkede bir orman koruma projesinden karbon kredisi satın alması, gerçek anlamda küresel emisyon azaltımına katkıda bulunmayabilir. Bu tür yaklaşımlar, şirketlerin kendi operasyonlarını dönüştürme motivasyonunu azaltabilir ve net-sıfır hedeflerine ulaşmayı geciktirebilir.
Mevcut düzenleyici ve gönüllü rehberlik çerçeveleri, bu tür iddialara bazı sınırlamalar getirmiştir. “Karbon nötr” veya “iklim pozitif” gibi terimlerin farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelmesi, hem tüketicilerde hem de yatırımcılarda güven sorunlarına neden olabilmektedir. Bu durum, karbon kredilerinin yalnızca bir pazarlama aracı olarak kullanılma riskini doğurabilir ve şirketlerin iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik gerçek katkılarını sorgulatabilir.
Karbon kredilerinin doğru bir şekilde kullanılabilmesi için yüksek kaliteli karbon kredilerinin tercih edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yüksek kaliteli bir karbon kredisi, yalnızca gerçek bir emisyon azaltımını temsil etmekle kalmamalı, aynı zamanda kalıcılık ve katkısallık gibi temel kriterleri de karşılamalıdır. Katkısallık, bir projenin karbon kredisi olmadan gerçekleşmeyeceğini garanti eden bir kriterdir. Örneğin, bir rüzgar enerjisi projesinden alınan karbon kredisi, yalnızca bu proje gerçekten karbon emisyonlarını azalttığı takdirde geçerli sayılabilir. Eğer proje, karbon kredisi olmadan da gerçekleştirilecekse, bu kredinin katkısallık kriterini karşılamadığı ve dolayısıyla geçersiz olduğu söylenebilir.
Kanıtların bir kısmı, farklı türde iddialar arasındaki ayrımı da ortaya koymaktadır. Bu iddialar arasında, “doğrudan dengeleme iddiaları”, “bir sera gazı azaltım hedefine katkı iddiaları”, “küresel net-sıfır hedefine katkı iddiaları” ve “uyumlu ayarlamalarla desteklenmeyen dengeleme iddiaları” gibi kategoriler bulunmaktadır. Her bir kategori, farklı düzeyde şeffaflık ve hesap verebilirlik gerektirir.
Karbon kredileriyle ilgili iddiaların daha şeffaf ve güvenilir bir şekilde yapılması gerektiği açıktır. Şirketlerin, iddialarını desteklemek için kullandıkları karbon kredileri hakkında detaylı bilgi sağlamaları önemlidir. Ayrıca, doğrudan emisyon azaltım çabalarını tamamlayıcı nitelikte olan katkı iddialarının, dengeleme iddialarına kıyasla daha az yanıltıcı ve daha güvenilir olduğu belirtilmektedir. Örneğin, bir şirket, operasyonlarından kaynaklanan emisyonlarını azaltma hedeflerine ulaştıktan sonra, güneş enerjisi projelerine yatırım yaparak küresel emisyonları azaltmaya katkıda bulunabilir. Bu tür katkılar, hem çevresel hem de toplumsal açıdan daha olumlu bir etki yaratabilir ve bu süreçte iklim değişikliğiyle mücadelede daha güçlü bir ilerleme sağlanmasına yardımcı olabilir.
NOT: Bu yazı PCAF tarafından yayımlanan “Financed Emissions” isimli rehberden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Bir yanıt yazın