Yeşil Varlık Oranı Nedir?
Yeşil Varlık Oranı, bankaların çevresel sürdürülebilirliği destekleyen ekonomik faaliyetlere sağladığı finansmanın toplam finansmana oranını ifade eden önemli bir göstergedir. Bu oran, çevre dostu projelere verilen desteği ölçmek ve bankaların çevresel hedeflere katkısını değerlendirmek için kullanılır. Yeşil Varlık Oranı’nın hesaplanmasında uyumlu varlıklar ile uygun varlıklar dikkate alınır. Uyumlu varlıklar, çevresel hedeflerden bir veya daha fazlasına katkı sağlayan, diğer çevresel hedeflere zarar vermeyen ve asgari sosyal güvenlik standartlarını karşılayan ekonomik faaliyetlere yönelik finansal varlıklardır. Uygun varlıklar ise Avrupa Birliği (AB) Taksonomisi çerçevesinde tanımlanmış ekonomik faaliyetlere ilişkin varlıklardır. Uygun varlıkların teknik kriterlere uyup uymadığı dikkate alınmaksızın hesaplamaya dahil edilir.
Yeşil Varlık Oranı, çevresel hedeflere katkıda bulunan ekonomik faaliyetlerin toplam finansal varlıklara oranını ortaya koyar. Çevresel hedefler arasında iklim değişikliğini azaltma, iklim değişikliğine uyum sağlama, döngüsel ekonomiye geçiş, su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı, kirliliğin önlenmesi ve kontrolü ile biyoçeşitliliğin korunması ve restorasyonu gibi konular yer alır. Örneğin, bir banka, güneş enerjisi santrali projesine finansman sağlıyorsa, bu finansman iklim değişikliğini azaltma hedefine katkıda bulunur ve uyumlu varlık olarak değerlendirilir. Benzer şekilde, geri dönüştürülebilir ürünlerin üretimini destekleyen bir fabrika, döngüsel ekonomi hedefine katkı sağladığı için uygun varlık kapsamında ele alınabilir.
Brüt varlıklar, bankanın toplam finansal varlıklarından, merkez bankası alacakları, devlet tahvilleri ve diğer belirli kalemlerin çıkarılmasıyla elde edilen bir tutardır. Bu yaklaşım, finansal varlıkların sadece belirli bir kısmını dikkate alarak çevre dostu faaliyetlere ne kadar kaynak ayrıldığını analiz etmeyi amaçlar. Bu noktada, brüt varlıkların hesaplanmasında kullanılan “itfa edilmiş maliyet” kavramı önem kazanır. İtfa edilmiş maliyet, varlıkların gerçeğe uygun değer yerine muhasebe kayıtlarında yer alan defter değerine göre hesaplanması anlamına gelir. Bu yöntem, ayrılan karşılıkların veya piyasa değerinin dikkate alınmadığı, sadeleştirilmiş bir hesaplama yöntemi sunar.
Örneğin, bir bankanın toplam finansal varlıkları 1 milyar TL ise ve bunun 300 milyon TL’si merkez bankası alacakları, devlet tahvilleri ve benzer kalemlerden oluşuyorsa, brüt varlıklar 700 milyon TL olarak hesaplanır. Bu 700 milyon TL, bankanın esas işlevlerini yürüten varlıkları temsil eder. Daha sonra, bu tutarın ne kadarının çevre dostu projelere yönlendirildiği “Yeşil Varlık Oranı” ile ölçülür. Örneğin, bu 700 milyon TL’nin 210 milyon TL’sinin yenilenebilir enerji projelerine yatırıldığını düşünelim. Bu durumda, Yeşil Varlık Oranı %30 olarak hesaplanır.
İtfa edilmiş maliyet yöntemi, varlıkların değerlemesinde daha muhafazakâr bir yaklaşım sunar. Örneğin, bir varlığın piyasa değeri 120 milyon TL olabilir, ancak defter değeri 100 milyon TL ise, itfa edilmiş maliyet yöntemi, hesaplamayı 100 milyon TL üzerinden yapar. Bu durum, Yeşil Varlık Oranı gibi göstergelerde daha dengeli ve piyasa dalgalanmalarından bağımsız bir değerlendirme sağlar. Aynı zamanda, bu yaklaşım finansal raporlama standartlarıyla uyumlu olup, karşılaştırılabilirlik açısından avantaj sunar.
Brüt varlıklar ve itfa edilmiş maliyet kavramları bir arada ele alındığında, bankalar için çevresel sürdürülebilirlik performansını değerlendirirken daha net bir çerçeve sunulmuş olur. Örneğin, bir bankanın toplam finansal varlıklarının %50’si çevre dostu yatırımlardan oluşuyorsa, bu oran, hem yatırımcılar hem de düzenleyiciler için bankanın çevresel etkilerini değerlendirme açısından anlamlı bir gösterge sağlar. Aynı şekilde, brüt varlıkların hesaplanmasında itfa edilmiş maliyet yaklaşımının tercih edilmesi, banka faaliyetlerinin uzun vadeli sürdürülebilirlik hedefleriyle uyumlu şekilde ölçülmesine yardımcı olur.
Bankalar açısından brüt varlıkların en önemli kalemi doğal olarak kredilerdir çünkü krediler, bankaların temel işlevlerinden biri olan finansman sağlama faaliyetinin büyük bir kısmını oluşturur. Ancak burada dikkat çeken nokta, kredilerin hangi değeri üzerinden ele alındığıdır. Yeşil Varlık Oranı (YVO) hesaplamasında kredilerin piyasa değeri, iskonto edilmiş net bugünkü değeri (NBD) ya da karşılıklar düşülmüş değeri dikkate alınmaz. Bunun yerine, kredinin ilk kullandırıldığı andaki defter değeri esas alınır.
Bu hesaplama yöntemi, kredilerin değerlemesinde dışsal faktörlerin, özellikle piyasa dalgalanmalarının etkisini ortadan kaldırmayı hedefler. Piyasa değeri, faiz oranları, ekonomik koşullar ve kredi performansı gibi birçok faktöre bağlı olarak sürekli değişiklik gösterebilir. Ancak bu değişiklikler, kredinin gerçeğe uygun değerini belirlemek açısından istikrarsız sonuçlara neden olabilir. YVO hesaplamasında kullanılan bu yaklaşım ise kredinin başlangıçta kayıt altına alınan defter değerine odaklanarak, değişken piyasa koşullarından bağımsız bir değerlendirme yapar. Böylece, kredilerin yaşam döngüsü boyunca meydana gelen değer dalgalanmaları ya da zarar karşılıkları gibi unsurlar hesaplama dışında tutulur.
Örneğin, bir banka, 5 yıl önce 1 milyon TL tutarında bir kredi vermiş olsun. Bugünkü piyasa koşullarında bu kredinin değeri, ekonomik faktörlere bağlı olarak 1.2 milyon TL’ye yükselebilir veya 0.9 milyon TL’ye düşebilir. Ancak YVO hesaplamasında, bu piyasa dalgalanmaları göz önünde bulundurulmaz ve kredi, başlangıçtaki 1 milyon TL defter değeri üzerinden değerlendirilir. Aynı şekilde, bu kredi için bankanın ayırdığı zarar karşılıkları olsa dahi, bu tutarlar hesaba katılmaz. Amaç, kredinin başlangıçtaki muhasebe kayıtlarında görünen değerini esas alarak, daha tutarlı ve standart bir hesaplama yöntemi sağlamaktır.
Bu yöntemin önemli bir avantajı, kredilerin piyasa dalgalanmalarından etkilenmesini engelleyerek, farklı dönemlerde yapılan hesaplamaların birbirleriyle karşılaştırılabilir olmasını sağlamasıdır. Örneğin, bir bankanın çevre dostu yatırımlarını ölçerken, kredilerinin bugünkü piyasa değerinden bağımsız olarak başlangıçtaki defter değerlerinin esas alınması, sürdürülebilirlik performansını daha doğru bir şekilde yansıtır. Bu durum, farklı bankaların sürdürülebilirlik raporlamalarını kıyaslarken de önemli bir avantaj sağlar. Piyasa koşullarından kaynaklanan farklılıklar ortadan kaldırıldığı için, tüm bankalar aynı hesaplama standartlarına göre değerlendirilir.
Kredilerin defter değeri üzerinden hesaplanması, Yeşil Varlık Oranı gibi göstergelerde daha yeksan bir metodoloji sunar. Bu, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerini izlerken daha net ve güvenilir bir temel oluşturur. Ayrıca, bu yöntem, kredilerin değerlemesinde piyasa dalgalanmalarından kaynaklanan belirsizliklerin etkisini azaltarak, bankaların çevre dostu projelere ne kadar kaynak ayırdığını daha objektif bir şekilde analiz etmeyi mümkün kılar. Sonuç olarak, bu hesaplama yöntemi, bankaların sürdürülebilirlik çabalarını ölçmede ve çevresel yatırımlarının etkinliğini değerlendirmede kritik bir rol oynar.
Birden fazla faaliyet alanında çalışan işletmelerin yeşil varlık oranına dahil edilip edilmeyeceği konusunda belirli kriterler bulunur. Örneğin, bir işletme gelirinin %50’sinden fazlasını çevre dostu faaliyetlerden sağlıyorsa, bu işletmeye verilen krediler uyumlu varlık olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, işletmenin yenilenemez enerji kaynaklarından herhangi bir gelir elde etmemesi gereklidir. Örneğin, bir fabrika gelirinin %60’ını güneş enerjisi üretiminden elde ediyorsa, bu fabrikaya verilen krediler yeşil varlık oranına dahil edilebilir.
Yeşil Varlık Oranı dışında, bankaların çevresel sürdürülebilirliğe katkısını ölçmek için başka performans göstergeleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında uyumlu varlıkların brüt varlıklara oranı ve uygun varlıkların brüt varlıklara oranı gibi göstergeler yer alır. Örneğin, bir bankanın brüt varlıkları 500 milyon TL, uyumlu varlıkları ise 200 milyon TL ise, uyumlu varlık oranı %40 olarak hesaplanır. Bu oranlar, bankaların çevreye duyarlılık performansını daha ayrıntılı bir şekilde ortaya koyar.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Yeşil Varlık Oranı hesaplamaları ve uygulamaları üzerinde önemli yetkilere sahiptir. BDDK, Yeşil Varlık Oranı için alt sınır belirleyebilir ve bu sınırı sağlayamayan bankalar için yaptırımlar uygulayabilir. Örneğin, BDDK, bankaların Yeşil Varlık Oranı’nın en az %10 olmasını zorunlu kılabilir ve bu sınırın altına düşen bankalara ek raporlama yükümlülükleri getirebilir. Böyle bir yaklaşım, bankaların çevresel hedeflere daha fazla katkıda bulunmalarını teşvik eder ve şeffaflığı artırır.
Yeşil Varlık Oranı, bankaların çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine katkısını ölçmek ve teşvik etmek için hayati bir araçtır. Bu oran, hem bankaların çevre dostu projelere verdiği desteği hem de finansman politikalarının çevresel etkilerini değerlendirmek için kapsamlı bir yaklaşım sunar. Bu nedenle, bankaların bu oranın hesaplanması ve raporlanmasında yüksek hassasiyet göstermesi, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşılması açısından kritik öneme sahiptir.
Teknik Tarama Kriterleri
Teknik tarama kriterleri, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine katkı sağlamak için ekonomik faaliyetlerin belirli standartlara uygunluğunu değerlendiren kurallardır. Yeşil varlık oranı hesaplamasında “uyumlu” olarak değerlendirilebilecek varlıklar, bu kriterlere uyum sağlamak zorundadır. Bu kriterler, ekonomik faaliyetlerin çevreye olumlu etkilerini güçlendirirken aynı zamanda diğer çevresel hedeflere zarar vermemesini de garanti altına alır.
Bir varlık veya faaliyetin teknik tarama kriterlerine uyumlu kabul edilebilmesi için, ilgili çevresel hedeflere ölçülebilir katkı sağlaması gerekir. Örneğin, yenilenebilir enerji projelerine verilen bir kredi, yalnızca enerji verimliliği ve karbon emisyonlarını azaltmada somut sonuçlar elde ederse uyumlu kabul edilebilir. Bu projeler, yalnızca başlangıçta değil, faaliyet süreleri boyunca da belirlenen standartlara uygun kalmalıdır.
Uyumlu varlıkların belirlenmesinde vade boyunca kriterlerin sağlandığının sürekli izlenmesi ve periyodik olarak doğrulanması zorunludur. Bir rüzgar enerjisi santrali projesine sağlanan finansman, yalnızca başlangıç aşamasında değil, proje tamamlandıktan sonra da belirlenen enerji üretim kapasitesi ve emisyon azaltımı hedeflerine uyduğunu kanıtlamalıdır. Bu doğrulama, bağımsız kuruluşlar tarafından yapılabilir ve raporlanabilir olmalıdır.
Teknik tarama kriterleri, her sektöre özgü detaylı standartlar içerir. Örneğin, bina tadilat projelerinde, enerji verimliliği oranının %30 artırılması bir ön koşul olarak belirlenmiştir. Bu iyileştirmenin, enerji kimlik belgeleri veya bağımsız enerji verimliliği raporlarıyla belgelenmesi gereklidir. Benzer şekilde, tarım sektöründe kullanılan makinelerin enerji tasarrufu sağlaması ve çevresel etkilerin azaltılması kriterlere uygunluğu açısından değerlendirilir.
Kriterlerin yalnızca başlangıçta sağlanması yeterli değildir. Sürekli uyumluluk, faaliyet süresi boyunca bir zorunluluk olarak tanımlanmıştır. Örneğin, enerji üretim tesislerinin her yıl enerji verimliliği ölçümlerini yapması ve belirlenen standartlara uygunluğunu belgelemesi gereklidir. Bu süreçte, faaliyetlerin çevreye olumsuz etkilerinin değerlendirilmesi de kritik bir unsurdur.
Teknik tarama kriterlerinin bir diğer önemli özelliği, her faaliyet veya yatırım türüne özgü minimum standartların belirlenmesidir. Bir güneş enerjisi santrali için kurulu gücün belirli bir değerin altında olmaması, kullanılan panellerin uluslararası standartlara uygunluğu ve proje sahasının çevresel hassasiyetlere göre seçilmesi gereklidir. Ayrıca, projelerin biyoçeşitlilik üzerindeki etkileri, su kaynaklarının korunması ve emisyon azaltımı gibi faktörler de değerlendirme sürecinin bir parçasıdır.
Bu kriterler, ekonomik faaliyetlerin yalnızca çevresel hedeflere katkı sağlamasını değil, aynı zamanda sosyal ve yönetişim standartlarına da uygun olmasını zorunlu kılar. Örneğin, bir inşaat projesi yalnızca enerji verimliliğini artırmakla kalmamalı, aynı zamanda işçi haklarına saygılı bir şekilde yürütülmelidir. Bu nedenle, çevresel ve sosyal standartların birlikte değerlendirilmesi, teknik tarama kriterlerinin temel dayanaklarından biridir.
Teknik tarama kriterleri, ekonomik faaliyetlerin çevresel etkilerini kontrol altına alarak, sürdürülebilir bir ekonomik modelin oluşturulmasını hedefler. Yenilenebilir enerji projelerinde, yalnızca enerji üretimi değil, üretimin çevresel etkileri, kullanılan teknolojilerin geri dönüştürülebilirliği ve doğal kaynakların korunması gibi unsurlar da dikkate alınır. Bu kriterler, faaliyetlerin çevreye duyarlı bir şekilde tasarlanmasını ve uygulanmasını teşvik eder.
Çevreye Önemli Zarar Vermeme Kriterleri
Çevreye önemli zarar vermeme kriterleri, ekonomik faaliyetlerin çevreye olan etkilerini azaltmayı ve sürdürülebilirlik hedeflerine uygunluğu sağlamayı amaçlayan bir standartlar bütünüdür. Bu kriterler, faaliyetlerin çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine katkıda bulunurken, diğer çevresel hedeflere zarar vermemesini temel alır. Çevre dostu kabul edilen projeler, yalnızca kendi alanlarında fayda sağlamakla kalmaz, aynı zamanda çevreye yaygın ve uzun vadeli zarar verme potansiyelini de en aza indirmelidir.
Bu kriterlerin uygulanmasında bir faaliyetin veya projenin yalnızca mevcut durumu değil, tüm yaşam döngüsü boyunca çevresel etkileri dikkate alınır. Bu yaşam döngüsü yaklaşımı, faaliyetlerin başlangıcından sona kadar çevresel sorumluluk taşımasını sağlar. Örneğin, bir güneş enerjisi santrali projesi ele alındığında, yalnızca enerji üretim süreci değil, santralin kurulumu sırasında kullanılan malzemeler, enerji üretimi sırasında çevreye olan etkiler ve panellerin kullanım ömrünün sonunda geri dönüştürülmesi gibi tüm aşamalar göz önünde bulundurulur. Eğer bu süreçlerden biri bile çevresel zarara yol açarsa, proje çevreye önemli zarar vermeme kriterlerini karşılamamış olur.
Çevresel etkilerin değerlendirilmesinde altı temel hedef ön plandadır: iklim değişikliği ile mücadele, iklim değişikliğine uyum, su ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ve korunması, döngüsel ekonomiye geçiş, kirliliğin önlenmesi ve kontrol altına alınması ve biyoçeşitliliğin korunması ve restorasyonu. Bu hedeflere ulaşmada tüm faaliyetler kapsamlı bir şekilde analiz edilir. Örneğin, bir rüzgar türbini projesi, enerji üretimi sırasında karbon salınımını azaltarak iklim değişikliği ile mücadeleye katkıda bulunabilir. Ancak, türbinlerin kurulumunun su kaynaklarını olumsuz etkilemesi veya bölgedeki hayvan popülasyonunu tehdit etmesi durumunda, proje çevreye önemli zarar verdiği için uygun bulunmaz.
Bu kriterlerin önemli bir boyutu da çevresel etkilerin sadece mevcut dönemde değil, gelecekte de değerlendirilmesini içermesidir. Örneğin, bir enerji santrali projesi inşa edilirken, gelecekteki iklim değişikliği etkilerine dayanıklı olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Bu durum, projenin yalnızca çevresel sürdürülebilirliğe katkı sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda çevresel risklere karşı da dirençli olmasını zorunlu kılar.
Faaliyetlerin yaşam döngüsü boyunca değerlendirilmesi, çevresel etkilerin tasarım, üretim, kullanım ve bertaraf aşamalarını kapsar. Örneğin, bir elektronik cihaz üretiminde kullanılan malzemeler, cihazın dayanıklılığı, enerji verimliliği ve kullanım ömrü boyunca tükettiği enerji miktarı çevresel açıdan önem taşır. Eğer cihazın üretimi sırasında yüksek miktarda su veya enerji kullanılıyorsa ve kullanım ömrü sonunda geri dönüşüm mümkün değilse, bu cihaz çevreye önemli zarar verme potansiyeline sahip olarak değerlendirilebilir.
Çevresel hedeflerden birine önemli ölçüde katkı sağlarken diğer hedeflere zarar vermeme zorunluluğu, faaliyetlerin bütüncül bir şekilde değerlendirilmesini gerektirir. Bir tarım projesi ele alındığında, sulama sistemlerinin su kaynaklarını verimli kullanması beklenirken, aynı zamanda bu faaliyetlerin çevredeki doğal yaşam alanlarını bozmaması ve kimyasal kirlilik oluşturmaması gerekir. Bu nedenle, projelerde kullanılan teknolojilerin sürdürülebilirlik standartlarına uygun olması şarttır. Damla sulama sistemlerinin kullanılması, hem su tüketimini azaltır hem de suyun verimli bir şekilde kullanılmasını sağlar.
Ayrıca, çevreye zarar vermeme ilkesi, faaliyetlerin yalnızca çevresel hedeflere uygun olmasını değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik hedefleriyle de uyumlu olmasını gerektirir. Örneğin, bir bina inşaat projesi yalnızca enerji verimli bir tasarıma sahip olmakla kalmamalı, aynı zamanda işçi haklarına saygılı bir şekilde yürütülmelidir. Böylece, çevresel zarar vermeme kriterleri, çevresel hedefler ile sosyal yönetişim standartları arasında bir denge kurar.
Bu kriterlerin uygulanmasında, bağımsız denetim ve izleme süreçleri kritik bir rol oynar. Projeler, başlangıçta belirlenen standartlara uygunluk göstermelidir; ancak bu yeterli değildir. Faaliyetlerin süresi boyunca, belirlenen kriterlere uyumun devam edip etmediği düzenli olarak denetlenmelidir. Örneğin, bir enerji santralinin yıllık karbon salınımı raporlanmalı ve sürdürülebilirlik standartlarına uygunluğu izlenmelidir.
Çevreye önemli zarar vermeme kriterleri, ekonomik faaliyetlerin çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik arasında bir denge kurmasını sağlamayı amaçlar. Bu kriterler, çevre dostu projelerin desteklenmesi, çevresel risklerin azaltılması ve sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesi için bir rehber niteliğindedir. Ekosistemlerin korunması, doğal kaynakların verimli kullanılması ve gelecek nesiller için sürdürülebilir bir çevre yaratılması, bu kriterlerin ana hedefleri arasındadır.
Asgari Güvenlik Önlemleri
Asgari güvenlik önlemleri, ekonomik faaliyetlerin yalnızca çevresel sürdürülebilirliği sağlamasını değil, aynı zamanda sosyal sorumluluk ilkelerine uygun şekilde yürütülmesini garanti altına alır. Bu önlemler, faaliyetlerin insan hakları, işçi hakları, güvenli çalışma koşulları ve toplum refahına uyum göstermesini zorunlu kılar. Bir ekonomik faaliyetin uyumlu varlık olarak sınıflandırılabilmesi için, asgari güvenlik önlemleri kapsamında belirlenen kriterleri eksiksiz karşılaması gereklidir. Bu önlemler, hem bireysel çalışanların hem de faaliyetlerin yürütüldüğü toplulukların korunmasını hedefler.
Asgari güvenlik önlemleri kapsamında işçi haklarının korunması temel bir gerekliliktir. Bu, işçilerin adil ücret alma, sosyal güvencelerden yararlanma, güvenli çalışma koşullarında çalışma ve örgütlenme hakkına sahip olmasını içerir. Örneğin, yenilenebilir enerji üretimi için bir rüzgar türbini kurulum projesi düşünelim. Bu projenin çalışanlarına yeterli kişisel koruyucu ekipman sağlamaması, güvenlik eğitimleri düzenlememesi veya uzun saatler boyunca dinlenme hakkı olmadan çalıştırması, asgari güvenlik önlemlerine aykırıdır. Bu tür eksiklikler, projenin uyumlu varlık olarak kabul edilmesini engeller.
Asgari güvenlik önlemleri, ekonomik faaliyetlerin uluslararası insan hakları standartlarına uygun olmasını da zorunlu kılar. Bu, faaliyetlerde zorla çalıştırma, çocuk işçi kullanımı veya ayrımcılık gibi uygulamaların tamamen yasaklanmasını içerir. Örneğin, büyük bir inşaat projesinin düşük maliyetli iş gücü sağlamak için çocuk işçi çalıştırdığı tespit edilirse, bu durum asgari güvenlik önlemlerinin ihlali olarak değerlendirilir. Ayrıca, projelerde ayrımcılık yapılmaması; ırk, cinsiyet, din veya diğer kimliklere dayalı eşitsizliklerin önlenmesi gerekir.
Çalışanların sağlığı ve güvenliği, asgari güvenlik önlemlerinin temel unsurlarından biridir. Bu kapsamda, projelerde çalışanların tehlikelere karşı korunması için gerekli tüm tedbirlerin alınması gerekir. Örneğin, bir güneş enerjisi santralinin kurulumu sırasında, çalışanların yüksek platformlarda çalışması gerekiyorsa, düşme riskine karşı güvenlik donanımları kullanılmalı, düzenli denetimler yapılmalı ve iş güvenliği eğitimleri sağlanmalıdır. Eğer bu gereklilikler yerine getirilmezse, faaliyet güvenli bir çalışma ortamı sunmadığı için uyumlu varlık olarak değerlendirilemez.
Ekonomik faaliyetlerin yalnızca çalışanları değil, aynı zamanda toplumu da olumsuz etkilememesi gerekir. Asgari güvenlik önlemleri, faaliyetlerin gerçekleştirildiği bölgelerde yaşayan insanların yaşam standartlarını düşürmemesini, aksine bu standartları iyileştirmeyi amaçlar. Örneğin, bir maden çıkarma projesi, yerel halkın su kaynaklarına erişimini kısıtlıyorsa veya çevrede hava ve su kirliliği yaratarak sağlık sorunlarına yol açıyorsa, bu durum toplum üzerinde olumsuz bir etki yaratır ve faaliyet asgari güvenlik önlemlerine uygun sayılmaz.
Asgari güvenlik önlemlerinin yerine getirildiğinden emin olmak için bağımsız denetimlerin yapılması ve uluslararası standartlara uygun sertifikaların alınması gereklidir. Örneğin, bir bina inşaat projesi, enerji verimliliği standartlarını sağladığını göstermek için sertifikalandırılmış olabilir. Ancak bu sertifikasyonun bir parçası olarak, işçilerin güvenli çalışma koşullarına sahip olup olmadığının da denetlenmesi gerekir. Bu tür bağımsız denetimler, faaliyetlerin sosyal ve yönetişim standartlarına uygunluğunu belgelemek açısından kritik öneme sahiptir.
Asgari güvenlik önlemleri, ihlalleri önlemek için etkin mekanizmaların oluşturulmasını da gerektirir. Bu mekanizmalar, hem işçilerin hem de toplumun haklarının korunmasını sağlar. Örneğin, projelerde çalışanların haklarının korunması için bir şikayet mekanizması oluşturulabilir. Çalışanlar, karşılaştıkları hak ihlallerini veya güvensiz çalışma koşullarını bu mekanizma aracılığıyla bildirebilir. Benzer şekilde, yerel topluluklar, projelerin kendileri üzerindeki olumsuz etkilerini bu tür mekanizmalarla yetkililere iletebilir.
Asgari güvenlik önlemleri, ekonomik faaliyetlerin yalnızca çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine katkıda bulunmasını değil, aynı zamanda sosyal ve yönetişim standartlarını da desteklemesini amaçlar. Bu bağlamda, faaliyetlerin şeffaf bir şekilde raporlanması ve topluma karşı hesap verebilir olması sağlanmalıdır. Örneğin, bir enerji şirketi, işçi haklarını ve toplum üzerindeki etkilerini düzenli olarak raporlayarak bu standartlara uyum gösterdiğini kanıtlayabilir.
Raporlama
Bankaların yeşil varlık oranını hesaplamaları, sınıflandırmaları ve raporlamaları, çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine katkılarının değerlendirilmesi açısından büyük önem taşır. Bu süreç, ekonomik faaliyetlerin çevresel, sosyal ve yönetişim standartlarına uygunluğunu garanti altına alırken aynı zamanda bankaların sorumluluklarını daha şeffaf bir şekilde yerine getirmesini sağlar. Yeşil varlık oranını oluşturmak için, bankaların uyumlu ve uygun varlıklarını belirlemesi, bu varlıkların performansını izlemek ve raporlamak için gerekli altyapıyı oluşturması gerekir.
Uyumlu varlıklar, çevresel hedeflere önemli katkılar sağlayan ve bu hedeflere zarar vermeyen ekonomik faaliyetlerden oluşur. Ancak, uyumlu varlıkların belirlenmesi yalnızca teknik kriterlere dayalı bir sınıflandırma yapmakla sınırlı değildir. Bu varlıkların, aynı zamanda işçi hakları ve toplum refahı gibi sosyal standartlara da uyumlu olması zorunludur. Örneğin, bir bankanın yenilenebilir enerji projelerine verdiği krediler, çevreye sağladığı faydalar nedeniyle uyumlu varlık olarak kabul edilebilir. Ancak, bu projelerin işçi güvenliği gibi temel sosyal standartlara uyum göstermediği tespit edilirse, bu krediler uyumlu varlık statüsünü kaybedebilir. Bu nedenle, uyumlu varlıkların belirlenmesi sürecinde yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal etkiler de dikkate alınmalıdır.
Bankalar, uyumlu varlıklarını izlemek için kapsamlı bir veri altyapısı oluşturmalıdır. Bu altyapı, ekonomik faaliyetlerin performansını sürekli olarak izlemek, raporlamak ve gerektiğinde düzeltici önlemler almak için kritik öneme sahiptir. Örneğin, bir bina enerji verimliliği projesine verilen kredi, yalnızca proje tamamlandığında değil, projenin tüm yaşam döngüsü boyunca izlenmelidir. Banka, bu projeden beklenen enerji tasarrufunun gerçekleşip gerçekleşmediğini düzenli olarak kontrol etmeli ve bu bilgileri raporlamalıdır. Bu tür bir izleme sistemi, uyumlu varlıkların performansını sürekli olarak değerlendirmeye olanak tanır ve bankanın çevresel sürdürülebilirlik hedeflerine olan katkısını daha somut bir şekilde ortaya koyar.
Yeşil varlık oranının hesaplanması ve raporlanması, şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından belirli kurallara bağlıdır. Bankalar, bu oranı hesaplamak için kullandıkları yöntemleri ve verileri açıkça raporlamakla yükümlüdür. Raporlama, hem bankaların iç denetim süreçlerinde hem de düzenleyici kurumların denetimlerinde kullanılabilecek şekilde detaylı ve doğrulanabilir olmalıdır. Örneğin, bir bankanın toplam finansmanının %20’sini oluşturan yenilenebilir enerji projeleri, yeşil varlık oranının hesaplanmasına dahil edilmelidir. Bu oran hesaplanırken, her bir projenin çevresel faydaları ve uyumluluğu ayrı ayrı belgelenmeli ve kamuya açık bir şekilde paylaşılmalıdır. Bu şeffaflık, bankaların çevresel sürdürülebilirlik taahhütlerine ne ölçüde sadık kaldığını göstermesi açısından önemlidir.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, bankaların yeşil varlık oranı raporlamalarını düzenlemek ve gerektiğinde bu raporlama standartlarını güncellemek için yetkilendirilmiştir. Kurul, bankaların büyüklüklerine ve türlerine göre farklı raporlama zorunlulukları belirleyebilir. Örneğin, büyük ölçekli bir bankanın raporlaması, daha küçük ölçekli bir bankanın raporlamasına kıyasla daha kapsamlı olabilir. Bu farklılaştırma, bankaların faaliyet ölçeği ve türüne uygun bir denetim ve raporlama mekanizması oluşturmayı amaçlar.
Raporlama süreci yalnızca düzenleyici otoriteler için değil, aynı zamanda kamuoyu için de önemlidir. Şeffaf ve erişilebilir raporlar, bankaların çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik konusundaki taahhütlerini ne ölçüde yerine getirdiğini açıkça ortaya koyar. Örneğin, bir banka, yılda bir kez çevresel performansına ilişkin bir rapor yayınlayarak, yeşil varlık oranı ve diğer performans göstergeleri hakkında kamuoyunu bilgilendirebilir. Bu tür raporlar, bankaların sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda nasıl bir yol izlediğini değerlendirmek için kritik bir araçtır.
Bir yanıt yazın